Gelelim Debbie'mizin son kitabına.
Bendeki son kitabına veya.
Debbie Macomber ile ilk tanışmamı, sonra kendisini çok sevip kitabın setini aldığımı hatırlarsınız. Daha dün gibi.
Çok eleştirilse de, basit görülse de, ben beni mutlu eden kitapları okumayı seviyorum. Zaten eleştirenlere baktığınızda son okuduğu kitabı bile hatırlayamadıklarını görürsünüz. Değmezler yani rahat olun.
Ha, tabii, ille seveceksiniz diye bir şey yok.
Serimizin beşinci kitabında, yepyeni karakterle karşılaşıyor, eski karakterlerimizden de haberler alıyoruz. Sevgililer gününde yalnız olmaktansa beraber takılmayı tercih eden 4 dul kadın, her zaman yapmak istedikleri ancak fırsat bulamadıkları-cesaret edemedikleri şeyleri listeleme kararı alıyorlar.
20 dilek.
Yazar bence yine çok güzel bir fikir atmış ortaya. Dilek listesi hepimiz yapabiliriz aslında. Bilirsiniz gün boyu kararlar alıp dururuz, yazıya dökmüş olsak aslında kararlarımız konusunda daha sabit olabiliriz.
Bu kadınlar da birer birer dileklerini gerçekleştirmeye çalışırken, bir yandan da hayat onlara dileklerini gerçekleştirmesi konusunda yardımcı oluyor.
Bu kitapta, diğer kitaplardan farklı olarak yanlışlar gözüme çarptı. Cody için Lydia'nin torunu denmişti bir yerde! Bir yerde çiftler karışmıştı.. gibi.
Elimdeki Debbie'ler bitti. Bir daha ne zaman okurum bilmem ama okurum ^.^
Bu arada bu serinin cep boyları çıkmış, ben zaten cep boy çok severim. Ve fiyatı çok uygun. Online alışverişlerde fiyatlar iyice düşüyor ki bu da okumak isteyip pahalı bulanlar için bahaneleri kaldırıyor.
Küçük Mucizeler Dükkanı
Bir Yumak Mutluluk
Bahçemde Yeşeren Umutlar
Mucizeler Dükkanına Dönüş
30 Nisan 2014 Çarşamba
29 Nisan 2014 Salı
Guzaarish
Bu filmi bana kimler önermişti?
Sakın böyle çıkıştığım için beğenmediğimi sanmayın, bir şey soracağım.
Film başlarken 'Hint filmi değil mi yoksa?' diye tereddüt ettim.
Çok güzel bir şarkıyla açılış yapıyor. Zaten filmin müzikleri harika.
Ama oyuncular da hintlilere benzemiyor!..
Açık konuşmak gerekirse ben hintlileri hep çirkin bekliyorum, hep güzellikleri karşısında afallıyorum.
Esas oğlanımız Hrithik Roshan'ın canlandırdığı Ethan Mascarenhas karakterimiz, Merlin lakabını almış, ünlü bir sihirbazken, yaşadığı talihsiz kaza sonucu kötürüm kalmıştır.
Esas kızımız Aishwarya Rai Bachchan'ın canlandırdığı Sofia karakteri ise hastamızın sadık bakıcısıdır.
Yalnız burada çok büyük bir mantık hatası var. Ömrünü hastasına adamış bir bakıcı bu kadar güzel ve bakımlı olamaz. Kadın afet!
Bu adam balet falan mı? Bilen var mı? Lirik dans nasıl yakışıyordu. İzlemeye doyamıyor insan.
Neyse işte efendim, Ethan çektiği acılardan kurtulmak istiyor ve devletten kendisine ölmesi için izin vermeleri talebinde bulunuyor; ötanazi.
Nasıl ama? Orijinal bir konu değil mi?
İki saat süren filmimiz hint filmlerine göre kısa bile sayılır. İki oyuncunun da güzelliklerine hayran kaldım. Çok hoş bir havaları vardı, bir şey oynamasalar da insan sadece yüzlerini seyredebilir, o derece!
Bunun yanında Hrithik Roshan çok güzel rol yapmış.
Ben açığını yakalayamadım. Yakalayan varsa söylesin.
Hayat çok kısa.
Fakat hissederek yaşarsanız yeteri kadar uzun.
Sakın böyle çıkıştığım için beğenmediğimi sanmayın, bir şey soracağım.
Film başlarken 'Hint filmi değil mi yoksa?' diye tereddüt ettim.
Çok güzel bir şarkıyla açılış yapıyor. Zaten filmin müzikleri harika.
Ama oyuncular da hintlilere benzemiyor!..
Açık konuşmak gerekirse ben hintlileri hep çirkin bekliyorum, hep güzellikleri karşısında afallıyorum.
Esas oğlanımız Hrithik Roshan'ın canlandırdığı Ethan Mascarenhas karakterimiz, Merlin lakabını almış, ünlü bir sihirbazken, yaşadığı talihsiz kaza sonucu kötürüm kalmıştır.
Esas kızımız Aishwarya Rai Bachchan'ın canlandırdığı Sofia karakteri ise hastamızın sadık bakıcısıdır.
Yalnız burada çok büyük bir mantık hatası var. Ömrünü hastasına adamış bir bakıcı bu kadar güzel ve bakımlı olamaz. Kadın afet!
Bu adam balet falan mı? Bilen var mı? Lirik dans nasıl yakışıyordu. İzlemeye doyamıyor insan.
Neyse işte efendim, Ethan çektiği acılardan kurtulmak istiyor ve devletten kendisine ölmesi için izin vermeleri talebinde bulunuyor; ötanazi.
Nasıl ama? Orijinal bir konu değil mi?
İki saat süren filmimiz hint filmlerine göre kısa bile sayılır. İki oyuncunun da güzelliklerine hayran kaldım. Çok hoş bir havaları vardı, bir şey oynamasalar da insan sadece yüzlerini seyredebilir, o derece!
Bunun yanında Hrithik Roshan çok güzel rol yapmış.
Ben açığını yakalayamadım. Yakalayan varsa söylesin.
Hayat çok kısa.
Fakat hissederek yaşarsanız yeteri kadar uzun.
Etiketler:
Aishwarya Rai Bachchan
,
ayyayo mayayo
,
Ethan Mascarenhas
,
guzaarish
,
hint filmleri
,
Hrithik Roshan
,
ötanazi
28 Nisan 2014 Pazartesi
Acun'un Karıları
Ben size diyorum benim magazinle pek aram yok siz inanmıyorsunuz.
Geçenlerde Acun'un kızının fotoğrafını gösterdiler bana. Annesi Instagram'a koymuş
Ay bir tatlı bir tatlı, maşallah, diye severken 'karısının da fotoğrafı var mı, onu da bir göreyim?' dedim.
"Karısı değil sevgilisi" diye düzelttiler beni.
Karısı değil sevgilisi derken?..
Evet, çocuğunun annesiyle evli değilmiş sevgili Acun Ilıcalı.
Nasıl şok yaşadığımı anlatamam.
Çünkü ben Acun'u severim. Tüm o firarda programları dahil, bana çok efendi gelir.
Efendim bir karısı varmış zaten, Acun'un mal varlığının yarısını istediği için boşanamayınca bu kızla da evlenememiş. Ama bu evlenememe nedense çocuk yapmalarına mani olamamış.
Hadi bunları geçiyorum. Kendi hayatları kendileri bilir.
Ama o fotoğraflara bakarken içlerinden biri 'kızın hayatı kurtuldu' demez mi?
Gelsin de Seyhan'ın şalterleri atmasın!
Ne demek hayatı kurtuldu?! Zengin bir yere kapak atınca, kapak atınca diyorum bakın evlenememiş bile, hayatı nasıl kurtulur insanın?
Zaman çok değişti Azizim..
Anneler bile değişti. Bir iki örnek değil, gerçekten çok yaygın bir şekilde, bozukluğun annelerde başladığını gözlemledim.
Biz, aman kızım ayakların yere bassın, kendi ayaklarının üstünde dur, nasihatleriyle büyümüşken, şimdikiler, zengin koca bul kurtul, denilerek yetişiyor.
İş güç sahibi, kendi işinin başındaki kadınların bile böyle nasihat ettiğine tanık oldum. Utanç verici bence.
Tüm samimiyetimle şunu söyleyebilirim; zengin koca bulup da mutlu olan birini görmedim.
Siz gördünüz mü?
Geçenlerde Acun'un kızının fotoğrafını gösterdiler bana. Annesi Instagram'a koymuş
Ay bir tatlı bir tatlı, maşallah, diye severken 'karısının da fotoğrafı var mı, onu da bir göreyim?' dedim.
"Karısı değil sevgilisi" diye düzelttiler beni.
Karısı değil sevgilisi derken?..
Evet, çocuğunun annesiyle evli değilmiş sevgili Acun Ilıcalı.
Nasıl şok yaşadığımı anlatamam.
Çünkü ben Acun'u severim. Tüm o firarda programları dahil, bana çok efendi gelir.
Efendim bir karısı varmış zaten, Acun'un mal varlığının yarısını istediği için boşanamayınca bu kızla da evlenememiş. Ama bu evlenememe nedense çocuk yapmalarına mani olamamış.
Hadi bunları geçiyorum. Kendi hayatları kendileri bilir.
Ama o fotoğraflara bakarken içlerinden biri 'kızın hayatı kurtuldu' demez mi?
Gelsin de Seyhan'ın şalterleri atmasın!
Ne demek hayatı kurtuldu?! Zengin bir yere kapak atınca, kapak atınca diyorum bakın evlenememiş bile, hayatı nasıl kurtulur insanın?
Zaman çok değişti Azizim..
Anneler bile değişti. Bir iki örnek değil, gerçekten çok yaygın bir şekilde, bozukluğun annelerde başladığını gözlemledim.
Biz, aman kızım ayakların yere bassın, kendi ayaklarının üstünde dur, nasihatleriyle büyümüşken, şimdikiler, zengin koca bul kurtul, denilerek yetişiyor.
İş güç sahibi, kendi işinin başındaki kadınların bile böyle nasihat ettiğine tanık oldum. Utanç verici bence.
Tüm samimiyetimle şunu söyleyebilirim; zengin koca bulup da mutlu olan birini görmedim.
Siz gördünüz mü?
27 Nisan 2014 Pazar
Sizin İçin 'Ruh Bekçisi'ni Seçtim
Geçenlerde yazdığım 49 Days dizisine dair yazıyla hepimiz duygulandık.
Sizden gelen yorumlar sayesinde daha bir güvenle tavsiye ediyorum artık diziyi.
Acılarımızı taze tutmak değil amacım ama bugün sizlere o diziden bir replik seçtim.
Hani bazen, sevdiğiniz insanlara dair tutarsızlık sezer de anlam veremezsiniz ya...
İşte öyle zamanlarda bunu hatırlayın.
Sorun sizde değil.
Sizden gelen yorumlar sayesinde daha bir güvenle tavsiye ediyorum artık diziyi.
Acılarımızı taze tutmak değil amacım ama bugün sizlere o diziden bir replik seçtim.
Hani bazen, sevdiğiniz insanlara dair tutarsızlık sezer de anlam veremezsiniz ya...
İşte öyle zamanlarda bunu hatırlayın.
Sorun sizde değil.
Etiketler:
49 days
,
replikler
,
ruh bekçisi
,
sahneyi hatırladınız mı
,
sizin için seçtiklerim
26 Nisan 2014 Cumartesi
Çikolatalı Mousse
Çikolatalı Mousse yapımının bu kadar kolay olduğunu öğrenmem ile denemem arasında geçen zaman oldukça kısadır.
Kolay, çikolatalı şeyleri kim sevmez? Ben değil, ben severim ^.^
Şimdi size de anlatacağım, hemen denemek isteyeceksiniz.
Malzemeler:
Çikolatamızı benmari usulu eritip içine kremayı koyup karıştırıyoruz.
Ve Pınar'ın custard kreması Kremilla'yı ekleyip (mikserle) bir güzel çırpıyoruz. Sonra kuplarımıza, kaselerimize ya da bir çılgınlık yapıp fincanlarımıza koyarak, soğuduktan sonra servis ediyoruz.
Servis edeceğiniz kuplarınızı minik seçmenizi tavsiye ediyorum. Zira bu fincanlar tek kişi için fazla geliyordu, deneyim konuşuyor yani.
Kolay, çikolatalı şeyleri kim sevmez? Ben değil, ben severim ^.^
Şimdi size de anlatacağım, hemen denemek isteyeceksiniz.
Malzemeler:
Çikolatamızı benmari usulu eritip içine kremayı koyup karıştırıyoruz.
Ve Pınar'ın custard kreması Kremilla'yı ekleyip (mikserle) bir güzel çırpıyoruz. Sonra kuplarımıza, kaselerimize ya da bir çılgınlık yapıp fincanlarımıza koyarak, soğuduktan sonra servis ediyoruz.
Servis edeceğiniz kuplarınızı minik seçmenizi tavsiye ediyorum. Zira bu fincanlar tek kişi için fazla geliyordu, deneyim konuşuyor yani.
Etiketler:
cumartesi yemek köşesi
,
custard sosu
,
çikolatalı mousse
,
kremilla
,
pınar
,
tatlılar
,
tavsiye ederim
,
yemek tarifi
25 Nisan 2014 Cuma
Nudo Na Su Ko
Gördünüz mü Nudo'na su ko reklamlarını?
Heh işte ilk biz gördük :P
Instagram'dan takip edenler biliyor zaten, şimdi biraz ayrıntı vereyim. (Görmediyseniz o gün hediye edilen dev bardak noodlea muhakkak bakın ^.^)
Her ne kadar ben Nudo kıvırcık erişteleriyle haşır neşir olsam da, basın daveti Pudra Tozu'na gitmiş, o da beni yanına kattı.
Davetli değildim ama dahil oldum yani :)
Lansman Etiler Teppanyaki Alaturka Restaurant'ta oldu. Mekan seçimi merkezi, elit ve dahası bu lansman için çok uygundu.
Bir çok basın mensubu olmasına karşın, bence yeteri kadar çoğunluk sağlanamamıştı.
Birbirini tanımıyordu davetliler ve kaynaşma olmadı.
Nereden tanısın Seyhan abarttın ama, diyecek olursanız, biraz bu konularla alakalı bloggerları araştırıp davet edebilirler, oturma düzeni yapabilirlerdi gibi geldi. O zaman hiç eksiği yoktu diyebilirdim.
Zira ürünler çok güzel tanıtıldı, reklam ilk kez bize izletildi, sorulan sorulara tatmin edici yanıtlar verildi.
Yurt dışında noodle tüketimi ve Türkiye'deki tüketim karşılaştırıldı ve bunu arttırmayı planladıkları iddialı bir şekilde dile getirildi.
Helal sertifikalı ve daha önce de üzerinde durduğum MSG içermeyen ve pazara ilk giren türk markası olan Nudo 150 milyon dolarlık ihracat hedefliyor.
İddialı kısım dediğim buydu.
Daha çok şey var da ayrıntılarla canınızı sıkmayayım.
Kişiye özel noodlelar gözler önünde hazırlanıp servis edildi. Gerçekten işin ehli yapınca ne güzel oluyor. Benimki de -her ne kadar öyle gözükmese de- çok güzel olmuştu.
21. yüzyılda gıda üretmek vicdan meselesi, diyen Erişler Gıda'ya çizgisinden ödün vermeden daha uzun yıllar hizmet vermesini temenni ederim.
Ve hediye edilen dev noodle paketi kimin fikriyse; bravo!
Heh işte ilk biz gördük :P
Instagram'dan takip edenler biliyor zaten, şimdi biraz ayrıntı vereyim. (Görmediyseniz o gün hediye edilen dev bardak noodlea muhakkak bakın ^.^)
Her ne kadar ben Nudo kıvırcık erişteleriyle haşır neşir olsam da, basın daveti Pudra Tozu'na gitmiş, o da beni yanına kattı.
Davetli değildim ama dahil oldum yani :)
Lansman Etiler Teppanyaki Alaturka Restaurant'ta oldu. Mekan seçimi merkezi, elit ve dahası bu lansman için çok uygundu.
Bir çok basın mensubu olmasına karşın, bence yeteri kadar çoğunluk sağlanamamıştı.
Birbirini tanımıyordu davetliler ve kaynaşma olmadı.
Nereden tanısın Seyhan abarttın ama, diyecek olursanız, biraz bu konularla alakalı bloggerları araştırıp davet edebilirler, oturma düzeni yapabilirlerdi gibi geldi. O zaman hiç eksiği yoktu diyebilirdim.
Zira ürünler çok güzel tanıtıldı, reklam ilk kez bize izletildi, sorulan sorulara tatmin edici yanıtlar verildi.
Yurt dışında noodle tüketimi ve Türkiye'deki tüketim karşılaştırıldı ve bunu arttırmayı planladıkları iddialı bir şekilde dile getirildi.
Helal sertifikalı ve daha önce de üzerinde durduğum MSG içermeyen ve pazara ilk giren türk markası olan Nudo 150 milyon dolarlık ihracat hedefliyor.
İddialı kısım dediğim buydu.
Daha çok şey var da ayrıntılarla canınızı sıkmayayım.
Kişiye özel noodlelar gözler önünde hazırlanıp servis edildi. Gerçekten işin ehli yapınca ne güzel oluyor. Benimki de -her ne kadar öyle gözükmese de- çok güzel olmuştu.
21. yüzyılda gıda üretmek vicdan meselesi, diyen Erişler Gıda'ya çizgisinden ödün vermeden daha uzun yıllar hizmet vermesini temenni ederim.
Ve hediye edilen dev noodle paketi kimin fikriyse; bravo!
Etiketler:
3 dakikada hazır noodle
,
erişler gıda
,
instant noodle
,
kıvırcık erişte
,
nudo na su ko
,
nudo noodle
,
özde nudo
24 Nisan 2014 Perşembe
49 Days
Hani demiştim ya, telefonuma dizi izlemek için bir program indirdim diye.
O programdaki dizi sıralamasında sırf "49 Days" ikinci sırada diye bu diziyi izlemeye başladım.
Ne iyi etmişim de başlamışım.
Çünkü çok sevdim!
Vadesi dolmadığı halde birinin sebep olduğu trafik kazası sonucu beyin ölümü gerçekleşen kızımıza 49 günlük bir seçenek sunuluyor.
49 dün süresince kendi için içten ağlayacak 3 kişini bulması durumunda hayata dönecektir. Bu üç kişiye anne baba ve kardeş dahil değildir.
Kızımız kendine çok güvenmektedir 'bir hafta bile yeter' diye bu seçeneği kabul eder. Zaten lakabı Pollyanna'dır. Diğer seçenek neydi, diye soracak olursanız, hiç uğraşmadan, kimin hakkında ne düşündüğünü öğrenme riskini kabul etmeden; ölüm.
Bu arada kızımıza geceleri çalışan gündüzleri uyuyan bir kişinin bedeni uygun görülür. Bu bedeni ödünç kullanacak, ancak kimseye bu durumdan bahsetmeyecektir.
İlk başta kız-erkek eşitlemesinden, 'he tamam bu bunla bu bunla, söyle böyle olacak' diye tahmin yürütürken ben, 'hönk!' diye kaldım. İşler değişti. Spoiler vermeden bu kadar anlatabiliyorum, ne yapayım.
Lee Yo Won uzun ve acayip zayıf bir kadın. Şu bacakları çarpık zayıflardan. Ama nasıl iyi bir oyuncu!.. İki karakterin ruh hallerini çok iyi yansıttı. Depresif Song Yi Kyung ve Shin Ji Hyun bedenine girince enerjik ve neşeli Song Yi Kyung. Bir de depresifleşmeden önceki hali var tabii. Etti mi size üç değişik ruh hali?!
Jo Hyun Jae'nin canlandırdığı Han Kang karakterine de vuruldum arkadaşlar. Hani şu kaba adamlara gıcık oluyorum falan ya, bununki öyle bir kabalık değil. Mizacı sert sadece. Yanlış anlaşılmaya açık bir durum bu da. Böyle yanlış anlaşılan insanlara da çok üzülürüm. Han Kang'ı da bağrıma basasım geldi. ♥♥ Canım ya.
Yakışıklılığı için dizide şöyle bir cümle geçmekte:
"Secret Garden'daki Kim Jo Won'dan bile daha yakışıklı!"
Katılıyorum ^.^
Böyle giderse çok uzun bir yazı olacak, en kısa haliyle diziyi sevdim, tavsiye ederim. :)
Bu da çok mu kısa oldu? Ama biliyorum benim tavsiyelerimi seven böyle seviyor.
Ha bir iki şey daha ekleyeyim hadi.
İzlemeyi düşündüğüm bir dizi değildi ve bakın ne kadar sevmişim. Gerisi size kalmış a dostlar! ^.^
O programdaki dizi sıralamasında sırf "49 Days" ikinci sırada diye bu diziyi izlemeye başladım.
Ne iyi etmişim de başlamışım.
Çünkü çok sevdim!
Vadesi dolmadığı halde birinin sebep olduğu trafik kazası sonucu beyin ölümü gerçekleşen kızımıza 49 günlük bir seçenek sunuluyor.
49 dün süresince kendi için içten ağlayacak 3 kişini bulması durumunda hayata dönecektir. Bu üç kişiye anne baba ve kardeş dahil değildir.
Kızımız kendine çok güvenmektedir 'bir hafta bile yeter' diye bu seçeneği kabul eder. Zaten lakabı Pollyanna'dır. Diğer seçenek neydi, diye soracak olursanız, hiç uğraşmadan, kimin hakkında ne düşündüğünü öğrenme riskini kabul etmeden; ölüm.
Bu arada kızımıza geceleri çalışan gündüzleri uyuyan bir kişinin bedeni uygun görülür. Bu bedeni ödünç kullanacak, ancak kimseye bu durumdan bahsetmeyecektir.
İlk başta kız-erkek eşitlemesinden, 'he tamam bu bunla bu bunla, söyle böyle olacak' diye tahmin yürütürken ben, 'hönk!' diye kaldım. İşler değişti. Spoiler vermeden bu kadar anlatabiliyorum, ne yapayım.
Lee Yo Won uzun ve acayip zayıf bir kadın. Şu bacakları çarpık zayıflardan. Ama nasıl iyi bir oyuncu!.. İki karakterin ruh hallerini çok iyi yansıttı. Depresif Song Yi Kyung ve Shin Ji Hyun bedenine girince enerjik ve neşeli Song Yi Kyung. Bir de depresifleşmeden önceki hali var tabii. Etti mi size üç değişik ruh hali?!
Jo Hyun Jae'nin canlandırdığı Han Kang karakterine de vuruldum arkadaşlar. Hani şu kaba adamlara gıcık oluyorum falan ya, bununki öyle bir kabalık değil. Mizacı sert sadece. Yanlış anlaşılmaya açık bir durum bu da. Böyle yanlış anlaşılan insanlara da çok üzülürüm. Han Kang'ı da bağrıma basasım geldi. ♥♥ Canım ya.
Yakışıklılığı için dizide şöyle bir cümle geçmekte:
"Secret Garden'daki Kim Jo Won'dan bile daha yakışıklı!"
Katılıyorum ^.^
Böyle giderse çok uzun bir yazı olacak, en kısa haliyle diziyi sevdim, tavsiye ederim. :)
Bu da çok mu kısa oldu? Ama biliyorum benim tavsiyelerimi seven böyle seviyor.
Ha bir iki şey daha ekleyeyim hadi.
- Ruh bekçisi çok sevimliydi. Beni çok eğlendirdi, sağolsun.
- Diziyi çok dramatik bekliyordum ben, hatta izlerken, aman ne diye gözümüzü korkutmuşlar o kadar da acıklı değil, diyordum ama bir ağladım bir ağladım sormayın.
- Dizi 20 bölümdü. Hani 16 bölümlere alışanlara uzun gelebilir, ama valla hiç yadırgamadım. Hatta son bölüm yerine ikinci bir sezon yazabilirdim bu dizi için ki güzel bir sezon olurdu.
- Bir de sonu var, bilirsiniz Kore dizilerinin genel bir final sorunu var. Bu dizinin de finali beğenilmemiş gibi ama ben -hayalimdeki ikinci sezonu saymazsak- beğendim, gerçekçi buldum. Tabii gönül isterdi ki.. burada gönülün istediğini söylersem spoiler vermiş olurum.
İzlemeyi düşündüğüm bir dizi değildi ve bakın ne kadar sevmişim. Gerisi size kalmış a dostlar! ^.^
Etiketler:
49 days
,
güney kore
,
güney kore dizileri
,
han kang
,
jo hyun jae
,
lee yo won
,
ruh bekçisi
,
shin ji hyun
,
song yi kyung
23 Nisan 2014 Çarşamba
Masumiyet Çağı {Bir Kitap- Bir Film}
Edith Wharton'un ünlenmesindeki en büyük pay olan Masumiyet Çağı kitabı Amerikan Klasikleri arasında yer almaktadır.
Altın Bilek Yayınları sayesinde okuyucuyla buluşan bu klasik eserde, eski dönem Amerikan yaşantısına dair izleri okurken, May ile nişanlı Archer'in kalbinin Madam Olenska için tutuşmasına şahit olacaksınız.
Kitap klasik olmanın hakkını vererek, geniş bir isim yelpazesine sahip. Bu benim okurken en zorlandığım şeylerden biridir. Mesela Olenska'dan Kontes Olenska, Madam Olenska ve Ellen diye bahsediliyor. Buna bir de diğerlerinin isimleri, soy isimleri, unvanları eklenince biraz akılda tutması -benim için- zor oluyor.
Duygularda yaşanılan fırtınaları saymazsak yavaş ilerleyen sakin bir kitap.
Sonunu böyle beklememekle beraber, sonun böyle olmasına sevindim.
Kitabın bir de filminin olduğunu -yine- kitap kapağı görseli ararken gördüm ve arayı açmadan izledim.
İlk olarak oyuncular karakterleri okurken benim aklıma gelmeyen isimler olsa da, bence şahane seçimler.
Filmin genel havasına hüzün hakim. Aslında dışarıdan bakıldığında, filmi kitabı okumayan biri izlediğinde anlaşılır mı bu hüzün emin değilim ama bu iki arada bir derede kalınmış aşk, sonra sonu bana hüzünlü geldiğinden filmin yaydığı elektriğin de bu şekilde olduğunu hissettirdi.
Ama yavaş bir film. Hatta sıkıcı bir film.
Yalnız Martin Scorsese yönetmiş, Winona Ryder, Michelle Pfeiffer, Daniel Day Lewis oynamış. Ve kostümler, renkler çok hoş.
Kitap biraz kitap kurtlarına hitap ediyor bence. Herkese göre değil. Kimilerine ağır gelebilir.
Ancak sadece filmi izlerseniz bir çok eksikliğin dışında kitaptaki; "Pembemsi yanakları solgun, zayıf ve yıpranmıştı. Olduğundan daha yaşlı gösteriyordu ki otuz yaşında falan olmalıydı ama üzerinde, güzelliğin gizemli otoritesini taşıyordu" gibi açıklamalardan da yoksun kalırsınız.
Kitabı okur filmi izlemezseniz ise, güzelim kıyafetlerden, cânım dekorlardan mahrum kalırsınız.
Kararı size bırakıyorum ancak her ikisini de yapmayı düşünenler için şunu diyebilirim, araya biraz zaman koyun ;)
Altın Bilek Yayınları sayesinde okuyucuyla buluşan bu klasik eserde, eski dönem Amerikan yaşantısına dair izleri okurken, May ile nişanlı Archer'in kalbinin Madam Olenska için tutuşmasına şahit olacaksınız.
Kitap klasik olmanın hakkını vererek, geniş bir isim yelpazesine sahip. Bu benim okurken en zorlandığım şeylerden biridir. Mesela Olenska'dan Kontes Olenska, Madam Olenska ve Ellen diye bahsediliyor. Buna bir de diğerlerinin isimleri, soy isimleri, unvanları eklenince biraz akılda tutması -benim için- zor oluyor.
Duygularda yaşanılan fırtınaları saymazsak yavaş ilerleyen sakin bir kitap.
Sonunu böyle beklememekle beraber, sonun böyle olmasına sevindim.
Kitabın bir de filminin olduğunu -yine- kitap kapağı görseli ararken gördüm ve arayı açmadan izledim.
İlk olarak oyuncular karakterleri okurken benim aklıma gelmeyen isimler olsa da, bence şahane seçimler.
Filmin genel havasına hüzün hakim. Aslında dışarıdan bakıldığında, filmi kitabı okumayan biri izlediğinde anlaşılır mı bu hüzün emin değilim ama bu iki arada bir derede kalınmış aşk, sonra sonu bana hüzünlü geldiğinden filmin yaydığı elektriğin de bu şekilde olduğunu hissettirdi.
Ama yavaş bir film. Hatta sıkıcı bir film.
Yalnız Martin Scorsese yönetmiş, Winona Ryder, Michelle Pfeiffer, Daniel Day Lewis oynamış. Ve kostümler, renkler çok hoş.
Kitap biraz kitap kurtlarına hitap ediyor bence. Herkese göre değil. Kimilerine ağır gelebilir.
Ancak sadece filmi izlerseniz bir çok eksikliğin dışında kitaptaki; "Pembemsi yanakları solgun, zayıf ve yıpranmıştı. Olduğundan daha yaşlı gösteriyordu ki otuz yaşında falan olmalıydı ama üzerinde, güzelliğin gizemli otoritesini taşıyordu" gibi açıklamalardan da yoksun kalırsınız.
Kitabı okur filmi izlemezseniz ise, güzelim kıyafetlerden, cânım dekorlardan mahrum kalırsınız.
Kararı size bırakıyorum ancak her ikisini de yapmayı düşünenler için şunu diyebilirim, araya biraz zaman koyun ;)
Etiketler:
altın bilek yayınları
,
amerikan klasikleri
,
daniel day lewis
,
edith wharton
,
filmler
,
kitaplar
,
martin scorsese
,
masumiyet çağı
,
michelle pfeiffer
,
the age of innocence
,
winona ryder
22 Nisan 2014 Salı
Taare Zameen Par
Dürüst olmak gerekirse, 3 Idiots'a gelen yorumlara şüpheyle yaklaşmıştım.
Tavsiye ettiğiniz filmlerin isimleri uydurma gibiydi. Benle kafa bulduğunuzu falan düşündüm.
:)
Şimdi tek tek listemden filmleri eksiltirken önerdiğiniz filmlerin uydurma olmadığını görüyorum.
Sizden şüphelendiğim için beni affedin ^.^
Taare Zameen Par yani Every Child is Special yani Her Çocuk Özeldir.
İtiraf etmem gerekir ki, bu filmin başlarında çok sıkıldım.
Çocuğa sinir oldum. Ben de diğerleri gibi salak sandım ama ne yapayım. Biliyordum altından bir şey çıkacağını ama o bir şey çıkması bana uzun geldi.
Sonra o bir şey, geçici öğretmen kılığında geldi.
Aamir Khan ♥♥
Filmin bundan sonrası ise su gibi geçti.
Böyle bir öğretmen olmak herkesin hayalidir eminim. Öğretmen olmayı hayal etmeyenlerin bile.
Çok düşündürücü, eğitici bir film.
Kim bilir kaç çocuğumuz sorunu anlaşılamadığı için aptal yerine konuyor, hiç düşündünüz mü?
Filmi izlediyseniz düşünmüşsünüzdür, filmi izlemeyenler hiç düşündü mü?
Filmin konusu yorumdan da anlaşıldığı, hatta isminden de anlaşıldığı üzere, sorunlu bir çocuğun doğru bir eğitim görmesi sayesinde gösterdiği gelişimi anlatıyor.
Elimde olsa tüm eğiticilere, hatta tüm ebeveynlere izletirdim.
Tavsiye ettiğiniz filmlerin isimleri uydurma gibiydi. Benle kafa bulduğunuzu falan düşündüm.
:)
Şimdi tek tek listemden filmleri eksiltirken önerdiğiniz filmlerin uydurma olmadığını görüyorum.
Sizden şüphelendiğim için beni affedin ^.^
Taare Zameen Par yani Every Child is Special yani Her Çocuk Özeldir.
İtiraf etmem gerekir ki, bu filmin başlarında çok sıkıldım.
Çocuğa sinir oldum. Ben de diğerleri gibi salak sandım ama ne yapayım. Biliyordum altından bir şey çıkacağını ama o bir şey çıkması bana uzun geldi.
Sonra o bir şey, geçici öğretmen kılığında geldi.
Aamir Khan ♥♥
Filmin bundan sonrası ise su gibi geçti.
Böyle bir öğretmen olmak herkesin hayalidir eminim. Öğretmen olmayı hayal etmeyenlerin bile.
Çok düşündürücü, eğitici bir film.
Kim bilir kaç çocuğumuz sorunu anlaşılamadığı için aptal yerine konuyor, hiç düşündünüz mü?
Filmi izlediyseniz düşünmüşsünüzdür, filmi izlemeyenler hiç düşündü mü?
Filmin konusu yorumdan da anlaşıldığı, hatta isminden de anlaşıldığı üzere, sorunlu bir çocuğun doğru bir eğitim görmesi sayesinde gösterdiği gelişimi anlatıyor.
Elimde olsa tüm eğiticilere, hatta tüm ebeveynlere izletirdim.
21 Nisan 2014 Pazartesi
Petek Dinçöz - Can Tanrıyar Savaşı
Ders çalışacağım zaman rutin işlerimi bir kenara koyarım.
Rutinlerimden vazgeçince de bana bir sürü -sözde çalışmam için- zaman kalır.
Bu kadar boş vakitte ne yapacağıma şaşıran ben - oysa ders çalışmalıyımdır- her zamankinden farklı bir şeye bulaşabilirim.
Misal, magazin programlarına...
Her şeyi en son duyan ben, Petek Dinçöz'ün katıldığı "Söylemezsem olmaz" isimli programı canlı seyrettim.
Petek Dinçöz'ün bu serzenişleri genç kızlarımıza ders olur mu acaba?
Zengin koca, şan, şöhret.. Bunlar bir şey kazandırmıyor kardeşlerim..
Petek'in anlattıklarına, gözyaşlarına inanıyorum.
Ha hiç mi kusuru yok?
Elbette kusuru var. En baştan evli bir erkekle beraber olmayacaktı.
Yok 'sevgi bitti', 'yok ayrı yaşıyoruz', bu erkeklerin kadınları, genç kadınları kandırma yoludur zaten.
Hadi kandın be kızım, adamın iç yüzünü öğrenince bırakacaktın. Başlarım şöhretine de parasına, diyecektin! Demeliydin!
Onun yerine yırtındı adamla evlenecek diye..
Ama Petek gerçekten pek de akıllı bir kız değil.
Yaptığı en akıllıca şey, çıkıp yaşadıklarını anlatması oldu.
Petek kusurlu dedik. Peki Can'a ne demeli?
Onun için söyleyecek çok şeyim var ama en ılımlılarını yazayım, dava mava eder, param da yok ki vereyim.
Programa telefonla bağlandı ve her sözü Petek'in söyledikleri doğru dedi. O ses tonu, o konuyu çevirmesi... Bir tane soruya cevap vermedi. Erkeğin böylesine yazıklar olsun.
'Petek'i ben yarattım ben bitireceğim' edasıyla elinden geleni ardına koymadığından şüphem yok.
Bugün sanat camiasında Petek Dinçöz olsa ne olur olmasa ne olur?
Açıkçası o güne kadar aklıma bile gelmiyordu "bir Petek vardı nereye kayboldu?" demek.
Benim derdim Can ya da Petek değil, bunu anlamışsınızdır.
Bu ülkede erkek her haltı yiyor, erkektir yapar oluyor, kadın yapınca.. ne olduğunu biliyorsunuz.
Can Tanrıyar'ın oğlu babasını savunmuş 'annemden sen ayırdın' falan demiş. Sanki kız tek başına bir ilişki yaşadı. Teallamm yaa.
Petek "dayak yedim, ölüm tehdidi alıyorum" diyor, millet 'oh olsun' diyor.
Bunu da çoğunlukla maalesef ki kadınlar diyor.
Sonra da neden ülkemizde kadın cinayetleri bu kadar fazla diye ahkam kesiyoruz.
Petek yaptıklarının cezasını çekiyorsa da, tek başına çeksin istemiyorum ben. Can da onunla beraber çeksin.
Bilmiyorum, yanlış mı düşünüyorum, ne dersiniz?
Rutinlerimden vazgeçince de bana bir sürü -sözde çalışmam için- zaman kalır.
Bu kadar boş vakitte ne yapacağıma şaşıran ben - oysa ders çalışmalıyımdır- her zamankinden farklı bir şeye bulaşabilirim.
Misal, magazin programlarına...
Her şeyi en son duyan ben, Petek Dinçöz'ün katıldığı "Söylemezsem olmaz" isimli programı canlı seyrettim.
Petek Dinçöz'ün bu serzenişleri genç kızlarımıza ders olur mu acaba?
Zengin koca, şan, şöhret.. Bunlar bir şey kazandırmıyor kardeşlerim..
Petek'in anlattıklarına, gözyaşlarına inanıyorum.
Ha hiç mi kusuru yok?
Elbette kusuru var. En baştan evli bir erkekle beraber olmayacaktı.
Yok 'sevgi bitti', 'yok ayrı yaşıyoruz', bu erkeklerin kadınları, genç kadınları kandırma yoludur zaten.
Hadi kandın be kızım, adamın iç yüzünü öğrenince bırakacaktın. Başlarım şöhretine de parasına, diyecektin! Demeliydin!
Onun yerine yırtındı adamla evlenecek diye..
Ama Petek gerçekten pek de akıllı bir kız değil.
Yaptığı en akıllıca şey, çıkıp yaşadıklarını anlatması oldu.
Petek kusurlu dedik. Peki Can'a ne demeli?
Onun için söyleyecek çok şeyim var ama en ılımlılarını yazayım, dava mava eder, param da yok ki vereyim.
Programa telefonla bağlandı ve her sözü Petek'in söyledikleri doğru dedi. O ses tonu, o konuyu çevirmesi... Bir tane soruya cevap vermedi. Erkeğin böylesine yazıklar olsun.
'Petek'i ben yarattım ben bitireceğim' edasıyla elinden geleni ardına koymadığından şüphem yok.
Bugün sanat camiasında Petek Dinçöz olsa ne olur olmasa ne olur?
Açıkçası o güne kadar aklıma bile gelmiyordu "bir Petek vardı nereye kayboldu?" demek.
Benim derdim Can ya da Petek değil, bunu anlamışsınızdır.
Bu ülkede erkek her haltı yiyor, erkektir yapar oluyor, kadın yapınca.. ne olduğunu biliyorsunuz.
Can Tanrıyar'ın oğlu babasını savunmuş 'annemden sen ayırdın' falan demiş. Sanki kız tek başına bir ilişki yaşadı. Teallamm yaa.
Petek "dayak yedim, ölüm tehdidi alıyorum" diyor, millet 'oh olsun' diyor.
Bunu da çoğunlukla maalesef ki kadınlar diyor.
Sonra da neden ülkemizde kadın cinayetleri bu kadar fazla diye ahkam kesiyoruz.
Petek yaptıklarının cezasını çekiyorsa da, tek başına çeksin istemiyorum ben. Can da onunla beraber çeksin.
Bilmiyorum, yanlış mı düşünüyorum, ne dersiniz?
Etiketler:
can tanrıyar
,
magazin
,
neden hep suçlu kadınlar?
,
petek dinçöz
,
seyhandan magazin yorumları
17 Nisan 2014 Perşembe
Boşluk
Bu kolajları buldum da, kısa bir not düşeyim istedim. Gelen yorumlara cevap veremeyince huzursuz oluyorum. Cevap vereceğim ancak şimdilik ders çalışmaya çalıştığımdan blogla ilgilenmek istemiyorum.
Sadece bir kaç gün sürecek bu çalışmaya çalışmam zaten :)
Az okuyorum, hiç bir şey izlemiyorum.
Ama gelecek hafta için milyonlarca planım var.
Bak yine uzatmaya, ders çalışmayı geciktirmeye başladım.
Ara ara instagramdayım, beklerim; The_Syhn
Dua ederseniz sevinirim ^.^
15 Nisan 2014 Salı
Kardeşimin Hikayesi
İşte kitap bu.
İki günde okuduğum bu kitap hem hikaye hem de edebi açıdan kesinlikle tatmin edici.
Kimileri Serenad kadar iyi olmadığını söylese de, ben Serenad'dan daha çok sevdim.
Bu kitapla beraber okuduğum başka bir kitap vardı (isim vermek istemiyorum, çünkü o da sevdiğim tarz - sevdiğim bir yazar). Bu kitaptan sonra elime onu alınca o kadar basit o kadar sığ geliyordu ki anlatamam.
Kitaplarla dolu bir evde, şehirden uzakta kimseye dokunmadan, insanlarla ilişkisini minimumda tutan Ahmet'in sabah kalktığında önceki gece gittiği partinin ev sahibesi Arzu'nun cinayete kurban gidişini öğrenmesiyle açılıyor kitap. Olayların peşinde olan bir gazetecimiz peyda oluyor. Bu sayede siz Arzu'nun katilini ararken Ahmet'in kardeşinin hikayesini dinliyorsunuz.
Bu kadar iyi bir kitap beklemediğim için mi çok beğendim, yoksa kitap cidden çok mu iyi idi bilmiyorum ama abartılı yorum yapmayan, beklentimi arttırmayan herkese teşekkür ederim.
Beklentinizi arttırdıysam da kusura bakmayın. Okursanız/okuduysanız yorumu ihmal etmeyin ;)
İki günde okuduğum bu kitap hem hikaye hem de edebi açıdan kesinlikle tatmin edici.
Kimileri Serenad kadar iyi olmadığını söylese de, ben Serenad'dan daha çok sevdim.
Bu kitapla beraber okuduğum başka bir kitap vardı (isim vermek istemiyorum, çünkü o da sevdiğim tarz - sevdiğim bir yazar). Bu kitaptan sonra elime onu alınca o kadar basit o kadar sığ geliyordu ki anlatamam.
Kitaplarla dolu bir evde, şehirden uzakta kimseye dokunmadan, insanlarla ilişkisini minimumda tutan Ahmet'in sabah kalktığında önceki gece gittiği partinin ev sahibesi Arzu'nun cinayete kurban gidişini öğrenmesiyle açılıyor kitap. Olayların peşinde olan bir gazetecimiz peyda oluyor. Bu sayede siz Arzu'nun katilini ararken Ahmet'in kardeşinin hikayesini dinliyorsunuz.
Bu kadar iyi bir kitap beklemediğim için mi çok beğendim, yoksa kitap cidden çok mu iyi idi bilmiyorum ama abartılı yorum yapmayan, beklentimi arttırmayan herkese teşekkür ederim.
Beklentinizi arttırdıysam da kusura bakmayın. Okursanız/okuduysanız yorumu ihmal etmeyin ;)
Etiketler:
doğan kitap
,
kardeşimin hikayesi
,
kitaplar
,
roman
,
serenad
,
zülfü livaneli
13 Nisan 2014 Pazar
Sizin İçin Matthew' u Seçtim
Galiba benim Downton Abbey'm gelmiş.
:)
Evlat sevgisini ne güzel anlatmış.
Öyle ki evlat sahibi olmayanlar için bile çok şey ifade ediyor.
:)
Evlat sevgisini ne güzel anlatmış.
Öyle ki evlat sahibi olmayanlar için bile çok şey ifade ediyor.
Matthew ve Marry'nin düğünü için tıklayınız.
Etiketler:
downton abbey
,
evlat sevgisi
,
marry and matthew
,
marry matthew wedding
,
replikler
,
sizin için seçtiklerim
12 Nisan 2014 Cumartesi
Otlu Pofuduk Poğaça
Hep tatlı yapıyormuşum, az biraz poğaça börek yapmalıymışım.
Annemin ikazından hemen sonra karşıma bu tarif çıktı.
Sıradaki poğaça annemle babama gelsin diyerek kolları sıvadım.
Ben tariftekinden 1- 1,5 su bardağı kadar, daha fazla un kullandım.
Yine de yumuşak bir hamurum oldu, güzelce mayalandı. Mis gibi kokular sardı evi.
Ve puf puf poğaçam hazır!
Üzerine çörek otu veya susam da koyabilirsiniz ancak ben evde vardı, çekirdek kullandım.
Nasılsa, çöreklere koyarım diye aldığım bu hazır çitletilmiş çekirdekleri annem fütursuzca yiyordu, bari çörekte yesindi.
Yine de bizimkiler cimrilik edip az çekirdek koyduğumdan yakındılar bu arada. Buna da değinmeden edemeyeceğim.
Gidin bakın, orijinal tarifte de aynı miktarda çekirdek kullanılmış :)
Annemin ikazından hemen sonra karşıma bu tarif çıktı.
Sıradaki poğaça annemle babama gelsin diyerek kolları sıvadım.
Ben tariftekinden 1- 1,5 su bardağı kadar, daha fazla un kullandım.
Yine de yumuşak bir hamurum oldu, güzelce mayalandı. Mis gibi kokular sardı evi.
Ve puf puf poğaçam hazır!
Üzerine çörek otu veya susam da koyabilirsiniz ancak ben evde vardı, çekirdek kullandım.
Nasılsa, çöreklere koyarım diye aldığım bu hazır çitletilmiş çekirdekleri annem fütursuzca yiyordu, bari çörekte yesindi.
Yine de bizimkiler cimrilik edip az çekirdek koyduğumdan yakındılar bu arada. Buna da değinmeden edemeyeceğim.
Gidin bakın, orijinal tarifte de aynı miktarda çekirdek kullanılmış :)
10 Nisan 2014 Perşembe
Türkiye İş Bankası
Eminönü'nde önünden geçmişsinizdir mutlaka.
Ben de içeri girmeden önce, pervasızca çok gelip geçtim önünden.
Sonra bir gün..
Yav içeri girelim, dedik.
Bu yazı bir gün siz de, yav içeri girelim, deyiverin diye yazılıyor :)
Bir kere okul gezisine denk gelmeniz muhtemel. Ah o çocukların neşesi!
Bir müzeyi eğlenceli bile kılabiliyor.
Müzeyi gezerken teknolojinin gelişmesini de gözlemliyorsunuz.
Ahh daktilolar...
Daktilolar, para kasaları, hesap makineleri ve daha sonra bilgisayarlar..
Çağa tanıklık etmek ne hoş!
Ben bunu çözemedim, nedir bu :P
Ben de içeri girmeden önce, pervasızca çok gelip geçtim önünden.
Sonra bir gün..
Yav içeri girelim, dedik.
Bu yazı bir gün siz de, yav içeri girelim, deyiverin diye yazılıyor :)
Bir kere okul gezisine denk gelmeniz muhtemel. Ah o çocukların neşesi!
Bir müzeyi eğlenceli bile kılabiliyor.
Müzeyi gezerken teknolojinin gelişmesini de gözlemliyorsunuz.
Ahh daktilolar...
Daktilolar, para kasaları, hesap makineleri ve daha sonra bilgisayarlar..
Çağa tanıklık etmek ne hoş!
Ben bunu çözemedim, nedir bu :P
Etiketler:
gezelim görelim
,
müze gezisi
,
türkiye iş bankası müzesi
9 Nisan 2014 Çarşamba
My Name Is Khan
Tavsiyeleriniz doğrultusunda Hint filmlerinden oluşan uzun bir listem oldu.
3 Idiots yazıma bıraktığınız yorumlar için çok teşekkür ederim.
Ben de sizin ilginizi karşılıksız bırakmayarak düzenli olarak önerdiğiniz filmleri izleyecek, burada bahsedeceğim ^.^
Bu haftaki filmim, en çok oy önerisiyle listemin tartışmasız zirvesine yerleşen "Benim Adım Khan" oldu.
Kajol ve Shahrukh Khan'ın baş rollerini üstlendiği filmin basitçe anlatılmayacak bir konusu var. Annesine mutlu olmak için söz veren ve her zaman verdiği sözü tutan Rizvan Khan'dan insanlık dersine tanıklık ettim ben bu filmde.
Zaten hassas olduğum bir konu, bir de süper işlenmiş.. Perişan oldum, diyebilirim kısaca.
Çok fazla etkilendiğim yer oldu. Bu film, okuduğum bir kitap olsaydı eğer, bir çok cümlenin altı çizilirdi.
Kardeşinin ağlayabildiği için şanslı olduğunu söylediği kısmı hatırladınız mı?
Ya da ağladığında, annesini taklit ederek "sen benim oğlumsun, değil mi?" diye teselli ettiği sahneyi?
İşte o sahnelerde ben ağlıyordum...
Zaten mütemadiyen ağladım.
Sanırım bende gözyaşı kalmadı.
Film bitip dişlerimi fırçalamaya gittiğimde gözlerim kızarmış ve küçülmüştü.
Ben her zamanki gibi konusunu bilmeden izlemeye başladım, sadece otizm hikayesi olduğunu düşünüyordum. Belki de hazırlıksız yakalandım. Belki de dediğim gibi zaten hassasiyetimin olduğu bir konu üzerineydi. Bilemiyorum. Diyebileceğim tek şey son derece etkilendiğim.
Georgia'yı Gürcistan diye çevirmişlerdi. Bu hataya bir mana veremedim ancak yine de iyi ki orijinal diliyle izlemişim.
Listemde yeteri kadar Hint filmi var, o yüzden bu sefer filmi izleyenlerin favori sahneleri öğrenmek istiyorum.
Evet, en etkilendiğiniz sahne?
(Filmi izlemeyenlere de izleyin bence, demek oluyor bu)
3 Idiots yazıma bıraktığınız yorumlar için çok teşekkür ederim.
Ben de sizin ilginizi karşılıksız bırakmayarak düzenli olarak önerdiğiniz filmleri izleyecek, burada bahsedeceğim ^.^
Bu haftaki filmim, en çok oy önerisiyle listemin tartışmasız zirvesine yerleşen "Benim Adım Khan" oldu.
Kajol ve Shahrukh Khan'ın baş rollerini üstlendiği filmin basitçe anlatılmayacak bir konusu var. Annesine mutlu olmak için söz veren ve her zaman verdiği sözü tutan Rizvan Khan'dan insanlık dersine tanıklık ettim ben bu filmde.
Zaten hassas olduğum bir konu, bir de süper işlenmiş.. Perişan oldum, diyebilirim kısaca.
Çok fazla etkilendiğim yer oldu. Bu film, okuduğum bir kitap olsaydı eğer, bir çok cümlenin altı çizilirdi.
Kardeşinin ağlayabildiği için şanslı olduğunu söylediği kısmı hatırladınız mı?
Ya da ağladığında, annesini taklit ederek "sen benim oğlumsun, değil mi?" diye teselli ettiği sahneyi?
İşte o sahnelerde ben ağlıyordum...
Zaten mütemadiyen ağladım.
Sanırım bende gözyaşı kalmadı.
Film bitip dişlerimi fırçalamaya gittiğimde gözlerim kızarmış ve küçülmüştü.
Ben her zamanki gibi konusunu bilmeden izlemeye başladım, sadece otizm hikayesi olduğunu düşünüyordum. Belki de hazırlıksız yakalandım. Belki de dediğim gibi zaten hassasiyetimin olduğu bir konu üzerineydi. Bilemiyorum. Diyebileceğim tek şey son derece etkilendiğim.
Georgia'yı Gürcistan diye çevirmişlerdi. Bu hataya bir mana veremedim ancak yine de iyi ki orijinal diliyle izlemişim.
Listemde yeteri kadar Hint filmi var, o yüzden bu sefer filmi izleyenlerin favori sahneleri öğrenmek istiyorum.
Evet, en etkilendiğiniz sahne?
(Filmi izlemeyenlere de izleyin bence, demek oluyor bu)
Etiketler:
11 eylulun değiştirdikleri
,
asperger sendromu
,
benim adım khan
,
hint filmleri
,
kajol
,
mandira
,
my name is khan
,
otizm
,
rizvan khan
,
shahrukh khan
8 Nisan 2014 Salı
Davet Etme Sanatı
Sosyal medya nasıl bir çelişkidir.
Sözde iletişim çağındayız, iletişimsizlikten öleceğiz.
Devamlı etkileşim halindeyiz, Facebook'ta ilkokul arkadaşımıza can gönderiyor, Instagram'da tanımadığımız kişilerle soframızı paylaşıyor, Twitter sayesinde her düşüncemizi yazıya döküyoruz.
Bu mu iletişim?
En yakın arkadaşımızın telefon numarasını ezbere bilmemek mi yani?
Her şey bir yana, insanın kapı komşusunun düğün davetiyesini e-mail olarak yollaması nedir?
"Gelme istemiyorum, ama gördüğüm ilk yerde 'neden düğünüme gelmedin?' diye hesap soracağım" demektir bence. Sizce?
Ya da, Facebook'a eklenen davetiyeye yüz arkadaşı eklemek midir davet?
Ertesi gün "davet edildiği halde gelmeyenlerin de canı sağ olsun" diye kişisel ileti yazıp, vicdan yapmaya hak mı kazanır bu şekilde davet eden kişi?
Yok ben anlamıyorum gerçekten.
Sosyal medyayı dibine kadar kullanıyorum ama bunu anlayamıyorum.
Yüz yüze değil diye istediğini söylememeli insan.
Bir adabı var sosyal medyanın ben buna inanıyorum.
Sözde iletişim çağındayız, iletişimsizlikten öleceğiz.
Devamlı etkileşim halindeyiz, Facebook'ta ilkokul arkadaşımıza can gönderiyor, Instagram'da tanımadığımız kişilerle soframızı paylaşıyor, Twitter sayesinde her düşüncemizi yazıya döküyoruz.
Bu mu iletişim?
En yakın arkadaşımızın telefon numarasını ezbere bilmemek mi yani?
Her şey bir yana, insanın kapı komşusunun düğün davetiyesini e-mail olarak yollaması nedir?
"Gelme istemiyorum, ama gördüğüm ilk yerde 'neden düğünüme gelmedin?' diye hesap soracağım" demektir bence. Sizce?
Ya da, Facebook'a eklenen davetiyeye yüz arkadaşı eklemek midir davet?
Ertesi gün "davet edildiği halde gelmeyenlerin de canı sağ olsun" diye kişisel ileti yazıp, vicdan yapmaya hak mı kazanır bu şekilde davet eden kişi?
Yok ben anlamıyorum gerçekten.
Sosyal medyayı dibine kadar kullanıyorum ama bunu anlayamıyorum.
Yüz yüze değil diye istediğini söylememeli insan.
Bir adabı var sosyal medyanın ben buna inanıyorum.
7 Nisan 2014 Pazartesi
Günlerin Köpüğü {Bir Kitap- Bir Film}
Ben böyleyim işte.
Bir kitapta bir kitaptan bahseder, o kitabı merak ederim. Bir filmden bahsetse izler, bir şarkı anılsa dinlerim.
Bu kitabı listeme ekleten de çok sevdiğim bir kitap.
Bir Cihan Kafes isimli İclal Aydın kitabında geçer: Okuyanlar hatırlayacaktır, Doruk Lorin'in çok sevdiği bu kitabın, orijinal dilli basımını hediye eder.
Bir cihan kafes, çok sevdiğim, hatta geçen yıl okuduklarımın içinde en iyisi diyebileceğim bir kitap. Haliyle kitapta bahsedilen bu kitap listeye eklenmekle kalmadı, listenin üst sıralarında yer bularak kendini biran önce okuttu.
Değdi mi peki bu kadar hevesle alıp okumama?
Maalesef.. Yazar Boris Vian, bu kitabı iki günde yazmış ama üzülerek belirtmeliyim ki benim için okumak aynı hızda olmadı aksine, tam bir eziyet oldu.
Bu kadar metaforik anlatım bünyemde ters etki yaptı ve beni çileden çıkardı.
E bir de, gelmiş geçmiş en iyi aşk hikayesi, gibi yorumlar duyunca beklenti tavan tabi ama beklentim yüksek olmasaydı da benim tarzım olmayan bir kitap, sevmezdim sanıyorum.
"Madem sevmedin ne diye filmini izledin?" diye sorabilirsiniz.
Birincisi bu kitap nasıl film edilir acayip merak ettim.
İkincisi oyuncular harikaydı.
Üçüncüsü Fransız sinemasını severim bilirsiniz.
Merak etmeme gerek yokmuş, fazla kasılmamış, yani ben kitapta anlatılanlar bir mantık çerçevesine oturtulur öyle film edilir sanıyorken onlar rahat rahat filmi çekmişler.
Oyuncular çok başarılı. Kitapta da filmde de Colin'i sevmemek elde değil ve Colin'i canlandıran aktör Romain Duris'i L'arnacoeur filminden, kitapta ve filmde uyuz olduğum Chick'i canlandıran aktör Gad Elmaleh'i Priceless filminden hatırladım.
Audrey Tautou ise bir yerlerden tanıdıktı ama tam çıkaramadım :P
Filmi kitaptan daha çok sevdim, en azından hayatımdan sadece iki saat çaldı. Ve 'o çiçeğin' Chloe'nin ciğerlerine nasıl yerleştiği çok güzel anlatılmıştı.
Ben sevmedim diye siz de sevmeyeceksiniz diye bir şey yok tabii, ben üstüme düşeni yaptım. Okuyup, izleyip karşıt görüşlerinizi yazsanız memnun bile olurum, fikir olur. Benim fikrimi değiştirmeye çalışmayın yeter ki :)
Bir kitapta bir kitaptan bahseder, o kitabı merak ederim. Bir filmden bahsetse izler, bir şarkı anılsa dinlerim.
Bu kitabı listeme ekleten de çok sevdiğim bir kitap.
Bir Cihan Kafes isimli İclal Aydın kitabında geçer: Okuyanlar hatırlayacaktır, Doruk Lorin'in çok sevdiği bu kitabın, orijinal dilli basımını hediye eder.
Bir cihan kafes, çok sevdiğim, hatta geçen yıl okuduklarımın içinde en iyisi diyebileceğim bir kitap. Haliyle kitapta bahsedilen bu kitap listeye eklenmekle kalmadı, listenin üst sıralarında yer bularak kendini biran önce okuttu.
Değdi mi peki bu kadar hevesle alıp okumama?
Maalesef.. Yazar Boris Vian, bu kitabı iki günde yazmış ama üzülerek belirtmeliyim ki benim için okumak aynı hızda olmadı aksine, tam bir eziyet oldu.
Bu kadar metaforik anlatım bünyemde ters etki yaptı ve beni çileden çıkardı.
E bir de, gelmiş geçmiş en iyi aşk hikayesi, gibi yorumlar duyunca beklenti tavan tabi ama beklentim yüksek olmasaydı da benim tarzım olmayan bir kitap, sevmezdim sanıyorum.
"Madem sevmedin ne diye filmini izledin?" diye sorabilirsiniz.
Birincisi bu kitap nasıl film edilir acayip merak ettim.
İkincisi oyuncular harikaydı.
Üçüncüsü Fransız sinemasını severim bilirsiniz.
Merak etmeme gerek yokmuş, fazla kasılmamış, yani ben kitapta anlatılanlar bir mantık çerçevesine oturtulur öyle film edilir sanıyorken onlar rahat rahat filmi çekmişler.
Oyuncular çok başarılı. Kitapta da filmde de Colin'i sevmemek elde değil ve Colin'i canlandıran aktör Romain Duris'i L'arnacoeur filminden, kitapta ve filmde uyuz olduğum Chick'i canlandıran aktör Gad Elmaleh'i Priceless filminden hatırladım.
Audrey Tautou ise bir yerlerden tanıdıktı ama tam çıkaramadım :P
Filmi kitaptan daha çok sevdim, en azından hayatımdan sadece iki saat çaldı. Ve 'o çiçeğin' Chloe'nin ciğerlerine nasıl yerleştiği çok güzel anlatılmıştı.
Ben sevmedim diye siz de sevmeyeceksiniz diye bir şey yok tabii, ben üstüme düşeni yaptım. Okuyup, izleyip karşıt görüşlerinizi yazsanız memnun bile olurum, fikir olur. Benim fikrimi değiştirmeye çalışmayın yeter ki :)
Etiketler:
Audrey Tautou
,
boris vian
,
chick
,
chloe
,
colin
,
fransız sineması
,
gad elmaleh
,
günlerin köpüğü
,
kitaplar
,
lorinin en sevdiği kitap
,
romain duris
6 Nisan 2014 Pazar
Mihenk Taşı
Mihenk Taşı saplantılı ve iddialı bir aşkın kabul edilmezliklerle dolu halinin derin bir ifadesi. Aşkta korkmanın, gerçeklerden kaçmanın ve dürüstlükten ödün vermenin maliyetini ortaya koyuyor ve gözlerimizin içine bakıp, “Korkusuzca sevin,“ diyen Bayan Aubyn’in, aşkındaki korkularını kendisinden nasıl da uzağa taşıyabileceğini gösteriyor. Glennard, hayranlık duyulacak çekiciliğiyle, iki farklı kadında izler bırakırken, yaşamının dersini de Aubyn sayesinde Alexa’dan alıyor : Bir kadını en mutlu eden şey, sahip olduklarını sevdiği insana verebilmenin huzurudur.
“Her satırı tam bir keyifti.“
The Guardian
“Küçük ama harika bir kitap.“
Time Out London
“Kitabı okuyunca mektupları da okumak istedim. Önüne geçemeyeceğim bir merak duygusu ile doldum.“ Ron Rosenbaum, The New York Observer
“Mihenk Taşı, Edith Wharton’un kaleme aldığı ilk kitap. Güçlü bir yazarın kimliği karşımızda duruyor; bir devin ayak sesleri, gelişini haber veriyor.“
The New York Times Book Review
Eser Adı: Mihenk Taşı
Yazar adı: Edith Wharton
Çevirmen Adı: Özlem Sığırtmaç
Yayınevi: Altın Bilek Yayınları
Orijinal adı: The Touchstone
Orijinal dil: İngilizce
Türü : Edebiyat roman
Katkıda Bulunanlar : İlker Balkan Çağla Baş
Basım Tarihi: Nisan 2014
Basım Bilgisi: (2. Basım) Sayfa Sayısı: 126
Etiket Fiyatı: 10 TL
Etiketler:
altın bilek yayınları
,
edith wharton
,
kitap tanıtım
,
mihenk taşı
Babamın Dükkanı
Bugünü tanıtımlara ayırdım.
Şimdi de instagram hesabınızdan takip edebilmeniz için bir sayfa tanıtacağım.
Sevgili Emilianata arkadaşımız babasının kızı olduğunu ispatlayıp, onun izinden gitmeye karar veriyor.
Babasının dükkanını Instagram hesabı sayesinde ayağınıza getiriyor.
Birinden güzel objelere babamindukkani hesabıyla (ve linkiyle) irtibata geçerek ulaşabilirsiniz.
İlgili kişilere ulaşmasına vesile olursam ne mutlu.
Bu arada Instagram'da ben: The_Syhn
Şimdi de instagram hesabınızdan takip edebilmeniz için bir sayfa tanıtacağım.
Sevgili Emilianata arkadaşımız babasının kızı olduğunu ispatlayıp, onun izinden gitmeye karar veriyor.
Babasının dükkanını Instagram hesabı sayesinde ayağınıza getiriyor.
Birinden güzel objelere babamindukkani hesabıyla (ve linkiyle) irtibata geçerek ulaşabilirsiniz.
İlgili kişilere ulaşmasına vesile olursam ne mutlu.
Bu arada Instagram'da ben: The_Syhn
Etiketler:
babamın dükkanı
,
blog camiası
,
emilianata
,
instagram
,
instagramda ben
,
instagramda kimi takip edelim
Masumiyet Çağı
Kendisini kıta Avrupa`sının kökleşmiş ve kemikleşmiş alışkanlıklarından soyutlayarak, yeni tarz bir yaşama biçimi ve yeni tarz bir sosyete yaratmak hevesindeki Amerikan burjuvazisi, kendilerine Avrupa`dan geçmiş pek çok alışkanlığı küçümserken, aslında benzer bir hayatın içinde yaşadıklarını bilmiyorlardı.
Hayata bakışları da öyleydi. Bir kadın için en kötü evlilik dul kalmaktan daha iyiydi. Ama evlenilecek erkeğin duruşu, sosyal statüsü ve serveti, seçimleri zora sokuyor, bayanlar arasındaki rekabeti arttırıyordu. May, Archer ile evlenmek konusunda çok istekliydi; Archer`ın kalbi ise Madam Olenska`daydı ve onun kocasından boşanıp kendisiyle evlenmesi için elinden geleni yapıyordu.
Madam Olenska ise, ne servetten vazgeçiyor, ne de Archer`a duyduğu sevgiden. Gizlice yapılmış anlaşmalar, kadınların ayak oyunları, gizli buluşmalar, küçük ama ayıp karşılanan tensel yaklaşımların gölgesinde var olmaya çalışan bir aşk... Ama kimin aşkı daha gerçekti? Hem kıtalar ne fark ediyordu ki? Aşk, Amerika`da da Avrupa`da da aşktı...
Amerikan edebiyatının önemli kadın yazarlarından biri olan Edith Wharton, aşkın masumiyetini anlatırken bu yoldaki her türlü gizli kapaklı işi kabul edilebilir sayan Amerikan toplumuna da eleştiri getirmekten alamıyor kendisini.
Pulitzer Ödüllü bu romanı okurken May`in acısını yaşayacak, Archer için endişelenecek ve Madam Olenska`nın durumuna şaşıracaksınız. 20. Yüzyıl Amerikan edebiyatının önemli kadın yazarlarının başında gelen Edith Wharton, dünyadaki ününü Masumiyet Çağı adlı kitabına borçludur. Yayımlandığı andan itibaren artan bir şekilde ilgi görmüş olan bu kitap okuyucularına muhteşem bir hikâye vadediyor.
Eser Adı: MASUMİYET ÇAĞI
Yazar adı : EDITH WHARTON
Çevirmen Adı : GİZEM GENÇ
Yayınevi : ALTIN BİLEK YAYINLARI
Orijinal adı : THE AGE OF INNOCENCE
Orijinal dil: İNGİLİZCE
Türü : EDEBİYAT AŞK
Katkıda Bulunanlar : İLKER BALKAN
Basım Tarihi: MART 2014
Basım Bilgi si: (3. Basım)
Sayfa Sayısı: 359
Etiket Fiyatı: 17,50 TL
Çıkış tarihi : 13.03.2014
Etiketler:
altın bilek yayınları
,
edith wharton
,
kitap tanıtım
5 Nisan 2014 Cumartesi
Mercimek Köftesi Senin Neyine?
Ay mercimekler yeteri kadar haşlandı mı? Üzerine biraz daha su koyayım mı? Su fazla mı oldu?
Tereddütleri eşliğinde mercimek köftesi yapmak için hazırlanırken:
Kısır neyine yetmiyor he, diye kızdım kendime. Mercimek köftesi senin neyine?!
Boşuna telaşlanmışım, fotoğrafta soğanlar çiğ gibi dursa da pek güzel oldu. İlk defa deniyorum. Annem çok sever onun için öğrenmek istedim. Daha evvel annem de denemiş başarılı bir sonuç elde edemeyince mercimek köftesi işinden elimizi eteğimizi çekmiştik.
Geçtiğimiz günlerde arkadaşım Seda yapmıştı, ben de kendisinden tarifi aldım ve bir cesaretle yaptım. Beceremeyip rezil olmayı da göze almak gerekiyordu, bu riski de aldım.
1 su bardağı mercimekten denedim..
1 su bardağı mercimeği 3 su bardağına yakın suda haşladım, su azalınca ocağın altını kapatıp yarım su bardağı ince bulguru ekledim ve demlenmeye bıraktım. Bu işin zor kısmıydı, geriye soğanla salçayı yağda kavurup eklemek, yeşillikleri ilave etmek ve şekil vermek kalıyordu.
Verilmiş en şahane tarif değil bu farkındayım. Ben zaten benim tarifimi uygulayın diye anlatmıyorum, cesaret edin diye anlatıyorum bunca şeyi.
-Öyle de bilgece laflar ederim :)))-
Tereddütleri eşliğinde mercimek köftesi yapmak için hazırlanırken:
Kısır neyine yetmiyor he, diye kızdım kendime. Mercimek köftesi senin neyine?!
Boşuna telaşlanmışım, fotoğrafta soğanlar çiğ gibi dursa da pek güzel oldu. İlk defa deniyorum. Annem çok sever onun için öğrenmek istedim. Daha evvel annem de denemiş başarılı bir sonuç elde edemeyince mercimek köftesi işinden elimizi eteğimizi çekmiştik.
Geçtiğimiz günlerde arkadaşım Seda yapmıştı, ben de kendisinden tarifi aldım ve bir cesaretle yaptım. Beceremeyip rezil olmayı da göze almak gerekiyordu, bu riski de aldım.
1 su bardağı mercimekten denedim..
1 su bardağı mercimeği 3 su bardağına yakın suda haşladım, su azalınca ocağın altını kapatıp yarım su bardağı ince bulguru ekledim ve demlenmeye bıraktım. Bu işin zor kısmıydı, geriye soğanla salçayı yağda kavurup eklemek, yeşillikleri ilave etmek ve şekil vermek kalıyordu.
Verilmiş en şahane tarif değil bu farkındayım. Ben zaten benim tarifimi uygulayın diye anlatmıyorum, cesaret edin diye anlatıyorum bunca şeyi.
-Öyle de bilgece laflar ederim :)))-
Etiketler:
bi osho bir ben zaten
,
bilge seyhan
,
cumartesi yemek köşesi
,
mercimek köftesi tarifi
,
yemek tarifi
4 Nisan 2014 Cuma
Playful Kiss
Kuzenim bana adını hatırlamadığı bir Kore dizisi anlatıyordu. Adının bir önemi yok sen sabıkalısın, dedim. Senin önerdiğin bir diziyi daha izlemem.
"O* eski bir yapımdı bak bu yeni. Boys Over Flowers'taki turuncu kafa oynuyor, saçları kahverengi. Çok güzel ya izlesene", diyor ben de hiç oralı olmuyordum.
Benim bilgisayar çökünce ben telefona online dizi izleyebileceğim bir program yükledim. O programı kuzenime anlatırken (nasıl kanka olduğumuz da ortaya çıktı) Playful Kiss'i gördü "işte sana anlattığım dizi" dedi.
Sonra nasıl oldu bilmiyorum ben bu diziye başladım :)
Şimdi ben şayet bu diziyi izlediysem, tamamen kızın tatlılığından ötürü izledim.
Romantik komedi şeker bir dizi. Ancak esas oğlanımız kabalıkta sınır tanımayan biri. Tam bir hödük. Benim, ne kadar kabaysa sonradan o kadar nazik bir aşık oluyor, tezimi çürüten bir hödüklük.
Kendisine aşık kızdan aldığı aşk mektubunu inceleyip, yazım yanlışlarını işaretleyip, kıza iade eden bir hödüklük.
Kereta bir de tatlı ki sormayın ama. Kırk yılın başı lütfedip bir gülümsüyor da dört köşe oluyoruz.
Esas kızımız Oh Ha Ni ise körkütük aşık! Nasıl bir ısrarlı sevgi nasıl bir aşık ama sinir etti beni. Mimiklerini özellikle çok sevdiğimi söylemek isterim. Sevdiğime de şaşırdım aslında, başka bir oyuncuda ters etki yapabilirdi ama bu kıza çok yakışıyordu.
Ama asıl favorim Baek Seung Jo'nun annesi idi.
Güzelliği, tatlılığı, şıklığı bir tarafa, hep kızın yanındaydı ^.^
Dizinin konusuna hiç değinmediğimi fark ettim (Her zamanki gibi). Nasılsa ilgililer izlemiştir. İzlemeyi düşünenlere de tavsiyem bu sevimli dizi izlemeleri yönünde olacağı için konuya ihtiyaç duymayacaklardır :)
*Kuzenimin bana önceden tavsiye ettiği, benim hiç beğenmediğim ve bu nedenle artık senin önerilerini izlemem dedirten dizi ise My Girl'dür.
Bu vesileyle ayrı bir post yapmak yerine buradan bu diziyi sevmediğimi, kızın aşırı aşırı yapmacık olduğunu, kıyafetlerdeki ve takılardaki aşırılığın bayağılıkla yarıştığını, baş roldeki adamın doğallığı ve yakışıklılığından kelli diziye sonuna kadar dayandığımı söylemek isterim.
"O* eski bir yapımdı bak bu yeni. Boys Over Flowers'taki turuncu kafa oynuyor, saçları kahverengi. Çok güzel ya izlesene", diyor ben de hiç oralı olmuyordum.
Benim bilgisayar çökünce ben telefona online dizi izleyebileceğim bir program yükledim. O programı kuzenime anlatırken (nasıl kanka olduğumuz da ortaya çıktı) Playful Kiss'i gördü "işte sana anlattığım dizi" dedi.
Sonra nasıl oldu bilmiyorum ben bu diziye başladım :)
Şimdi ben şayet bu diziyi izlediysem, tamamen kızın tatlılığından ötürü izledim.
Romantik komedi şeker bir dizi. Ancak esas oğlanımız kabalıkta sınır tanımayan biri. Tam bir hödük. Benim, ne kadar kabaysa sonradan o kadar nazik bir aşık oluyor, tezimi çürüten bir hödüklük.
Kendisine aşık kızdan aldığı aşk mektubunu inceleyip, yazım yanlışlarını işaretleyip, kıza iade eden bir hödüklük.
Kereta bir de tatlı ki sormayın ama. Kırk yılın başı lütfedip bir gülümsüyor da dört köşe oluyoruz.
Esas kızımız Oh Ha Ni ise körkütük aşık! Nasıl bir ısrarlı sevgi nasıl bir aşık ama sinir etti beni. Mimiklerini özellikle çok sevdiğimi söylemek isterim. Sevdiğime de şaşırdım aslında, başka bir oyuncuda ters etki yapabilirdi ama bu kıza çok yakışıyordu.
Ama asıl favorim Baek Seung Jo'nun annesi idi.
Güzelliği, tatlılığı, şıklığı bir tarafa, hep kızın yanındaydı ^.^
Dizinin konusuna hiç değinmediğimi fark ettim (Her zamanki gibi). Nasılsa ilgililer izlemiştir. İzlemeyi düşünenlere de tavsiyem bu sevimli dizi izlemeleri yönünde olacağı için konuya ihtiyaç duymayacaklardır :)
*Kuzenimin bana önceden tavsiye ettiği, benim hiç beğenmediğim ve bu nedenle artık senin önerilerini izlemem dedirten dizi ise My Girl'dür.
Bu vesileyle ayrı bir post yapmak yerine buradan bu diziyi sevmediğimi, kızın aşırı aşırı yapmacık olduğunu, kıyafetlerdeki ve takılardaki aşırılığın bayağılıkla yarıştığını, baş roldeki adamın doğallığı ve yakışıklılığından kelli diziye sonuna kadar dayandığımı söylemek isterim.
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)