29 Aralık 2012 Cumartesi

İçten Konuşmalar


Bu kitap hakkında söyleyeceklerimi düşünüyorum. Samimi, dürüst, cesur, iddialı...
Sonra kitabın ismi geliyor aklıma. Tabii ya! Daha uygun bir isim olamazdı.

Dönüp dönüp okuduğum yerler oldu. Altını çizmeye kıyamadığım ama not aldığım.
Şaşırdığım.. Hak verdiğim..
Bazen de metaforlarını anlamadığımı hissettiğim ama anlamak için uğraşmadığım, üsluba kapılıp aktığım..

Kitabı; İstanbul, İzmir, Ankara Beta Ayakkabı mağazalarından temin edebilirsiniz.
Sibel'ime çok teşekkür ederim bu kitabı bana hediye ettiği için. Yazarın bir sonraki kitabını imzalı istiyorum ama ;)

23 Aralık 2012 Pazar

Rich Man Poor Woman

Ben aslında bir yazımda Uzak Doğu dizileri diyerek, izlediğim dizilerin Güney Kore dizisiyle sınırlı olmadığını size ima ettim.
Bu da 45'er dakikalık 11 bölümden oluşan bir dizi.
Dizinin ismi, aynı zamanda özeti.


Genç yaşta yaptığı bilgisayar programıyla ünlenmiş, paralanmış esas oğlan. Ve iş arayan saf temiz esas kız. Bir de esas kızın ayakkabıları...
Ne yaptımsa beğendiremedim bu çocuğu anneanneme. Bir çok dizimi anneannemle beraber izliyoruz artık, benle beraber twittera da giriyor. Fotoğraflarını çekip kuzenlerime yolluyorum, kıskançlıktan çatlıyorlar :)



Dizi yavaş yavaş ilerlerken birden gelişiyor, aynı bölümde hem hiç bir şey olmuyor-hem her şey oluyor. Bence sıkmıyor. Ve yine ne hikmetse bu çocuğun bu garip saç modeli beni itmiyor aksine çok yakıştırıyorum.


Yalnız karşı olduğum şeyler var.
Birincisi bu kadar kaba bir adama aşık olunmaz! Ama uzak doğulu kadınlar işi biliyor, ya içindeki yumuşaklığı  en baştan görüyorlar ya da zaten yumuşatıp şeker kıvamına getireceklerinden eminler.

İkincisi sana o denli kazık atan bir arkadaşını asla affetmezsin! Ne kadar yıllanmış olursa olsun.

Üçüncüsü. Hayat esas kızlar ve esas oğlanlardan ibaret değil, o Hyuga Toru'dan hoşlanan kız ile şefin arasını yapmaları gerekirdi. Aa bir dakika zaten öyle mi olmuştu? :)


Bu diziyi -anneannem dışında- 'ekipçek' izledik. Beraber izlemekten acayip keyif aldığım, Büşra ve Nabrut.
Nabrut'un harika "Zengin Erkek Fakir Kız" başlıklı yazısına link vermesem kıskançlık etmiş olurum.

20 Aralık 2012 Perşembe

PanCake Benden Sorulur

Şimdi telefon etseniz bana.
Müsaitsen sana geleceğim, deseniz.
Tabii, dedikten sonra duyduğunuz şey, cıp cıp cıp, olur.
Mutfakta pancake çırpmaya başladığımın sesidir o.


Çırpmak kelimesinin güzelliğini fark ediyorum şuanda. Çırparken çıkan sesten gelmiş olmalı bu kelime.

Annem bu gelişinde bana elektrikli sac getirdi. Senin ekmeklerin bunda çok güzel oluyor, dedi.
"Senin ekmeklerin" belirtili isim tamlamasındaki 'pancake'i bulunuz. :)


Zaten Amerikan kültürü etkisinde altında fazla kalmam nedeniyle sık sık yapardım, şimdi bu kolaylık sayesinde daha sık yapar oldum. Geçen gün yaptığımda kuzenim, yazlık geldi aklıma, dedi. Orada da yapmayı ihmal etmemişim :)
Bir Şeyda'ya yapamadım hala. Ama ona da yedireceğim inşallah.


Pancake sabah kahvaltısı veya 5 çayı yanına çok iyi giden yapımı kolay bir lezzettir. Üşenmeyin deneyin. Pancake tarifi her yerde var, bana yazdırmayın şimdi. ^_^
Edit: Böyle dedim ama "ille tarif, ille tarif, Seyhan sen en iyisini bilirsin, nooolur bize tarif ver" diye gelen mesajların, maillerin, yorumların sonu gelmedi madem sizi mi kıracağım?!

1 su bardağınde bir parmak eksik süt                 1 sb elenmiş un
1 adet yumurta                                                  1 tatlı kaşığı kabartma tozu
1 çimdik tuz                                                      1 yemek kaşığı sıvı yağ
1 tatlı kaşığı toz şeker

Bunları çırpıyorsunuz, kek kıvamına getiriyorsunuz, kepçe kepçe tavanıza döküyorsunuz.
Sonra süsleyip püsleyip bana fotoğraf gönderiyorsunuz. Hadi bakalım ;)

18 Aralık 2012 Salı

The Newsroom

Artık eskisi gibi CNBC-e ne yayınlarsa izlerim modunda değilim.
Zaten izlediğim dizilerin çok çok azını televizyondan takip ediyorum. 
Yaşasın internet! Reklamsız, sansürsüz.


'The Newsroom'un reklamları dönmeye başladığında hiç ilgimi çekmemişti.
Ancak Cineshoot'ın twitterda tavsiye etmesi üzerine, sen tavsiye ediyorsan izlerim, diyerek başladım bu diziye.
İlk bölümde sardı beni. Bir iki gün içinde tüm sezonu izledim. Sırf 2.sezon ocakta olacak diye ağırdan aldım hem de.  
Zaten sezon 11 bölümden oluşuyor. İşte bu yüzden tadı da damağınızda kalıyor.


Dizinin en dikkat çekici özelliği diyalogları. Çok hızlı ve herşeyden konuşuyorlar, daldan dala atlayabiliyorlar ama sonunda bir yere bağlıyorlar. Takibi zorlaştırsa da sürükleniyorsunuz ki.
İnadına doğru bildiğini savunan, objektif, etik değerleri gözeten böylece rakiplerinden sıyrılan bir haber programı. Haber konuları çoğunlukla - belki de tümüyle - gerçek. Amerika'daki gündemi bilmediğim için ne kadarı gerçek tam söyleyemiyorum.


Will McAvoy'u Mackenzie'yi Sloan'ı. Yani aslında Maggie hariç dizideki her karakteri seviyorum, Maggie'yi elime verseler parçalarım bile. Uyuz. 


Jim Harper'a ise bayılıyorum! Ama ne bayılmak! Maggie'ye uyuz olduğumu söylerken anladınız siz aslında değil mi?

Tamam artık bağlıyorum konuyu. Yalnız dizinin unutamadığım kısımlarından biri de, bu terör olaylarına ilişkin islam'ı hedef alan bir konuşmacıya Will'in verdiği cevap.
Saldırıları dinler yapmaz sosyopatlar yapar.
11 Eylüle rağmen adamlar bunu diyebiliyor.
Burada ne oluyor? Yılmaz Özdil, çocuklarına müslüman ismi yerine budist ismi koysalar keşke, diyor.

Burada bahsedince anladım ki özlemişim ben bu diziyi. Hadi siz de yeni sezona yetişin, hemen bugün izlemeye başlayın:)

16 Aralık 2012 Pazar

Kutlamanın Tatlı Yolu


Twitterdan kıskandırdım arkadaşları burası eksik kalmasın diyerek hiç vakit kaybetmeden yazmak istediğim bir yazı bu :)
Ciceksepeti.com 'dan bir hediye aldım geçtiğimiz gün.
Hediye konusunda ne kadar arıza olduğumu biliyormuşçasına, ki bilmediklerini umuyorum, hediyeyi de bana seçtirdiler.

Önce çiçek aranjmanlarına baktım. En son baktığımı hep bir öncekinden daha çok beğendim. Fiyatlar uygun erkekler şanslı diye düşündüm :)

Sonra hediye kısmına geldim, malum yeni bir yıl var önümüzde bekleyen. Ooww yooww oradan bir şey kestirdim gözüme.

En son Gurme kısmında kendimden geçtim. İyi ki varsın mı yazsın, dedim, yoksa seni seviyoruz mu?  O kadar narsistliğin bana bile fazla geleceğini düşünüp işte bunu gözüme kestirdim.


Ertesi sabah elimdeydi bu paket. Yemeye kıyamayacağımı düşündüm önce, sonra bir baktım fotoğraf çekmeyi bırakmış yemeye başlamışım.

Ama gün bitmedi. Seçmeme rağmen ikinci bir hediyeyi beklemiyordum gerçekten, o nedenledir ki akşam üzeri gelen kurye daha çok şaşırmama ve nasıl mümkün oluyorsa daha çok mutlu olmama neden oldu.


Şimdi siz söyleyin bu tam benlik değil mi?
Aynı zamanda sizlik de olabilir düşünce işte objektif kalemliğe ulaşacağınız linki veriyorum :)

Annem merak etti siz de merak edersiniz diye hatırlatmakta yarar var.
Koruyu madde içermiyormuş bu kekler, çikolatalar. Onun için uzun süre saklamak yerine hemen tüketilmesi tavsiye ediliyor. Sevdiklerinize güvenle yedirebilirsiniz yani ;)

Raşit Bey ve bu güzel aranjmanların yapımında ve ulaştırılmasında emeği geçen herkese, selamlar, sevgiler, teşekkürler..

14 Aralık 2012 Cuma

A Gentleman's Dignity

Boşu boşuna yazdığım bir Güney Kore dizisi tanıtım yazısı.
Okunmayacak korkusuyla değil, aksine okunuyor biliyorum.
Ama bu dizi hakkında bloglar o kadar çok yazdı ve de öyle güzel yazdılar ki, ben üstüne bir şey ekleyemeyeceğimi bile bile çabalayacağım.


Bu dizinin ilgi çeken yanı 40'lık delikanlıların oluşu.
Yaş ilerlemesi hiç bir şeyi değiştirmiyor aşk kapınızı her an çalabilir mesajı içeriyor.
Oyuncular olgun olunca öyle korkunç moda kurbanları ortaya çıkmıyor, hatta önceki dizilere nazaran çok ama çok daha güzel giyiniyorlar ki ben zaten bunlara her tarzı yakıştırıyorum, daha doğrusu onlar çok güzel taşıyor.


Bu da dizinin güzel hanımları. Kadınlar her zaman çok güzel olup çok güzel giyiniyorlar ama ben bu kadar güzel fiziğiyle bu kadar hoş bir albeniye sahip olanını görmemiştim.


İşte bu hanım kızımız. Kore dizilerinde adettendir başroldeki kızın pek iddiası olmaz, güya siliktir dikkat çekici değildir falan. Ama bu uzun bacaklarla bir insan ne kadar silik olabilir ki?
Çok da harika bir çift oldular, ne yalan söyleyeyim.


Dizide her bölüm başlarında bu dört delikanlıya ilişkin bir ön gösterim oluyor ki tadından yenmiyor.
Dizinin Şüphesiz en sevdiğim yanıydı. Ve tabii izleyiciye hak ettikleri sonu vermesi.


Dizideki favorim Lee Jung Rok. O tuhaf saçını bile sevdim :)


Dizideki onca kıyafet arasından favori kıyafetim ise bu.

Yok bu böyle olmayacak size dizinin hakkıyla tanıtımını yapmış bloglara yönlendirmeliyim.
Bunlardan biri şüphesiz Kore dizileri kraliçesi LaFea'nın yazmış olduğu bu yazı.
Diğeri ise izlenmemiş Kore dizisi bırakmamaya adeta ant içmiş Melike'mizin bu yazısı.

Yok ben diziyi izledim ama bölümleri hatırlamak, nadide sahnelerin üstünden geçmek isterim diyorsanız. Şüphesiz Nabrut'un hazırlayıp 2 post halinde yayımladığı yazıyı okumanızı ve mest olmanızı öneririm.
Nabrut'un yazısı 1.bölüm - 2. bölüm

12 Aralık 2012 Çarşamba

Emine&Kıvanç {Düğün Çekimi}

Emine'nin dillere destan bir beslenme şekli var. İlk tanıştığımız sıralarda bana arkadaşları tarafından bahsedilmişti. Ben de o zaman "Aa süper, seninle beraber ben de yediklerime dikkat ederim" demiş, Emine de buna çok şaşırmıştı. İlk defa biri böyle tepki vermiş genelde, biz seni kendimize benzetiriz, diyorlarmış.


Sonunda Emine gittikçe fitleşirken, ben gittikçe yuvarlaklaştım.
Düğün günü kuaförde incecik gelinimizi gördüğümde aklımdan bunlar geçiyordu.


Kuaförde bir de Zeynep vardı tabii, Ankara'lardan gelen. Belki tanırsınız ya :P Blogu şurada. Burada ise Emine ve Kıvanç düğünü yazısı. Zeynep için yazmak istediğim çok şey var, ta ki ayrı bir post olacak kadar ;)


Düğün çekimi, "Kuzey Güney" dizisini izleyenlerin yabancı olmadığı Aslanlı Köşk'te gerçekleşti ve ben günlerce o çekimi konuştum, şimdi bahsettikçe o güne gidiyorum ama merak etmeyin olabildiğince kısa keseceğim bu yazıyı. Olabildiğince ;)

Düğün çekimlerinde damat geline nazaran daha çekingen olur ya hani, biz de hiç öyle değildi. Damadın rahat hareketleri çevresindeki herkese pozitif elektrik verdi ve saatler çekim süren nasıl geçti hiç anlamadım.



Size şunu da söyleyeyim, düğünde Kıvanç ile Emine oynarken, ben de zayıflamaya karar verdim; hem o gün giydiğim ceketin düğmelerini zor kapattım, hem de Emine muhteşem görünüyordu.
Peki verdim mi? Vermek şöyle dursun, almasaydım yeterdi.


9 Aralık 2012 Pazar

Pazarları Hiç Sevmem

Ben eskiden nasıl takip ederdim vizyonu.
Her hafta ekleri için alınan gazeteler ve aylık sinema dergileri annemi çıldırtırdı.

Hangi film ne zaman gelecek, eleştirmen ve izleyici yorumlarını yakından takip ederdim.

Bana ismi çok şey anlatan bir film: Pazarları Hiç Sevmem.
Adı yetiyor yani. Kafamda şahane bir senaryo oluştu. Ancak olumsuz eleştirilerden sonra, zaten beklentim de yüksek, diyerek gitmedim - izlemedim - bilmiyorum. Sadece hala merak ediyorum



İzlemediklerimizi kenara koyup izlediklerimize gelirsek - ki ben bu ara fena halde dizi izlediğimden çok az film izliyorum, bir Fransız - bir ABD - bir Alman filmi var bugünün önerilerinde.

Hors de Prix (The Priceless)


Benimle daha önce film izleyenler bilir, film ilk başladığında jenerik bazen ilgimi çeker ve film hakkında notumu o dakika veririm.
Bu film başlarken de, ayy çok sevdim, diye notu verdim. Her zaman tutmaz bu arada ama bu sefer tuttu. Bir de ben bu kadını pek seviyorum, yüz hatlarına bayılıyorum falan.
Konusuna gelince. Konusunda gelmeyelim ya eğlenceli bir Fransız filmi, izleyin derim ben.

Mamma Mia!


Müzikal severim ben. Durup dururken insanların birden şarkı söyleyip dans etmesini neden sevmeyeyim :)
Evlenme arifesinde bir genç kızın babasını bulma macerası diyelim konusu için.
Öyle ahım şahım bir film olmasa da müzikal sevenler, oyuncular için izleyebilir.

Goodbye Lenin


Doğu Almanya yıkılmadan kalp krizi geçiren 8 ay komada kalan kadının uyandıktan sonra, oğlunun değişimi ondan saklamasını anlatan bir film. Bunu kuzenim ısrarla tavsiye etmeseydi asla izlemezdim. Ya da başında sıkılır değiştirirdim. Siz de benim tavsiyemle başlarına biraz sabredip sonra çocuğa hayran kalabilirsiniz. hatta sonra sıkıldıkça filmin müziklerinde kaybolabilirsiniz ;)

İyi seyirler..

7 Aralık 2012 Cuma

Küçük Mucizeler Dükkanı

Yine herkesten sonra okuduğum bir kitap.
Okuduğum yorumlar yeteri kadar iyi gelmemiş demek.

Zira ben de, çok da beklemeden okuduğunuzda memnun kalacağınız ama para vermesiniz de birinden bulup okusanız daha memnun kalırsınız intibası uyandırmış bir kitaptı.

Sonra.
Sonra ben  bir gün bu kitabı elime aldım ve o gün 2/3'ü bitti.
2/3'ü biterken ben kah hüzünlendim, kah mutlu oldum,  kah aşık oldum, kah ayrıldım.
Ben o 4 kadınla beraberdim. Pasiftim ama yanlarındaydım.

İşte bu denli etkiledi beni.

Örgü örmeyi çok seven bir kadının hayalleri doğrultusunda bir iplik dükkanı açması ve bu dükkanda örgü kursuyla kesişen/değişen hayatları anlatıyor.

Kitabın bir yerinde, ya Debbie Macomber (kitabın yazarı) ölürse diye düşünüp hüzünlendim. Kitabı bitirince kendisine mektup yazmak istedim.
İşte bu denli sevdim.

Doğru kitabı okumak doğru zamanda okumak kadar önemlidir. Hala okumadıysanız bu kitabı okumak için doğru mevsimdesiniz ;)

4 Aralık 2012 Salı

Blogger Olmayanlar İçin Blog Takibi

Blog takibi ciddi bir iştir.

Ordan oraya atlayıp sonunda çok hoşunuza giden bir blog bulursunuz bir çok yazısını okursunuz ama ertesi gün tekrar açmaya kalkıştığınızda sayfanın adı gelmez aklınıza.
Bir kız vardı adı Ayşe idi, dersiniz ama gitmiştir..

Veya takip ettiğiniz bloggerlar güncelleme yapmış mı diye her pc açıldığında bloguna girersiniz falan.

Bloggersanız sorun yok da, derdiniz sadece blog takip etmekse iki önerim var size.

Ben blog açmadan önce bloglovin kullanıyordum.
Sevdiğim blogların url adreslerini kaydediyordum mail adresimle giriş yaptığım zamanda kaydettiğim blogların güncellemelerini takip edebiliyordum.
O yazmış mı, bu yazmış mı, diye kontrol etmek yok.

Ama bloglovinden de güzel bir şey varsa o da gmail hesabınız...
Gmail hesabınızla blogger.com adresinden giriş yaptıgınızda  bloggerların kumanda panelinden biraz eksiğiyle karşılaşacaksınız.
İzlemeye aldığınız blogların takibini o şekilde yapabilirsiniz. Büyük rahatlık. Hem yorum bıraktığınız zaman belli bir kullanıcı adınız olacak, her seferinde isim girmek zorunda kalmayacak, belki de seçtiğiniz nickle tanınacaksınız ;)
Hem de takibe alarak blog sahibini sevindireceksiniz.
Şuandan itibaren takipçi sayısında gözüm, yazının getirisi olacak mı merak ediyorum :)

2 Aralık 2012 Pazar

Mihrimah Sultan Camii-Edirnekapı

"Bu ne camii?" diye garip bir soru sormuş olabilirim, azcık yakınından geçerken.
"Bu herhalde diğer Mihrimah Sultan Camii" gibi garip bir cevap almış olabilirim.

Öyle her camiyi sormam, içime doğduysa demek ki!..

Çok istiyordum Mihrimah Sultan adına yapılmış ikinci camii olan bu camiyi görmeyi.


Bu caminin hikayesini bilmeyen yoktur sanırım.
Diyorlar ya Mimar Sinan, Mihrimah Sultan'a aşıkmış diye.
Hep bu caminin başının altından çıkma işte o doğru olup olmadığı belli olmayan aşk hikayesinin.


Mimar Sinan'ın yerini hesaplayarak belirlediği bu ikinci cami ile Üsküdar'daki camiyi görebilecek şekilde yer bulursanız, 21 martta Edirnekapı Camii’nin tek minaresinin arkasından güneş batarken, Üsküdar’daki caminin minareleri arasından ay doğmakta olduğunu görebilirsiniz.
21 mart ise, Mihrimah Sultan'ın doğum tarihidir.

Gel de çıkan dedikodulara inanma. Benim bu konuda farklı bir görüşüm var ama ilerde kitap yazarsam artık orda okursunuz :) Nasılsa kimse kaynak maknak göstermeyip yorumluyor artık, ben neden yapmıyayım ;)


Çok sevdim ama, acayip çok sevdim. Nedense böyle bir cami hayal etmemiştim, onu da içeri girdiğim anda farkettim.
Bu arada 3 yılda yapılan bu camiyi 11 yılda restore etmişiz, ne güzel! Gerçi etraf hala inşaat alanı gibiydi. Ama o bile güzelliğine gölge düşüremiyor.

28 Kasım 2012 Çarşamba

Aşure

Ben çok severdim aşureyi, her şeyi sevdiğim gibi.
Sonra bir ara soğudum. O ara ne kadarlık bir süre bilmiyorum belki bir yıl belki iki. Sonra giderek aşure sevgim büyüdü, bu yıl ise tavan yaptı.

Muharrem 1'den itibaren aşure bekler oldum.
Dışarda da yemiyorum, nasılsa gelir diye.
Kim getirecek peki? Konu komşu.

Rumeysa diyor ki bunun üzerine, anladım ki herkes komşusundan bekliyor aşureyi kimse yapmak niyetinde değil.
Sünter ise, aşurenin yapılanı değil komşudan geleni makbul, diye özetliyor.
İkisi de öyle haklı ki.

Ama gel gör ki ne gelen var ne giden, kimse getirmiyor bana aşure. Ben krizlerdeyken Sümmeyye'nin de verdiği gaz ile kendim yapmaya niyetleniyorum.
Niyetleniyorum ama. Henüz yapmıyorum.

Muharrem 10 oldu sonra. Artık bugün yapar birileri, hatta ev dolar taşar diye bekledim.
O gün de oruç tutmuşum. Aşure krizim maksimum ölçüde.
Ben de kuzenimi bi' yoklayayım dedim, ki meğer aşure yapmışlar ama bana getirecek kimse yok muymuş?
Ben tüm çingeneliğimle bi' çemkir, bi' çemkir.
Hava da mu soğuk. Saat olmuş akşamın bi' yarısı.

Ama o aşure o gece geldi ve yendi.
Yediğim şüphesiz en güzel aşureydi!

Bu fotoğraf tabii ki o günden sonra gelip duran aşurelerden biri :)
Allah olmayanlara da versin lafı ne kadar güzel duaymış meğerse.

Allah olmayanlara da versin.
Bu sene belki yapmadım ama seneye kimseden beklemem, yaparım arkadaş.!

26 Kasım 2012 Pazartesi

Yüzyılın Aşkları

Ahh bu kitap..
Bu kitabı ilk çıktığı günden beri okumak istiyordum.
Çeşitli insanlara defalarca aldırma girişimlerim hep sonuçsuz kaldı.
Neden kendim almamışım orası da muamma...

Daha sonra ise Can Dündar'a olan kızgınlığım yüzünden almadım. Yoksa hep aklımdaydı bu kitap. Hep ama!

Sonra, neyse işte sonrası malum hasret aradan kalktı da kavuşup bir iki günde kitaba kanamışcasına içtim, bitirdim.

Tam beklediğim gibi, klasik Can Dündar üslubuyla bilgileri verirken akıcı ve şiirsel anlatımına hayran bırakıyor.

Yalnız, anlattığı aşkların şahane olmasını beklemeyin. Çoğunda acı çeken üçüncü tekil şahıs var! Çok içimi acıttı bu ve aslında dikkatli bakarsak başkalarının acıları üzerine mutluluk kurulamadığını görüyoruz.

Kitapta anlatılanlar içinde en sevdiğim aşkların bizim zamanımıza yaklaştıkça yaşanan aşklar olması ise benim için ümit verici.
Son sayfayı bitirdiğimde boğazıma bir yumru çoktan yer etmişti bile..

20 Kasım 2012 Salı

Siz Hiç..


Yaşayamadığınızı hissettiniz mi hiç? Ya da hislerinizin yaşamadığını... Nefes alıp, veremediğiniz oldu mu? Ya da nefes verip devamını bulamadığınız? Kimseye, hiçbir yere, herhangi bir zamana ait olmadığınızı fark ettiniz mi? Saklanacak bir köşe aradığınızda, biletsiz gidilen, isimsiz, yalandan bir yer keşfettiniz mi, hayatı terk etmeden ulaşabileceğiniz?
Petek Kışlalı Olcan
İçten konuşmalar (syf54)

18 Kasım 2012 Pazar

Rooftop Prince

Ne zaman Güney Kore dizisi yorumlayacak olsam baştan bir açıklama yapma gereği hissediyorum.
Oysa benim en çok okunan yazılarım onlar, bunu biliyor muydunuz?

Bu ara ise yoğun bir şekilde gerek uzak doğu gerekse uzak batı :P dizileri olsun, izliyorum da izliyorum.
Böyle giderse beynimle vedalaşmam gerekecek.

Rooftop Prince'i, Nabrut bizler için seçti ve Twitter üzerinden takibini yaparak 4 kişi beraber aynı anda aynı bölümleri izledik. Böylesi oldukça keyifli oldu, ki şimdi başka bir diziyi o şekilde takip ediyoruz. Ona da sıra gelecek ;)


Veliaht prensesin öldürülmesiyle cinayeti işleyenlerin peşine düşen veliaht prens zamanda sıçrayış sonrası kendisini 300 yıl sonrasında bir çatı katında buluyor.
Peki ama neden?


Ortama uyum sağlama süreçleri oldukça eğlenceli.
Yani ilk bölümlerde kahkahalarla güldüğüm doğrudur. Sırf onun için bile izlenebilir ;)


Secret Garden'in senaristinin elinden çıkma bir dizi bu. Kuvvetli tercih sebebi buydu.
Zaten tarz olarak hatırlatıyor, yani bana hatırlattı.


Sadece sonlara doğru biraz çekiştirdiler, heyecan yapalım derken biraz sıktılar sanki.
Benim finalim biraz daha güzel olabilirdi ancak öyle BOF'daki gibi korkunç bir son da yoktu hani :)

13 Kasım 2012 Salı

En Yeni Fotoğraf Makinem

Başlığa aldanıp gelenlerden hemen özür dileyelim.
Sandığınız gibi değil, çekilebilirsiniz :)


Ne zamandır aklımdaydı bundan bahsetmek. Dün taktığımda, bir de birlikte hatıra fotoğrafı çektirince, e artık sırası gelmiş, dedim.
Yıldız'ımın hediyesi bu kolye. Çok mu şirin ne ;)

Yıldız demişken bana pasladığı mimi de hatırlıyorum ve hemen yanıtlıyorum.
Aslında mimlerle pek aram yok.
Ama Yıldız'ın bu mimi yanıtladığını okuduğumda o kadar hoşuma gitmişti ki, n'olur bana yollasın, dediğimi sonunda beni mimlediğini görünce sevindiğimi bilirim.
Yalnız zorlandım, zorlanmadım değil. Zira benim repertuar geniş :D


Sesinizin çok güzel olduğunu farzedin ve ideal sahne performansınızı tarif edin. (Hangi şarkıyı söylerdiniz, nasıl giyinirdiniz, size kimler ya da hangi aksesuarlar eşlik ederdi?)

Allah'ımmm.. Bu soru karşısında içimdeki ergeni susturamıyorum ve cevabı o Metalica Unforgiven II olarak veriyor, tabii ki bir çılgın gibi şarkıyı söylüyor ve tabii ki bateriyi o çalıyor..
Ahh gençlik ahh..

Özel bir gününüzde bir koro yada özel bir kişi sizin için sürpriz bir parça hazırlamış. Parçanın özelliği sizi tarif etmesi. Hangi parça olurdu bu?

Bu şarkı hiç şüphesiz Sezen Aksu - Şanıma İnanma olurdu.
Emir'den Ben sen olamam olurdu.
MFÖ'den asabiyim ben bile olabilirdi.
Çok alakasız mı oldu şarkılar, o zaman alın size ortak bir özellik, hepsinde koroya dalıp şarkıyı ben katlediyorum ;)

İçinizde kalmış, söylenmemiş bir takım şeyler var. uygun şartların bir araya geldiğini hayal edin. O kişiye (yarım kalmış bir aşk, kırgın olduğunu bir dost vs.) duygularınızı anlatabileceğiniz bir fırsatınız var. Ona hangi şarkıyla duygularınızı anlatırdınız?

İçimi yokluyorummmm.. I Ih! Yaşayamadık ki şöyle afilli bir ayrılık :/

Sizi şu an okuyanlara göndermek istediğiniz parça?
TRT'de  başlayacak bir dizi reklamında çalıyordu bu şarkı. Bayıldım ben. Biraz geriden geliyorum arkadaşlar idare ediverin ;)



Elma kurdum ve Nabrut bu mimi nasıl yanıtlardı diye merak ediyorum :D

11 Kasım 2012 Pazar

Sokakta Hayat Var


Havalar bu kadar soğumadan, yani ben, sonbahardayız ama neden hava böyle sıcak diye söylenirken.
Bir hafta içi, hadi bari bu güzel havaların tadını çıkaralım, diye Ortaköy'e gittik.
Tadı damağımda kaldı.
Meğer Ortaköy hafta içi ne kadar güzelmiş!

Yediğim En kötü kumpiri de o gün tattım!
Ee Büfelerden almazsan böyle olur!
(Dedikten sonra bu fotoğrafı koymam, kumpiri buradan almışım gözükebilir, ama maalesef buradan almadım yanlış anlamayın!)
Hani böyle büfelere yaklaştıkça büfedekiler sizi kapmaya çalışır, siz de böyle afallarsınız zar zor mahcup bir şekilde waffle yiyeceğinizi söylersiniz.. Sonra içlerinden biri "E bari fotoğrafımızı çek" der..

Bir sonraki kumpiri nerede yiyeceğim belli;)

Büfeler çok eğlenceli.

Sonra, neyi çekiyorsun, diye kareye giren bir abimiz.

Oldukça fotojenik. Gerçi o, çekenle de alakalı diyor. Karşılıklı iltifatlaşıyoruz :)
Tezgahı da çekebiliyorum sonunda. Orjinal çünkü.


Bunlar magnet, istediğiniz fotoğrafı da çalışabiliyorlar.
Boyut boyut da yaptırabiliyorsunuz. Tabii büyük yaptırınca magnetlikten çıkıyor :)
Ama çok güzel bir hediye olmaz mı bundan? Ben yazdım bir köşeye.


İşte gerçek bir hayvan sever! Çok seviyorum bu fotoğrafı!
Çünkü ben kedilerden köşe bucak kaçarak, ağzım burnum çikolata içinde kalarak yiyebildim waffleımı.

Ne çok insan çekmişim o gün ben.
Kapanış Fotoğrafı geliyor, canım waffle çekti iyi mi :/