25 Temmuz 2019 Perşembe

Dokuzuncu Gün; Viyana

Birinci gün; Bulgaristan
Altıncı gün; Brugge
Yedinci gün; Volendam ve Amsterdam
Sekizinci gün; Dresden
Sekizinci gün; Prag

Aslında biliyor musunuz benim için ne olduysa Viyana'da oldu.
Benim kayış Viyana'da koptu. Viyana'da zıvanadan çıktım. Şimdiye kadarki anlattığım şeylere hep gülüp geçmiştim. En fazla kendi aramızda dalgasını geçer olmuştuk.

Geceyi Prag'ta geçirdik. Kahvaltı sonrası yola çıkış saatimiz ne oldu biliyor musunuz?
11 !!! Viyana'ya vardığımızda saat 3'ü. Ve toplanma saatimiz de 7! Yedide toplanıp ne yapacağız biliyor musunuz? Bratislava'ya gidip otelde pinekleyeceğiz!
Evet, on yıldır bu işi yaptıklarını söyleyen  ve kendini zerre geliştirmemiş bir ekiple yola çıkınca Viyana sadece şinitzel yiyip döneceğiniz bir yer oluyor. Başka bir şey yapmaya gerek yok canım! Osmanlı iki kere kuşatıp alamamış, müzede bir sürü Osmanlı eseri sergileniyormuş, Viyana'da bir de Türkenschanzpark diye bir yer varmış adamların umurunda değil. Otelden otele gidip yatma peşindeler.
Ben beni gezdirsinler derdinde en başından beri olmadım inanın, eğer sinirimi bu sanıyorsanız. Ben birkaç saat daha fazla zaman geçirebileceğim yerde, bunların uyumasını, sigara molalarını, geri zekalılıklarına giden zamanı düşünüp sinirleniyorum. Detaylara girmeyeceğim ama Viyana kalbimde yaradır. Bir gün tekrar gitmek, gittiğimde de uzun uzun kalmak istiyorum ♥

Otobüs ile sözde panoramik turumuzu atarken,Opera binası, Belediye binası, Prater önünden geçtiğimiz yerler oluyor. Beldevere Sarayında fotoğraf molası veriyoruz.


Daha sonra rehber müsveddesi bizi Aziz Stephan Katedraline götürürken birden serbest zaman ilan ediliyor. İsviçre cad. indiğimiz yerde yediye buluşmak üzere sidik kokuları eşliğinde Kilisenin olduğu St. Stephan Meydanına ulaşıyoruz ve kiliseyi geziyoruz.


İlk önce içip içip nere bulurlarsa işiyorlar diye düşündüm ama bu koku atlardan geliyor olmalı, bu yoğun kokunun başka bir açıklaması olamaz.


Faytonlar güzel, atları sağlıklı görünüyor. Bizim orta çağdan kalma atlarımız ve arabalarımız gibi değil yani 🙈 50 euro gibi cüzi(!) bir miktardı fayton turu fiyatı :))))

Sidik kokusuna takılmayı bırakıp Katedralin çok yakınında olan Mozart'ın evine gidiyoruz. Kapıdan bakıp fotoğraf çekip yola devam ediyoruz. Mozart burada 2.5 yıl yaşamış. Giriş 11 euro :/ Viyana pass varsa ücretsiz.

Bu arada instagramdan istediğim Viyana tavsiyesine Snitzel ye yazanlara teşekkür ediyorum, hiç de aklıma gelmeyen bir şeydi!!! Bir daha da sizden tavsiye isteyen ne olsun 😂😂


Hofburg sarayına doğru yola çıktık. Ankeruhr denilen saat yolumuz üstündeydi de onu da görebildik. İki binayı birbirine bağlayan köprü gibi gözüken bu saatin özelliği her gün saat 12'de ünlü şahsiyetlerin geçit töreni yapması. Nasıl yani? Videoları var, merak edenler izleyebilir.


Hofburg'a doğru ilerlerken bu fayton neden o sokağa girdi biz de girelim diyoruz ve güzel bir şey oluyor, Viyana'da yaşayan bir Türk'e rastlıyoruz. Yaşasın benim gördüğüm her müslümana selam verme gayretim :) Yaşasın Viyana'da yaşayan abimizin de yabanıl olmaması :)


Bize çok şey anlatıyor, resmen "biz birkaç saat önce geldik birkaç saat sonra ayrılacağız" demeye utanıyoruz. Yolumuzu azıcık değiştirip o metroya giderken biz de peşine takılıyoruz, çünkü veba anıtına yakın olduğumuzu öğreniyoruz, görmeden geçmeyelim diyoruz.


Veba anıtının olduğu cadde, vebadan ölen insanlarının kemiklerinin gömüldüğü yermiş ayrıca. Cadde bu toplu mezarın üzerine kurulmuş resmen😨 Hatta yanlış anlamadıysam metroya inerken sergilenen kemikler varmış.

Hofburg Sarayına geliyoruz. Kahve için çok az zamanımız kaldı. Buranın içinde bir de viyana milli kütüphanesi var. İçeri girmiyoruz, şu çimlerde bile oturmuyoruz. Aklımızda olan iki adet meşhur cafe var, onlarda kahve içmek istiyorsak fotoğraf çekip dönmemiz lazım.


Cafe Demel. Kraliyet pastanesiymiş. Oturacak yer yok, tırıs tırıs ayrılıyoruz, Cafe Central'e gidelim. O da ne: kuyruk! Yok artık..
Nasip değilmiş, yola devam. Bu arada iki kafede de oturamamış olmanın üzüntüsü içindeyken zevkine güvendiğim kişilerin çok da şey yapma demesi teselli oluyor ne yalan söyleyeyim.


Buluşma yerine geliyoruz, otobüs yok, gidip bari "coffee to go" alalım. İsviçre cd. başında bulunan Casteletto'dan Viyana kahvesi alıyoruz ve hayal kırıklığı.
Ama yine o rastladığımız Türk - neden adını sormadım acaba :/- demişti, Türk kahvesi bence en güzeli demişti! Gene haklı çıktı.


Hundertwasser house için tur lideri sizi götüreceğiz demesine karşın götürmedi, otobüse bindikten sonra Bratislava'da merkeze gayet uzak bir otele gitmek üzere yola çıktık. Ayrıntıya girmeyeceğim, sonra sakinleşmem uzun sürüyor :)

Arkası yarın.

24 Temmuz 2019 Çarşamba

Sekizinci Gün; Prag

Birinci gün; Bulgaristan
Altıncı gün; Brugge
Yedinci gün; Volendam ve Amsterdam
Sekizinci gün; Dresden

Hala sekizinci gündeyiz. Dresden'den yola çıktık Prag'a gidiyoruz.
Çok meraklıyım. Kesin çok seveceğim. Ama unuttuğum bir şey var ne zaman beklentim yüksek olsa sonu hayal kırıklığı olur. Bu sefer de bir istisna değil aynen hayal kırıklığı.
Baştan söylüyorum bakın, taşlamayın beni: Ben gördüğüm kadarıyla Prag'ı sevmedim.

Rehberimizin Çekya'da yaşayan Çekli biriyle evli Türk asıllı biriydi. Dediğine göre Avrupa'nın en fazla turist alan 4. şehriymiş ancak İstanbul Prag'dan daha fazla turist almasına karşın Avrupa'dan saymadıkları için listede dördüncü sıradaymış. Döndükten sonra baktım dünyada en fazla turist alan şehirlerde ilk ondayız, ne Avrupası! Bu arada Antalya da en fazla turist alan şehirlerden.
Zaten neden olmasın, bu kadar güzel olup bu kadar uyguna nerede tatil yapabilirler, ben olsam hep gelirdim Türkiye'ye :)

Neyse Konuyu dağıtmayalım.
Prag'da ilk olarak Prag kalesine çıktık. 9. yya kadar uzanan burada, devlet başkanları ofislerini bulundurmuş.
Aynı yerde görkemli neo-gotik tarzda yapılmış, yapımı 600 yıl sürmüş Aziz Vitus katedrali görülmeye değerdi.

Yer yer siyahlaşmış olmasının nedeni Dresden'dekiler gibi bombalardan etkilenmiş olması değil, kullanılan malzemeymiş.
Prag İkinci Dünya savaşında bombalanmayan Şanslı şehirlerden.


Kaleden inerken Prag'a tepeden bakabildik. Bu arada rehberimiz dur durak bilmeden konuşuyordu. O kadar detay veriyordu ki cümleyi bağladığında bu konuya nereden geldiğini unutmuş oluyordum.


Kafka müzesinin, en dar sokağının, Nazım Hikmet'in kaldığı otelin önünden geçip Karlův/Karl/Charles köprüsüne geliyoruz.



Tıklık tıklım her yer. Çok sıcak. İlk defa birileri çarpıyor ve sorry bile demiyor.
14.yyda yapılan bu köprüde, asıllarının Ulusal Galeri Lapidarium'da sergilendiği birçok replika heykel bulunmakta.


Köprüden manzara harika.
İnsanları yara yara Eski Şehir Meydanına gidiyoruz. Ne kalabalık ne kalabalık!
Astronomik saatin oraya varıyoruz. Neyse ki saat başı gösterisine 5-10 dk var ve meydanda internet çok iyi 🙏



Saatin tarihi işlevsel yönü umrunuzda olmasa da saatin tipi çok ilginç. O açıdan bile güzel.  Rehberimiz dedi ki hiç saati anlamaya çalışmayın ben kurs aldım ama hala anlamıyorum:)
Ama tabii olayı bu değil. İlk olarak 15.yy yapılmış. İlk yapanın kendini saatin işleyen mekanizmasına atarak intihar etmesi sonucu saati bozmasıyla bile bitmeyen bir hikayesi de var.
O saat yanlarında duran her bir figür de yine bir şeyi simgeliyor.


Yine de tabii saat başı o pencerelerin açılıp 12 havarinin bir pencereden çıkıp diğer pencereden kaybolmasını beklemek de ne derece hoşunuza gider bilemiyorum ama ben bu mu yani şoke oldum desem yeridir :)

Bu arada Çek Cumhuriyeti'nin inancına göre ola ki saat bir gün durursa bu ülke için felaketlerin kapıda olduğu anlamına geliyormuş. Ne diyelim saatiniz bozulmasın :P

Artık serbest zamana geçiyoruz.
Allah'ım serbest zaman en bi' sevdiğim!
Şu kalabalıktan uzaklaşalım da nereye gidersek gidelim! Haritadan Dancing House'a bakıyoruz ve "hurá"!


Oh sakin yollar, köprüler.. Ve Dancing House.


Prag'ın simgesi haline gelen bu binaya Çek'liler Fred ve Ginger de diyorlarmış.
İçerisinde iki kat otel olarak kullanılıyormuş ayrıca restaurant ve sanat galerisi de varmış.

Serbest zaman bitmek üzere meydana geri dönüp biraz da orada vakit geçirelim ve şu Trdelnik denilen meşhur tatlıdan yiyelim.

Arkası yarın.

22 Temmuz 2019 Pazartesi

Sekizinci Gün; Dresden

Birinci gün; Bulgaristan
Altıncı gün; Brugge
Yedinci gün; Volendam ve Amsterdam


Sekizinci günümüz biraz yoğun iki farklı ülkeden iki şehir var.
Bütün gece yolda Almanya'yı bir uçtan bir uca geçtikten sonra Dresden'de mola veriyoruz. Elbe'nin Floransası olarak adlandırılan bu şehirde biz sanırım sadece bir saat geçirip tekrar yola çıkıyoruz.


Kale avlusu olarak bilinen Zwinger'e girip hiçbir şey bilmeden turluyoruz. Burasının yapımı 1728'de bitmiş. Bahçesinde büyük bir çadır var. Düğünle alakalı bir şey. Hayır hiç de oraya girmedim! Vaktim olsa girerdim ama :))
Bu bahçe aynı zamanda farklı köşkleri de birbirine bağlıyor. Keşke biri bana anlatsa :)
Buraya hiçbir ücret ödemeden girdik bu arada. Ne güzel çekim yapılır burada var ya..


Oradan çıkıp meydandaki Frauenkirche/Kadınlar kilisesini geziyoruz. İkinci dünya savaşı sırasında bombalanıp moloz yığınına dönen kilise ancak 1990'ların başlarında orijinal taşlarıyla yeniden yapılmasına karar veriliyor. Yapılması çok zor görülüyormuş ama o kadar bağış yapılmış ki belirlenen tarihten bir yıl önce tamamlanmış.
Yani bu kilise bir çok şeyin simgesi.


Kapısında hani şu hareketsiz duran adamlar var ya turko turko, diye seslendi ben de selam verdim. Almanca Türk müsün diye sordu evet dedim baş parmağını kaldırdı :)) İnsanın hoşuna gidiyor.


Babam çok sıkı tembihledi. Dresden'de kahve içip kuru erikli tart yiyeceksin, diye. Ama vaktim kalmadı. O kafelerde ben de keyif çatmak, kahvemi içerken babamı görüntülü aramak isterdim. Ama Prag için yola çıkmamız gerekiyordu.
Tur programına görülecek şehirlerin sayısı artsın diye eklenmiş biz tura katılanların içinde nereyi gezdik acaba diye soru işaretleri kalsın diye götürüldüğümüz bir şehirdi.

Çok uzayacak bu yazı Prag için bir arkası yarın yapalım, olur mu;)

21 Temmuz 2019 Pazar

Yedinci Gün; Volendam ve Amsterdam ♥

Birinci gün; Bulgaristan
Altıncı gün; Bruge

Yedinci günden herkese merhaba!
Brükselden ayrıldıktan bilmem kaç saat sonra gece birde Hollanda'daki otelimize giriş yaptık.
Yarı uykulu otobüsten inerken dirseğimi çarptım (nereye de çarptığımı bilmiyorum ama) dirseğimden bileğime ulaşan bir yanma bir sızı yaşadım ki şimdi anlatırken bile aynı acıyı hissediyorum.
Gerçi hala hafifçe dirseğimi bir yere çarpınca hatta ne çarpması dayayınca bile bileğim sızlıyor. Neyse ki otele girmeden az evvel oldu bu çarpma, hemen buz istedim, resepsiyonist de canım benim koca bir poşete doldurmuş buzları, bir de beze sarıp getirmiş.
Sabah göremedim yoksa onu öpecektim :)) O kadar rahatlattı ki beni o buz.
Bilemiyorum tevafuk mu ama Paris fotoğraflarını yeni paylaşmıştım.. Bilemiyorum.. Bir şey de demiyorum :)

Otelimiz çok güzeldi. İnternetimiz de öyle. Sancı içinde buz poşetimle uyumuş buz poşetini patlatmadan sancıdan da kurtulmuş bir şekilde uyanıp güzel bir kahvaltı ettikten sonra (artık ne kadar güzel olabilirse) Volendam'a doğru yola çıkıyoruz.


Volendam da Brugge gibi küçük, elit, birbirinden güzel evlerin olduğu ancak turist kaynayan bir yer. Evler daha yeni daha modern ve çooooookkk güzel. İnsanların estetik anlayışına hayran kalmamak elde değil. Bahçeleri, evlerinin önü o kadar özenle yetiştirilmiş çiçeklerle dolu ki..


En güzel turistik eşyalar, hatıralıklar Volendam'daydı. Tartışmasız. Şimdi her şeyi görmüş olmanın rahatlığıyla bunu diyebiliyorum ama o zaman neyse her şeyi buradan almayayım diyordum. Siz giderseniz bence buradan yapın alışverişi.


Volendam turundan sonra Amsterdam için yola çıktık ama yolda bir cami molası verdik.
Tam iki saat!!!!!!!!!
Güya bizim için lahmacun yaptırmışlar, yedik kalktık e gidelim diyoruz yok iki saat bizi orada tıktı bu tur şirketi. Diğer otobüsteki tur elemanı gelip lahmacun yedi çünkü!
E diğer grup Amsterdam'a gitti de noldu oturmuşlar çimlerde, demiş bi de!
Hay ben sizin sahip olmadığınız vizyonunuzaaa!!
Zaten bir de camiye girdiler götleri gözüken şortlarla!
Sizin camiye böyle giriliyor herhalde, dedim cami yetkililerine! Şok oldular var ya! Sonradan onları kırdım diye üzüldüm ama, kiliseye sokmuyorlar adamlar bu halde uyarabilirsiniz siz de, dedim. Haklısınız da bizim insanımızı biliyorsunuz.
Biliyorum cidden! Girmeyeceksin camiye götü başı açık girmeyeceksin! Yabancılar örter de Türklere laf anlatamazsın. Bilen bilir dikkat eder, dikkat etmiyorsa da uyuzun tekidir diyemezsin neticede.


Neyse. Gelelim Amsterdam'a. Dam meydanında bıraktılar bizi. Tek dedikleri şey "bu yoldan gidince Red Light streete varıyorsunuz, oraya girmenizi pek tavsiye etmem" demek oldu ve bunu da birkaç tekrarladılar. Sonuç hepimiz önce o sokağa girdik. Zaten daha erken bir saatti. Henüz bir şeyler yoktu ama çok kalabalıktı orası:)

Anne Frank'ın evine gidelim dedik haritadan baktık ve yola koyulduk. Ahh o ne güzel yollardı.. Her köprü başında fotoğraf çektirmek suretiyle Anne Frank'ın evine ulaştık. Tabii saati geçirdik gene. Sanırım biletini önceden alanlar hala giriş yapabiliyordu sadece.
Oraya gitmeyi sadece Aynı Yıldızın Altında filminde hani gidiyorlardı çıkışta bir bankta oturuyorlardı falan sadece onun için istemiştim.


Daha sonra IAMSTERDAM tabelası için yola çıktık ve öğreniyoruz ki tren istasyonun oradaki tabela çok fazla trafiğe neden oluyor diye kaldırılmış. Biz tren istasyonunun bile nerede olduğunu bilmiyorduk ama ona yakınmış.
Tamam dedik tamamen yol tarifi ve içgüdüyle (çünkü haritada çıkmıyor) bulduk biliyor musunuz? Yol tarifi var herhalde bulacaksınız dediğinizi duyar gibiyim ama yol tarifi yirmi dakikalık belki de otuz dakikalık bir yol tarifi sonradan teyit etmek için sorduklarım da bilmiyordu tabelayı :))
Ücretsiz bir şekilde vapura binip yazının yanına geldik. Artık serbest zamanın da sonuna gelmiştik bir an önce Dam Meydanına geri dönmeliydik.
Ve farklı yollardan geçerek meydana vardık.
Ben hayran kaldım Amsterdam'a. Bir daha gidip bu sefer müze müze gezmeli, bisiklet kiralamalı, parkında oturup piknik yapmalı ♥


Amsterdam'daydık değil mi; otobüse bir saat yürüdükten sonra bir saat de otobüs beklediğimizde??Evet öyleydik.
Yani şu geziden tur şirketini çıkarın geriye harika bir deneyim kalır. Neyse onlara sabretmek de bir hayat dersi niteliğindeydi.
Uzun bir yolculuk var sırada. Dresden'e gidiyoruz!
Arkası yarın ;)

20 Temmuz 2019 Cumartesi

Altıncı Gün; Brugge ve Azıcık Brüksel

Birinci gün; Bulgaristan

Ve geldik mi altıncı güne!


Öncelikle çok fazla olumsuz yönlere değinmişim. Bilmenizi isterim ki gerçekten çok eğlendim ve tüm olumsuzluklara rağmen bu geziye çıktığım için kendimi çok şanslı hissediyorum. 
Olumsuz yanlara değiniyorum çünkü gezi boyunca hangi tur diye soranlar oldu hayat sana güzel diyenler oldu. Her zaman arka planı vardır işler sadece göründüğü gibi değildir. 
Bir de böyle bir tura heveslendiyseniz sizleri nelerin beklediği konusunda biraz bilginiz olsun.


Gelelim Brugge'a. Belçika'nın eski bir yerleşimi olmasına rağmen son yıllarda inanılmaz rağbet gören bu küçük şehri, gerçekten çok sevimli.
Turistlerin keşfi ve sosyal medya paylaşımlarından sonra artık dünyaca ünlü bir yer.
Belçika, birasıyla meşhurmuş sırf kendilerine ait 350 çeşit biraları varmış. Brugge'da da bira müzeleri varmış. Beni alakadar ediyor mu? Nope! 

Belçika'nın bir de neyi meşhur? Waffle! Çikolata! Bir de Patatesi.Gerçekten :) Patates kızartması da yiyebilirsiniz. Zaten patates kızartması nasıl kötü olabilir?

Bir de danteli meşhurmuş ki çok üzülüyorum bunları duyunca. Bunlar dantelden ne anlar? Kanser örneği bilirler mi mesela?
Biz neden elimizdeki etnik değerleri tüketip yurt dışındakilere şapka çıkarıyoruz?!

Brugge herkesi kendine hayran bıraktı ama ben Brugge halkı için çok üzüldüm.
Bu kadar turist alan bu küçücük yerde tüm güzelliğine rağmen yaşamak istemezdim. 


Brugge'da da tekne gezisi yapılabilirmiş ki bence çok da güzel olurdu. Ama sınırlı vakitimizi tüm sokaklara girip çıkmak suretiyle bitirmiş olduk ve Brüksel için yola çıktık. Bu programda olmayan sürpriz şehirdi♥


Brüksel'de Grote  Markt denilen meydandayız. Girer girmez çok hoşuma gitti. Dört tarafı görkemli binalarla çevrili. Sokak sanatçılarının gösterilerinin olduğu, milletin yol ortasına oturup piknikvari bir şeyler yaptığı (çünkü altlarında örtü yok, çünkü orası yeşillik değil, çünkü çay değil şarap-şampanya- bira içiyorlar),eğlenceli bir alan.
17.yydan beri şehrin ticari, idari, sosyal anlamda merkezi.

Ara bir yola dalıp işeyen çocuk heykelinin önüne geliyoruz. Brüksel'in bu işeyen çocuğu da meşhurmuş. Bununla da alakalı bir iki rivayet var, meraklısı bulur okur şimdi bana yazdırmayın :)) 
(blogculukta son nokta :)))) )


Hepi topu bir saat sonunda istemeye istemeye buradan ayrılıyorum ki Brugge'dan daha fazla hoşlandım buradan ben. Bunu her duyan çok şaşırdı. İçimdeki şehirliyi tanımıyorlar tabii.
Eğer vizemi sadece bir aylık vermeselerdi, Belçika'ya tekrar gidebilirdim gibi hissediyorum. 

Bu yazıyı da bu şekilde noktalayalım ve bir sonraki durağıma geçelim.
Günlerden emin olmak için programa bir bakacağım ama sanırım sırada bayıldığım bir yer var.
Acaba neresi?
Arkası yarın ;)

19 Temmuz 2019 Cuma

Ekşi Elmalar


Ekşi Elmalar filminin methini duymuştum elbet.
Bir türlü izleyememiştim ama. Kısmette Bulgaristan’dan Sırbistan’a geçerken izlemek varmış.
Sarp dağların arasındaki daracık yollardan geçerken, diğer 53 kişi uyuklarken ağlamak varmış.
Nasıl güzel bir tat bıraktı ağzımda bu ekşi elmalar.
 Ne kadar seviyeli anlatmış Yılmaz Erdoğan söyleyeceklerini.
Çok sevdim. Siz de seversiniz bilirim.

18 Temmuz 2019 Perşembe

Dördüncü ve Beşinci Gün; Paris

Birinci gün; Bulgaristan
İkinci gün; Slovenya
Üçüncü gün; Venedik
Ve sıra geldi dört ve beşinci günlere ki kendisi Paris olur.

En az 16 saat süren yolculuk sonrasında perperişan Paris’te olduğunu düşündüğümüz ancak Paris trafiği sayesinde merkeze gitmemizin neredeyse bir saat sürdüğü otelimize yerleştik.
Otel nasıl bir şeydi öyle?!
Asansörlerin bir kat çıkması 2 saat sürüyordu sanki. İnternet desen OMG!
Bakınız gene şikayet geliyor. O kadar saat yolda geçtikten sonra bize saat dokuzda çıkılacağı söylendi. Paris'teyiz ama oteldeyiz! İnternetin bile olmadığı otelde!
Bir saat sonra lobide buluşalım desen ne olur sanki.
Yemek için yazanlar oldu da neyse sekizde çıktık.
Yemek yerine götürdüler ve saat ondaki eyfel ışıklandırmasına yetişelim dediler. Biz yemedik o sürede etrafta dolandık. İyi ki öyle yapmışız. Sokaklarda keşfe çıkmak en sevdiğim ♥


Saat başı eyfel ışıklandırılıyor ama biz koştur koştur yetiştik yolda başladı ve zaten 5 dk sürüyor ve sadece yarım saat süre verdiler. Bi' bırakın di mi? Paris’e gelmişiz adamlar bizi otele tıkmaya ant içmiş. Otobüsün hareket etmesi on biri buldu yani bi' ışıklandırma daha izleyebilirdik adam gibi ayarlama yapmış olsalardı. On birdeki ışıklandırmadan sonra araçta buluşalım de, biz de rahat rahat gezelim di mi? Aa yoo olur mu yarım saat yeter strese sokalım yarısı gelsin yarısı otobüsü bulamasın herkes toplandıktan sonra cümbür cemaat benzin almaya girelim!! Biz yokken halletsene bu işi mal!
Ay çok kızıyorum ya aklıma geldikçe bu beceriksiz ve iş bilmeyen hallerine.


Paris'teki ilk gün böyle saçma sapan geçti.
İkinci gün kahvaltıdan sonra rehberimizle buluştuk. Rehberimiz Erasmusla Fransa'ya gelen ama sonra dönmeyen artık orada yaşayan bir Türk'tü. Seine nehri turuyla başladık istemeye istemeye. Aklınızda olsun şehri turlayacaksanız Seine nehrinde tekne turu yapmanıza gerek yok, yine de ille yapacağım derseniz de sabahın köründe gitmeyin. Gün boyu yorulun ondan sonra tekne turu yaparken biraz dinlenmiş olursunuz ve bu size daha keyifli gelebilir.
Bizim tekne turu bittiğinde saat 12.30 idi. Her yeri göremeyeceğimiz için tekne turuyla Paris'e bakmak bir teselli olsa da hala 15 euro tekneye vereceğime, scooter kiralayıp sokaklarında turlasaydım daha çok eğlenirdim diye düşünmekten kendimi alamıyorum.


Sonra iğrenç Paris trafiğinde debelenip Ressamlar Tepesi diye bildiğimiz adının tam çevirisinin Mücahitler Tepesi olduğunu rehberimizden öğrendiğimiz Montmartre Tepesine geldik. Buraya gelirken ünlü Moulin Rouge'un önünden de geçtik ;)
Montmartre'de serbest zaman verildi. Bu turdaki en sevdiğim şey serbest zamanlarımız oldu. Sacre Coeur Bazilikasını gezip Place du Tertre Meydanına doğru yaylandık. Birbirinden yetenekli Ressama portrenizi yaptırabileceğiniz bir yer burası. En çok karikatürünüzü çizen ressamlar ilgimi çekse de hepsi birbirinden başarılıydı.
Burada hediyelik alternatifi de oldukça fazlaydı ve Paris beklediğimden çok daha uygundu.


Sonra Louvre Müzesine geçtik. Ama sadece bahçesinde fotoğraf çektirmek için. Louvre Müzesi 18 yaşın altındakilere ücretsiz. Muazzam bir kuyruk vardı ve serbest zamanımız sadece bir saatti. Çok büyük bir müze burası, hepsini gezmek günlerinizi alıyormuş duymuşsunuzdur illaki. Ben de öyle sanat meraklısı sayılmam ama buraya kadar gelip Mona Lisa ile tanışmamayı da beklemiyordum. Küçük müçük bir de ben göreydim aman da ne küçükmüş diyeydim.. Olmadı.



En son Zafer Takına çıktık ve yaşasın serbest zaman!
Doğru Ladurée! Bari bunu gerçekleştireyim değil mi ama ya!
Cidden cappuccinosu da makaronu da harikaydı. Gene gitsem -ki bir daha Paris'e gitmeyi hiç düşünmüyorum, gene burada bir kahve makaron molası vermek isterim. Hatta İstanbul'dakini de test etmeli değil mi?

Sokaklarda dolana dolana Eyfel kulesine kadar geldik sonra haydi dedik çıkalım!


Birincisi Eyfel Kulesinin insanı etkileyen büyüleyen hiçbir özelliği yok. Gerçekten tam bir demir yığını:) Estetik ve güzel bulan var mı bilmiyorum yakından görünce işler değişir dedim ama ı ıhh..
İyi ki çıkmışız ama. Eyfel Kulesinin güzel bir yanını görmemi sağladı: Sunduğu eşsiz Paris manzarası ♥
Etekle çıkmanızı asla önermem bu arada. Kırk yılın başı etek giymişim onda da neredeyse başıma geçecekti. Ah o mini etekliler hele. Etek giymeyin, demedi demeyin :)


Sonra kapanış için gudubet otele döndük. Tavanı akan otel burasıydı di mi ya :))
İyi organize edilmemiş Paris turumuzun sonuna geliyoruz. Bu arada gene toplanma saatini eyfel ışıklandırmasını kaçıracağımız bir saate vermeleri, ancak toplandığımızda da otobüsü beklememize kaç puan veriyorsunuz?!

Arkası yarın..