31 Aralık 2010 Cuma

Sustilo Elbisemmmm

Sanki yeni yılda yazı giremiyecekmişim gibi üst üste yazılar giriyorum bu 2010'un son günlerinde, değil mi?
Ben bu yazıyı yazarken öyle hissettim :)
Ama yani bu güzel haberi sizle nasıl paylaşmayayım?


Kristal Küreyi bilmeyen var mı?
Yok! Güzel!
Bende öyle tahmin etmiştim :)
Sebebsiz yere hediye veren şahane bir blog.
Bende oradaki bir yarışmaya katıldım yapmam gereken sadece 3 elbiseden birini seçmek ve şansımı beklemekti..
Ve bu güzel elbise benim oldu!
Kristal Küre'ye ve Sustilo'ya pek teşekkürler ediyorum. Beni bu denli mutlu ettikleri için...

Yalnız elbisemi gören istiyor "sen nerede giyeceksin bana ver" diyenler o kadar çok ki inanamazsınız:))
İnsanın böyle bir elbisesi olsun ve giymesin!
Olacak iş değil!
:)

Mutlu mutlu yazdığım bu post biraz şımarıkça gelebilir, mazur görürsünüz ama biliyorum ;)

Nerede giyeceğime gelince...
Demedim mi, düğünler dernekler 2011 de beni bekler...
Şeyda'nın kınasında giyilmek üzere ayırdım :)
Altına da Barbour botlarımı giyeceğim.. Derrrmişimm :)

Bu elbiseyle giyilmek üzere;
siyah(ya da pembe)
dantel eldiven istiyorum.
Kısa.
Aklınızda bulunsun.
Bir yerde görürsünüz veya bana almak istersiniz ne bileyim...
:D

Neredeyse unutuyordum...
Eski yılın son yazısı :))
Mutlu seneleeeerrrr!!!!!

30 Aralık 2010 Perşembe

Kitab-ül Hiyel

İhsan Oktay Anar'ın dilini sevenlere yönelik, çok tatı bir roman.
Okumayan neden tatlı dediğimi anlamaz tabii:)
Yazarın ikinici kitabı niteliğinde olan bu kitabının konusuna gelirsek, kısaca 19. yüzyılda yaşamış 3 mucitin serüvenleridir.
Kitap bilmediğimiz bir çok kelimeyle bizi sarhoş ettiği gibi, sevimli anlatımıyla yer yer güldürmüş yer yer meraklandırmış ama ille kendini okutmuştur.
Bazen konuyu takip etmekte zorlanıp, tekrar etmeniz gerekebilir ama tekrar ettiğinizde de olayın ilk anladığınız şekilde zuhur ettiğini idrak etmeniz uzun sürmez.

İhsan Oktay Anar'ın kitapları için yetişkinlere masallar demek geliyor içimden:)
Hatta dedim bile.
Özetle sevenin çok seveceği,
Sevmeyenin bu kitabın nesi bu kadar seviliyor diye şaşıracağı,
Ama benim "Puslu Kıtalar Atlası" kadar olmasa da sevdiğim,
İnce olmasına karşın çokda kısa sürede bitmeyecek bir kitap..

Daha da özetle tavsiye ederim :)

Yazarın adını her seferinde yanlış yazdığımı söylememe gerek yok herhalde:)

Pembe Bot Giymek İçin Çok mu Yaşlıyım?

Aslında bir haftadır hastayım ben.
Grip değil. Sadece öksürük.
Aslında önce belim ağrıdı. Günlerce. Sonra boğazım ağrıdı, öksürük onu takip etti.
Sonra ben bel ağrımı unuttum ya da geçti..
Tabii ben bu arada hep sokaktayım; verilmiş sözlerim, yapılacak işlerim var.

Temizlik için ayırdığım günde farkettim ki hastayım.
Cidden bak. Tembellikten değil. Öyle olsa söylerim :)
Kalkıyım diyorum kalkamıyorum.
Kalktığım gibi öte tarafa düşüyorum...

Uslu bir kız oldum ve kılımı bile kıpırdatmadım. Bundan hiç sıkılmadım. Hata bayıldım.
Kendime bakıyorum merak etmeyin, ıhlamur içiyorum.
Ama yine de akşamları öksürük nöbeti geçiriyorum :(

Asıl konuya gelirsek.
Bir kaç gün evden çıkmayarak biraz paradan tasarruf ettiğimi farkettim. Farkeder farketmez o paranın harcanması gerektiğine karar verdim ki o da ne?
Markafoni yardımıma koştu..


İnsan para harcamak istemeye görsün alacak birşeyler buluyor.
Benimde gönlüm bu pembeye düştü. Onun fiyatıda 99.90 a düşmüş.
100 TL bile değil yani :D
Aslında denemeden almak hiç adetim değildir :)
Hatta ayakkabı aldığımda iki tekini de giyerim mutlaka :D
Şimdi sıra sizde..
Uslu birer yorumcu olup "al tabii çok yakışır" vb yorumlarınıza
yani gazınıza ihtiyacım var ;)

27 Aralık 2010 Pazartesi

Little Miss Sunshine/ Vavien/ Oldboy

Bu sefer hafta için film önerilerim var.
Bazılarımız haftaiçi film izleyebilecek kadar şansı olabiliyor, evet :P

Little Miss Sunshine


Little Miss Sunshine nicedir izlemek istediğim, ancak fırsat bulduğum bir film.
İsminden anlaşıldığı üzere bir küçükler için düzenlenen güzellik yarışması söz konusu.
O şirin koca gözlüklü kız yarışmacılardan biri.
Film güzellik yarışmasına katılmak için yola düşmelerini anlatıyor.
Ve ben kesinlikle tavsiye ediyorum!
Yarışma kısmı çok acıklıydı ya, o makyajlı ufaklıkları görünce çok depredif bir hale büründüm, ama neyseki geçti..

Vavien


Böyle lanet insanlar var gerçekten.
Yediğiniz yemeği zehir eden, her şeye kabahat bulan, ciğeri beş para etmez insanlar. Ve yine de çok şanslılar.
Engin Günaydın aynı zamanda senaryosunu üstlendiği bu film bence şahane bir gözlem taşıyor.
Harika oyunculuktan bahsetmeme gerek yok.
Yalnız film komedi değil komik değil yani. Ha şart da değil ama beklenti o yönde :)
Komik değil dediysem hiç güldürmüyorda değil..
İzlenmeli bence..

Oldboy


Oldboy, afişine bakıp kavga dövüş filmi diye izlemeyi devamlı ertelediğim bir filmdi.
Keşke ısrarla erteleseymişimde böylesi bir drama tanık olmasaymışım.
Oldboy bir efsanedir ve tüm efsaneler gibi seven, acayip sever, sevmeyen iğrenir.
Bana düşense bunu açmak olacak sanırım.
Film korkunç!
Korkunçluğu kötü demek değil yalnız.
Çekimler oyunculuklar şahane bence.
Hiç kesilmeden çekilmiş bir dövüş sahnesi vardı ki mükemmeldi! Keza aynanın kullanıldığı çekimler..
Ama olay o değil.. Hazmediğiniz şey;
Bir insan bir insana nasıl bunu yapar?
Üstelik gerekçisinde haklı bile değilken!

Bence bu filmi izlemeyin! Kötü diye değil!
Böyle bir dramayı görmenizi istemediğimden!

Hafta içi tavsiyeleri böyle; birini mutlaka izleyin, birini izleyin, diğerinden uzak durun..

25 Aralık 2010 Cumartesi

Emma


Biliyorum.. biliyorum..
Yanda "Kitab-ı Hiyel"i okuduğum görünüyor.
Ben de, bir seferde birden fazla kitap okuyabilirim diye gaza geldim "Emma"ya başladım.
Başlarda gayet iyi gidiyordum hani :)
20 sayfa Kitab-ı Hiyel, 50 sayfa Emma derken, Emma oldu 464 -yani bitti:)
Kitab-ı Hiyel 66 :)
O da biter acelesi ne :D

Ve tabii şimdi görsel ararken filmi olduğunu da öğrendim:)
Filmini de merak ettim. Ve tabii izlerim ;)

Kitabı sevdim dostlar. Biliyorum ki, içinizde seveceklerde bulunacaktır.
Mesela aklıma ilk gelenler:
Ebruli,
Pinky (hatta sen muhtemelen okumuşsundur(: )
Taze Kahve,
Ojeli Parmaklar..

Aaa ama "Seyhan bu ne biçin kitap yorumu" demeyin artık alışın:
Kitap yorumu burda :D
-Ekleme: en azından yeterlilik konusunda şıkları işaretlerseniz bu konuda gelişebilirim diye düşünüyorum:)-

Ha bu kitap Jane'nin en sevdiği kitabı olabilir ama benim için hala Aşk ve Gurur!

24 Aralık 2010 Cuma

Ho Ho Ho!

Geçen gece bir kabus gördüm.
Bağırdım bağırdım sesim çıkmadı. Sesimin çıktığı noktada uyandım.
O kadar bağırmışım ki, şimdi boğazım ağrıyor.
E dün gecede üzerine dondurma yiyince (ruyamda) iflah olamam herhalde
:)

Watsondan bişiler almıştım. Eve gelip poşeti boşaltınca kozmetik ürün katalogunu gördüm ya moralim bir bozuldu anlatamam.
Münasebetsiz tezgahtar mesaj mı vermek istemiş?
Yılın bu zamanı fazla alıngan olabiliyorum
:/

Noel gelmiş hoşgelmiş.
Benim için noel; noel babalı çikolatalardan öte birşey değil.
Ancak Şeyda'nın en sevdiği hristiyan adetiymiş. Yeni evine geçtikten sonra her noel onda toplanacakmışız.
"Allah'ın izin verirse o çam ağacını süsleyip salonuma dikeceğim"
diyerek büyük bir aşkla ifade ettiği gibi, gelecek noel bizi nelerin beklediğinin sinyallerini verdi.
Yüce Rabbim izin verir, eğer Şeyda noeli kutlarsa, bende cadılar bayramını kutlarım şimdiden söylüyorum.
Herkes bayramını seçsin =)

22 Aralık 2010 Çarşamba

T-Shirt Saklamaca

Olay sadece t-shirt ile sınırlı değil ama adı kısaca öyle.

Evde bayanların azınlık olması hiç bir şey ifade etmez.
Annemle yıllardır uyguladığımız masum bir taktik bu.

Bir örnekle hemen açıklayalım:
Babamın bir sürü şapkası var.
Yazın bir tanesini bana verdi, üzerindeki yazıdan hoşnut değilmiş.
"Kamufle et bunu" dedi.
Kadın şapkası değil ki, bir gül, bir fiyonk kondurayım :)
Öte yandan elimden birşey gelmeyeceğini babama söylesem; babam asla tatmin olmaz hatta küsebilir.
Dolayısıyla "Tamam" dedim attım dolabıma.
Bir daha babamın aklına sormak gelmedi.
Aradan birkaç ay geçtikten sonra, gönül rahatlığıyla çöpe atabildim malum şapkayı.

Abileriminde üstünde başında, sevmediğim şeyleri önce saklarım.
Baktım sormuyorlar...
Elveda iğrenç kravat!

Bugün yıkamak için nefret ettiğim t-shirtü görünce sıranın çoktan ona geldiğini ayrımsadım. Yakın tarihte bir arayanı olmadığı taktirde, akıbeti belli.
Ama aramızda ;)

Ha bu taktik bayanlarda işe yaramaz baştan belirteyim. Çünkü bizim dolabımızda olmayan şeylere 'manyak odaklanabilme' yeteneğimiz var!


Bir kaç önce Jay Leno'ya konuk olan Lauren Graham, sevgilisinin mucizevi bir şekilde kaybolan t-shirtlerinden bahsetmişti..
İşte o zaman anladım bu taktiğin adının bu olduğunu :)

20 Aralık 2010 Pazartesi

Müzmin Bekar

Bin kere dedim.
'Sakın benden önce evlenme' dedim.
'Anneme nasıl derim' dedim.
'Grubun tek bekarı olmak istemiyorum' dedim.
Ama artık.
Resmen.
Öyleyim!

Hafta boyu tatlı bir telaş içindeydik. Şimdi bir anlam veremesemde hemen hemen hergün kızlarla buluştuk; sanırım heyecanlıydık.
Ne yapacağız nasıl olacak derken bitti gitti.

Benden 5 gün küçük, orta 2 den beri birlikte olduğumuz, lise sonda sıra arkadaşım, ehliyeti birlikte aldığım, birlikte bir çok kursu yarım bıraktığım Sedoş, evlenmek üzere, en sevdiği padişahın adına sahip Yavuz'a söz verdi!
Mutluyum. Şaşkınım.
Ama en çok Mutluyum.. Umutluyum..


Beni her gördüğünde "Seyhan'dan hayata dair.." diyerek söze başlayan Ebrucum, görüyorsun değil mi, o kadar fotograf çektim elimde bulunan görsel bu kadar.
Yoksa seni ve fiyonklu ayakkabılarını araya sıkıştırmaz mıydım :)
Şeyma'dan ısrarla beklediğim fotograflar gelmedi.
Ama bunun düğünüde var Şeymanım.. Öyle olsun :D

Seda'nın sözlendiğini duyan herkes aynı şeyi söyledi
"Bi sen kaldın"
Ben de herkese aynı cevabı verdim:
"Öyle mi? hiç farketmedim ":)


Geride bıraktığımız haftanın yoğunluğundan dolayı arkadaşlarla ayrılırken 'görüşürüz' demek yerine "bir süre lütfen görüşmeyelim" diye sözleşerek ayrıldık.
Şuanda dinleniyoruz bir kaç gün sonra kritik yapmak için toplanacağız ama :)

Ve sıra benden 5 yaş küçük kuzenimde. Hadi hayırlıyla onunda sözünü verelim. Verelim ki, sıra onyaş küçüklerime gelsin :)

Bu arada ben 2011 için planlar yaparken o da benim için plan yapmış: İFLAS!
Nişanlar, düğünler, doğumlar...
Battım ki, ne battım =)

15 Aralık 2010 Çarşamba

İstanbul Hatırası

Bu kitabı okuyacağım diye yorumlara kapadım kendimi. Etkilenmek veya beklentimi arttırmak istemiyordum.
İstanbul'a dair müthiş bilgiler bulabileceğiniz, size tarihi merak ettirecek harika bir polisiye roman.
E tabii 2011 planlarıma bahsi geçen yerleri gezip görme dahil oldu. Özellikle antropoloji müzesinden başlayacağım! (okuyanlar ne demek istediğimi anladı)
Yalnız ben isterim ki, takayım koluma Ahmet Ümit'i müze müze, cami camii gezelim. Bir yandan tarihi anlatsın bana, bir yandan hikayeleri..
Olmaz mı Ahmet?
Güzel teklif, düşün bence ;)
:))
Yalnız Fazlı Gümüş.. Adı bir Fazıl oluyordu bir Fazlı! Hey editör uyuma!!!Kitabı görünce büyüklüğünden korkmayın - kalınlığından demedim bakınız büyüklüğünden :)
Kitabı dün gece bitirdim ama etkisi geçmedi.Bu kitabın benden başka ağlattığı kimse var mı, meraktayım?
Daha ciddi kitap yorumum için tıklayabilirsiniz :)

13 Aralık 2010 Pazartesi

Biri Değil Hepsi Çılgın!

Soğuk diye hafta sonunda evde oturmayı tercih ederseniz, bunu fırsat bilen arkadaşlarınız baskına gelebilir uyarmadı demeyin.

Sonra, siz zaten 12:00de uyanmışsınız, etrafı toplamakla birşeyler pişirmek arasında kalıp kahvaltı bile etmemiş misiniz, kimsenin umrunda olmaz.


Bunlar yetmezmiş gibi "vay benim en son haberim oluyor", "vay bizsiz toplanmışlar" sitemlerine maruz kalıyorsunuz.

Ha, tabii koştura koştura hazırladığınız şeyler "hayret güzel yapmışsın" denerek sözde iltifat ediliyor..


Yine koştura koştura topladığınız eviniz özenle dağıtılıyor.
Topladığınız yatak bile!
Önce üzerinde biraz tepiniliyor sonra nasılsa bozuldu diye hoop içine giriliyor.
Ama oda ne? Biri terliklerini bile çıkarmamış..
Aynı kişi nasıl becerdiğini hala anlamadığım bir şekilde pimapenimi bozuyor,
bu gün için yapılan planlar pimapenci yolu gözlemekten ötürü iptal oluyor.


Ne iyi ettinizde geldiniz canlarım benim, yani sizde olmasınız bu evi kim sigara kokutcak merak ediyorum..

Özetle; dün yaramaz çocuklardan farksız bir grup arkadaşım evimi bastı :))

Başımın tacları, her zaman beklerim ne demek, ne demek!!
Siz gittikten sonra çektiğim başağrısı bile beni güldürüyor :D

Not: Görseller çeşitli gün ve zamanlarda başka insanlar için pişirilmişti.
Dünden elimde kalan sadece, kızların yatağımda uzandıkları kare..
Onu da ifşa etmem, arkadaşlık ilkelerine sığmaz :D

11 Aralık 2010 Cumartesi

Yoksa Bu Havada Dışarı Çıkmayı Mı Düşünüyorsunuz?

Havalar nihayet kıvamını buldu.
Hava böyleyken ben hiç sıkılmam; gezmekte, evde oturmakta daha zevkli benim için böyle havalarda..
Evde oturacaklara film önerilerim, dışarı çıkmayı düşünenlere evde otursunlar diye yine film önerilerim olacak :)
Hepsi birbirinden güzel 4 film önerisi geliyor.

Prestij


Eski dönem İngilteresinde geçen bir aşk hikayesi beklerken ben, sürprizlerle dolu süper bir film izledim.
Film hakkında bir şey bilmeden izlemek, o filminde harika çıkması kadar güzel bir şey yok sanırım..
Şiddetle tavsiye ediyorum!

Sophie's Revenge

Amerikan sinemasıyla başlayıp Uzak Doğu sinemasıyla devam etmek benim yeni taktiğim olabilir, aman dikkat :))
Bu filmde artık sevdiğimi bilmeniz gereken So Ji Sub oynuyor.
Çok şeker, sıcacık bir romantik komedi. Ben tabii ki çok sevdim. Üstelik So Ji Sub esas oğlan bile değil;)
Upps spoiler :)))

Rough Cut


Yine So Ji Sub. Yine Güney Kore filmi..
Film içinde film.. İzlediğiniz öteki filmlerden farklı..
Ben tavsiye ederim, gerisi size kalmış :)

The Eye


Ben ve korku filmi!
Hey, bu bi ilk mi? :)
Filme tv de rastladım. Çok begendim! Korku filmleriyle aram yoktur; ya çok midemi bulandırır aman der kapatırım, ya hiç korkutmazlar sinir olduğumla kalırım.
Bu filmin ise gerilim dozu yerindeydi.

Sonunda Sena'ya önerebileceğim bir filmi izlemiş olmanın haklı gururunu yaşıyorum tabii henüz izlemediyse :)

10 Aralık 2010 Cuma

Nescafe Fincanı


Nescafe, fincanlarını neden hep "Nescafe Classic"in yanında hediye ediyor?
Ben "Nescafe Gold" seviyorum!

Klasik kırmızı fincanları varya, hani şimdi hepimizin evinde var.
İşte yıllar önce nasıl istiyorum onlardan.. Sadece reklamlarda çıkıyor karşıma.. Sonra (yine)bu arkadaşım bulup vermişti ve ondan sonra her tarafta karşıma çıkmıştı...

Nescafe'nin bir de siyah fincanı var. Nerede gördüğümü hatırlamıyorum, bir çay bahçesindeydi herhalde.. Onu gördüğüm anda çok sevdim, fakat hiç bir yerde bulamadım..
Yoksa bir hayal miydi? Pek emin değilim..

Demem o ki, Nescafe Gold alana da şu siyah Nescafe fincanlarından hediye edilmeli!
Veya bu sevgili bloggera hediye yollanmalı :=)

Sadece bu da değil!
Sevgili Nestle, manyak bir fikrim var!


Çikolata görünümlü fincandan üretmeniz lazım
Eğer bunu daha önce düşünen olmadıysa; ekibe yazık...
Yok zaten düşündünüzse; aferin olması gereken o! :D
Çikolata görünümlü fincandan istiyorum!!!!
Ya siz gönderirsiniz..
Ya da...
Satışa sunarsınız para verip alırım, bir fincanı bana çok gördüler diye de söylenirim :)

Bu post yanan bir tencere yemeğe mal olmuştur
Kendimi yeniden genç hissettim:)
(evet çok yemek yakardım)
google görseller

9 Aralık 2010 Perşembe

Güney Kore Filmleri Hediye

Her fırsatta Güney Kore filmlerinden bahsedip "siz de izleyin nolurrr" diye yalvarıyorum ya hani..
Hani sizde ilk başlarda "Tamam izlerim", "listeme aldım" falan diyip sonradan "ya ne izliycem", "ya bırak artık bu tavsiyeleri" demeye başladınız ya..
Arada "nasıl izleyeceğim, nerden temin edeceğim" sorularıda geliyordu hani..

Heh! Ben de, temin ettiğim kişiye yalvardım yakardım "dvd hediye et nolur" dedim ve muvaffak oldum!

Bir çoğunuzun zevkini bildiğimi düşünüyorum, dolayısıyla izleyecek olsanız seveceğinizi de..
O yüzden şu yazıya yorum bırakın gerisini şans halletsin..
Size çıkarsa izler bayılırsınız, yok çıkmazsa 'ya zaten istemiyordum' deyip bir daha benim sizi sıkıştırmalarıma maruz kalmazsınız :)

Hem öyle; blogumu izleyin izletin, sevin sevidirin, tanıtın tanıttırın vb. kuralları da yok.. Ama eminim siz yine de izlersiniz ;)


Hay Allah görsel olarak So Ji Sub'u mu kullanmışım inanın farkında değilim :)

SO JI SUB'IN DİKKATİNİZİ DAĞITMASINA İZİN VERMEYİN DİYECEĞİM AMA BİLİYORUM Kİ BİR TEK BENİM DİKKATİMi DAĞITIYOR :)
Bol şans...

8 Aralık 2010 Çarşamba

Hem de Ay Hilal

Ütü yaparken güzel göründüğümü düşünüyorum.
Öteki türlü kendimi ütü yapmaya ikna edemiyorum :s

Artık çikolata yemiyeyim diyorum ve bunu her söylediğimde son paketimi açıyorum..
İzninizle :P

Mahallenin fırını el değiştirdi ve ben geçen gün bir ekmek almaya utandığım için 2 ekmek aldım :/

Şu pilateste neden bir tek biz fotograf çektiriyoruz anlamıyorum..
Hemde her ders :D

"Seyhanın blogu sıkıcı, seninki ne güzel, hep yemekler var"
Bir arkadaşım bir arkadaşıma hem de benim yanımda :)

sezen aksu - lal_ 2009 | izlesene.com



Kontrol edin bakalım ayı;)

4 Aralık 2010 Cumartesi

Karga Karga 'Gak' Dedi


Kendimi yerden yere vurma özelliğimden nefret ediyorum.
Ama vazgeçemiyorum.
Konuşurken utanmama neden olan bir ses tonuna sahibim.
Erkek gibidir sesim.. Ya da Bülent Ersoy gibi diyelim;)

Minibüste mesela "inecek var" demeye hep çekinmişimdir. Sanki ben indikten sonra "Kızın sesini duydunuz mu?" diye muhabbet dönecek, kahkahaların ardı arkası kesilmeyecek...
O derece sevmiyorum sesimi.

Buna rağmen telefonda konuşurken sesini inceltme zahmetine girmeyen nadide insanlardan biriyim.
Sanırım ne yaparsam yapayım incelmeyeceğini bildiğimden...
Bildiğim numaraları açarkenki hanzoluğumu anlıyorumda, bilmediğim bir numarayı neden aynı pervasızlıkla açtığımı bilmiyorum.
O telefonları her kapadığımda uyuz oluyorum 'İstersen bir kız gibi konuşmayı dene' diyorum :/

Ve yine bu rağmen bu sesle şarkı söylemeye hiç utanmam:))
Öyle ki ağabeyim radyodaki şarkıya eşlik etmeyeyim diye radyoyu kapar, ancak benim hala şarkıya devam ettiğimi görünce tekrar radyoyu açmak zorunda kalır..
Bir tek şu kızcağız şarkı söylememe karışmaz, normalde sesimle dalga geçtiği halde :)

Bir de yabancı şarkılara eşlik edişim var ki çoğunda gülme krizine giriyorum..

daniel powter - bad day (offical video) | izlesene.com


Özlemiştim bu şarkıyı..
görsel kaynak

3 Aralık 2010 Cuma

Personal Taste

Yine bir Güney Kore dizisi kritiğiyle karşınızdayım.
Biliyorum biliyorum, istemiyorsunuz..
İzlemek zorunda değilsiniz, yorum bırakmak zorunda değilsiniz, hatta okumak zorunda bile değilsiniz..
Ama ben yazmak zorundayım arkadaşım, yoksa çatlıyacağım.


Nasıl güzel bir diziydi!
Belki en sevdiğim oldu! Belki diyorum çünkü önce izlediklerime kıyamıyorum.
Ama şüphesiz bu dizi, tam benlikti!
Romantik komedi sevenlerin bayılacağı bir dizi.


Ah bayıldım bayıldım! Çok teşekkür ederim J.P. Bi'tanesin ;)


Jeon Jin Ho'nun tarzına takmış vaziyetteyim yalnız:)
Park Gae In'e bile bu kadar takmadım ki, özellikle ilk başlarda dehşetti! Ama ben bu konuda takıntısız insanları daha çok sevdiğimden hoşuma bile gitti diyebilirim.


İsim konusunda da bir hayli ilerlemiş gördüm kendimi :)
Ben mi alıştım yoksa, bu dizideki isimler mi kolaydı kestiremiyorum ama Jeon Jin Ho'yu canlandıran aktörün asıl adının Lee Min Ho olduğunu bile bir yerlere bakmadan kontrol gereği hissetmeden yazabiliyorum :)

Yine de kıyamıyorum size online izlemeniz için link bırakıyorum :P

Elimde Güney Kore dizisi kalmadığına göre
Amerikan dizilerime geçip,
Güney Kore dizileriyle saflaştırdığım bünyemi kirletebilirim.
Bünye bu, alıştı mı istiyor ;)

1 Aralık 2010 Çarşamba

Yüksek Topuklar

Yıllardır listemde duran bir kitap ismi daha karalanmış oluyor böylece.

Bu kitabı bana her listeme yazdıran neden neydi, neden merak ediyordum, nerede ne duymuştum?.. Hatırlamıyorum.

Ama ilk çıktıgı günden bu yana aklımdaydı okumak.

Bir kaç kere, çeşitli insanlara aldırmaya çalıştım. Başaramadım. En sonunda ben aldım. İyi ki almışım.

Kitabı ilk okumaya başladığımda sevdim.
Elimden ilk bıraktığımda 'Bu kitabı sevmek için bitirmeye ihtiyacım olmadığını' farkettim. Cidden daha bitirmeden alıntılar yapmaya, bahsetmeye hatta tavsiye etmeye başladım.

Bu bir kitap yorumu yazısı değil farkettiyseniz.
Kitap yorumum burada.

Okuyan yorumları gelirse okumayı düşünenlere güzel bir fikir olur diye düşünüyorum.

Ama bu yazı yoruma kapalı.

O yazımı okuyun diye yapmayacağım şey yok :)

29 Kasım 2010 Pazartesi

Kahve Bahane

Kahve..
İşte bazı zamanlarda amaç olmaktan çıkıp araç da olabiliyor..
Zeynep'le bir kahve içme bahanesiyle buluşuyoruz ya da buluşmamız şerefine kahve içiyoruz..

Daldan dala atlayarak konuşuyoruz. Söylenecek o kadar şey konuşulacak o kadar konu var ki, bitmiyor hatta yarılanamıyor...

Fotograf makinesiyle çekim yapmaya çalışıyorum, Sanıyorum ki maharet makine de, ben bile güzel fotograf çekebilirim. Ama olmuyor dünyanın en bulanık fotograflarını çekiyorum.
Ama Zeynep sabırla taktik veriyor, yapabilirsin diyor.
Bir kez daha öğretmen yanına hayran kalıyorum...


Mekan Çengelköy Çikolata&Kahve

Zeynep'in seveceğini biliyordum, seviyor..
Ama o çikolata cennetinde o kadar az çikolata yiyor ki ben utanıyorum :)

25 Kasım 2010 Perşembe

Kasımda Teras Keyfi Başkadır

Ev sahibi ısrarla ona balık yemeye gelmemize bir mana veremiyor,
"Neden ben, neden balık?" diyor, "İlk kimin aklına geldi?" diyor.
Kimseden ses yok.
Oysa ben hatırlıyorum. Çünkü fikir benden çıktı :)
Çünkü Fato hamileydi ve her hafta balık yemeliydi. E madem o evde balık pişiyordu ona balık yemeye gidilebilirdi. Böylece bizim evimiz balık kokmamış olurdu.

Kafamda belirecek daha güzel bir ampul olamazdı :)


Ev sahibi habire söylendiği için,
Biz ona doğru yola çıkmışken arayıp "Gerçekten geliyor musunuz?" diye sorduğu için,
böyle bir sofra beklemiyorduk!
İçeri girip terasta bizi bekleyen sofrayı gören çığlığı bastı.

O gece kahkahalarımızdan, bütün mahalle şenlendi!
O gece biz susalım diye manyak bir yağmur bastırdı!
Ve közde türk kahvesi sözü, başka zamana kaldı;)

O gece fotograf geçen arkadaşlardan 'elinizde güzel görsel varsa yazımda kulanmak üzere' rica ettim.
Şeyda leoparlı taytımla çekilmiş bir fotografı bana gönderip "bunu kullan" diyerek espri yapmış, Neslihan ise bu kolajı hazırlamış.
Çeşitimiz kolajdakilerle sınırlı değildi, ancak çekimler bu yazı düşünülmeden gerçekleşmişti.
Bu arada yatıya kalma talebimiz, ev sahibi tarafından veto edildi:))

Şimdi sırada Seda'nın terası var. Artık o da 'Aralık' projesi
;)

24 Kasım 2010 Çarşamba

An Education


Bir filmin türkçe adını daha yorumlarken öğreniyorum :)
Bakalım Aklımda tutabilecek miyim: Aşk Dersi
Geçtiğimiz oscar zamanı adından çokça bahsettirmiş olan bir film.
Güzeldi açıkçası, ben beğendim.
Kızlar o yaşlarda oldukça salak olabiliyor. En akıllıları bile tatlı dile kanabiliyor. Tamam da bu ailelere ne oluyor?
Okulun gereksiz olduğunu düşünen, zengin koca meraklısı kızlara zorla izletmek isterdim:)
Sonunda da herkes bu kadar şanslı olmayabilir diye de ekleyerek..
Bu filmi izledikten sonra içimde büyüyen fransızca şarkı ezberleme isteğine mani olamıyorum ayrıca :)

Adını Sen Koy


Bu Melis Birkan'ı bir sevemedim gitti. Her rolde aynı tavır, aynı mimik, aynı tonlama..
Oyunculuk bu değil, bildiğim kadarıyla.
İki erkek arasında kalan bir kadın hikayesi bekliyordum ben. Aslında öyle de, bir nevi ama hiç öyle arada kalacak bir durum yok:)
Çocuğun bir fotoğraftan ötürü kıza aşık olması bana gayet normal gelmişken, kızın bu duyguları öğrenir öğrenmez hissiyatının değişmesi beni sinir etti.
Bir öyle bir böyle karakterler sevmiyorum ben filmlerde, deli abi gibi..
Neyse.. Çokta fena değildi. En azından olması gerektiği gibi bitti :)

Merhaba Dünyalı


Kullandığım görsele bayıldığım için izlediğim bir film:)
Ben de ebeveyn olsam böyle olurum dedirtti bana.
Film beklediğim gibi değildi ama yine de sevdim. Beklediğimden daha yavaştı.
Sanırım ikinci izleyişimde çok daha seveceğim. Ama afiş mükemmel değil mi?

22 Kasım 2010 Pazartesi

Bir Anne. Bir Kız. Bir Minibüs


Anneme dedim. "Bunu hep yapıyorsun" dedim.
"Yaa?.." dedi o da, daha önce farketmemiş gibiydi.
Artık yapmıyor. Ama ben yapsın istiyorum.

Minibüste boşalan koltuğa annemi oturtuyorum, sonra arkalarda boşalan koltuğa geçiyorum. Annemin yanı boşalınca elini orda tutup bana sesleniyor; "Seyhaaan gel, gel kızım yanıma"
Haliyle kimse oturamıyor annemin yanına, mecbur gidiyorum, kızarak, söylenerek 'yapma bunu' diyerek.

Başka bir zaman yanından biri kalkıyor, hemen kafası dönüp beni arıyor.
Gözlerimi 'bırak başkası otursun' dercesine pörtletiyorum. 'Gel işte kızım' dercesine bakıyor.
'Anne sinir oluyorum, bu kadar insanı aşıp oraya mı geleyim?' dercesine bakıp bir de dudaklarımı çiğniyorum.
O ise hep sakin, 'Evet' dercesine kafa sallıyor.

Geçen gün minibüsün arka koltuğunda oturuyorum.
Yanımdaki kızın annesi en önde.
Ve bilin bakalım ne oldu?
Annesinin yanı boşalınca kızını çağırdı.
Abartmıyorum minibüsün iki ucundalar.
Ay kız bir sinirlendi.
Gülmemek için zor tutuyorum kendimi, içim kikir kikir.

Annesine kızdığı için çok üzüldüm ama. Aklıma geldi benim tepkilerim.
Annemden özür diledim.
O da "sen hiç bana kızmadın ki" dedi.
Yalandı.

Çok görüyorum öyle; kızlarını yanına çağıran anneleri.
Kızların ise bazen seve seve gittiklerini, bazen ise sinirlendiklerini..

Belki sizin annenizde çağırıyordur yanına sizi?

20 Kasım 2010 Cumartesi

Cain And Abel


Gelelim yeni bitirdiğim Güney Kore dizisine.
So Ji Sub'u sevdiğimi bildiğini bile bilmediğim Filiz bana hard diskinin kapılarını sonuna kadar açarak bu dizi bana ulaştırdı.
Sadece bu diziyi değil aslında. Bir 'Seyhan' klasörü vardı harici diskte bir 'Filiz'. 'Seyhan'ı olduğu gibi kesip aldığım yetmezmiş gibi 'Filiz' klasöründen de faydalandım.
Gaza geldim bu yazıdan sonra kalkıp bir film izleyeceğim! (Ama önce dizi yorumu)


So Ji Sub'u "I'm sorry, I love you" dizisinden hatırlayacaksınız :P
O dizide acıklı bir roldeydi. Bu dizinin ilk başlarında gülen yüzünü gördükçe içim açılmıştı ki, o gülen yüzler uzun sürmedi..
Cüneyt Arkın her dayak yediğinde hüzünlenen babaannem gibi ben de "Ay ne talihsiz başı varmış bu çocuğun" diye her bölüm bir üzüntüye gark oldum.

Konuyu özetlemek gerektiğini düşünmüyorum:) Dizinin ismi birşeyler çağrıştırıyor olmalı.. Kalan sürprizleri de ben mahvetmek istemiyorum :/
Geçenlerde bir kitap yorumu okudum; arkadaş sağolsun bir cümlede tüm kitabı anlatmış, kitabın listemden çıkmasına sebep olmuşturdur.

Sadece diziyi çok sevdiğimi, tavsiye ettiğimi bilin istedim.

FD, ailenin de çok seveceği yeni bir dizi; indir, izle, izlet ;)


Görseller, google görsellerden araklamadır :)

18 Kasım 2010 Perşembe

Kusura Bakmayın Sarımsak Kokuyorum

Sarımsak, soğan ne severim!
Ayrıca kokoreç, işkembe, kelle paça da severim.
Balık da severim, çemen de.
Ne kokarsa ben, onu mu severim?

Şimdi şöyle oluyor:
Bir yere gideceğim zaman kokutacak birşey yemiyorum. Ama her günüm planladığım gibi sonlanmayabiliyor.

Misafirliğe gidip içinde sarımsak bulunan yoğurtlu salatadan yiyebiliyor, eve dönerken bir tanıdığa rastlayabiliyorsunuz:
"Kusura bakmayın sarımsak yemiştim de"

Veya kızlarla balık yemeye gidiyor, bol soğanlı salataya karşı koyamıyorsunuz. Akşam çay davetine de hayır diyemeyince..
"Çok afedersiniz, soğan kokuyorum"

Veya planınızın bütün gün pineklemek olduğu bir gün, nihayet, çemen yiyip davetsiz misafirlerin sürprizlerine maruz kaldığınızda benzer, bağışlama bekleyen cümleler kurabiliyorsunuz..

Bir de bunu ikiyle çarpın.
Ben bu cümleleri normalden biraz fazla kuruyorum, yani size göre daha fazla soğan sarımsak tüketiyorum.
Bunları yazınca kendimden iğrendim :)
Ama sarımsak doğal antibiyotiktir! :P

Peki ne yapayım?
Ben ki, sabah planları iptal olunca koy vermiş, 'nasılsa evdeyim' diye öğlen yemeğinde kelle yemiş biriyim.
Şehir dışından çıkıp gelen, buluşalım diyen arkadaşıma 'Aa, yoo gelemem' mi diyim?
Bunun yerine gidince kusura bakma diyeceğim :))

Çevreye verdiğim rahatsızlıktan ötürü özür dilerim =)
Gidip karanfil bulayım ve maydanoz çiğneyeyim:))

17 Kasım 2010 Çarşamba

Mutlu Mesud Bayramlar...


Son 5 yılın en yalnız bayramını geçiyorum.

Dinlenmek için oturmak yetmiyor bana mutlaka ayaklarımı uzatmalıyım!

Çocukluğumdan bu yana ilk defa bu yıl et dağıttım.

Yediğim çikolata ve tatlılar beni korkutuyor.
Oysa bayramdan önce yediklerime dikkat etmeye başlamıştım.
(Hiç de bir kere, kilo alıyorum diye değil sivilce çıkıyor diye(: )

Her bayram bir öncekinden daha fazla el öptürüyorum, benim yaşlılığım hiç çekilmez :)

Aslında ben sadece 'büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden' öpüp bayramınızı kutlayacaktım ;)

14 Kasım 2010 Pazar

Çengelköy Beni Çağırıyor

Ohh yaa!
Havada güneş olunca, Çengelköy'ün bana seslenişini duyuyorum resmen.
"Geeeelll Seyhaaaaan, geellll" diyor..
1-2 haftadır nasıl gitmek istiyorum, anlatamam!

Çengelköy kibarlığı bırakmış "gelsene kız" demeye başlamış, ama nereye koşuşturuyorsam, ne yapıyorsam bir gitmek nasip olmamıştı.
Ta ki bugüne kadar ;)

17 yıldır Çengelköyde yaşayıp "Çikolata&Kahve"yi bilmeyip, benim blogumda okuyan arkadaşımı kafaladım; 'Hadi götüreyim seni de bana bi kahve ısmarla' dedim.
Ki kendisinin doğum günüydü, yani benim ısmarlamam gerekirdi.

Mekanı, çikolataları, kahveyi beğendi.
Ve hakikaten ben, doğum günü kızına faturayı ödettim.
Bu rezilliği de yaptım, evet:)


Kahve fincanlarımızı Diloş'un doğum günü şerefine tokuşurduk:)
Kahvemiz çikolatalara rağmen şekerliydi=)
Ağırlığı 50 kg gelen arkadaşımla yarışmam ne kadar saçma olsa da onun bana nispet yapmasına müsade edemezdim:)


Gelen konukların bir şeyler karaladığı bir hatıra defteri bulunmakta bu mekanda.. İngilizce, fransızca, arapça, japonca ve korece hatıra bırakanları görebilir, azıcık evrensel bir insansanız okuyabilirsiniz :)


İyi ki doğmuşsun cicim ya:!

Ee, Var mı bana kahve ısmarlamak isteyen?
;)

13 Kasım 2010 Cumartesi

Sizinle Harika Bir Şey Paylaşayım Mı?


Elime bir liste geçti...
Daha önce listeci bir insan olduğumu söylemiştim.
Yani söylemiş miydim?
Söylemişimdir (varsayıcaz artık)
Kitap, film, mekan, alınacaklar, satılacaklar, düşünelecekler, söylenecekler vs.. vs...

Mesela aklıma bir film mi geldi? "Nerede benim film listem" diye listemi arayıp bulduğumu düşünmeyim, o kadar düzenli biri değilim maalesef.

Cüzdanda, bir kitabın arasında, çekmecenin birinde, gazetenin köşesinde..
Rastlayabilirsiniz evde.
Bir tek alış veriş listesinin yeni belli;
Buzdolabı üzeri ;)

Elime ne zaman yaptığımı bilmediğim bir kitap listesi geçti de bugün.
Amacım ondan bahsetmekti. Nerelere geldi konu.
Elime geçen listedeki tüm kitapları okumuşum efendim.
Sevincim bu!

İyi haberi verdik bir de kötü haber olmalı.
Kitap yurduyla ödüllendirmek istedim kendimi.
Sonunda, (sepete eklenenlerin dışında) bir liste çıkardım ki kendime..
Ne siz sorun ne ben söyliyeyim:)

Yüksek Topuklar ise şahane gidiyor...
Yavaş okumam aksini düşündürtmesin;)

12 Kasım 2010 Cuma

J.Potter Ameliyat Oldu Diye Kahvaltıya Gidenler

Joey Potter ameliyat oldu.
Pudra Tozu; Tarih84 İstanbul'a geldi.
Yanında kaldı.
Ben İstanbul'da, kalkıp ziyaretine gitmedim.
Bu da benim ayıbım, birde utanmadan yazdım.

Hatta utanmadan yazdığım yetmiyormuş gibi Joey'i hasta yatağında bırakıp, Tarih84ü alıp kahvaltıya götürdüm.

Sonrası muhabbet dolu bi kahvaltı.
Boğaza karşı.
Yeşilliğin içinde.
Benden beklenildiği üzere,
Sosyal tesiste...

Geçmiş olsun J.P.
Bir kahvaltı da sana borcum olsun ;)

10 Kasım 2010 Çarşamba

Bir Muhteşem Kitap

İrma geçenlerde severek yanıtlayacağım bir mim yollamış.
Derken aynı mimi Ozzeinep te yollayınca geç kalmadan yazmam gerektiğinin ayrımsadım.

Gözlerimiz kapalı kütüphaneden bir kitap seçiyoruz..

Bin Muhteşem Güneş..

Onu aldığımız zamana gidiyoruz..
Hımmm..
Aslında kitap almamam gereken bir dönemdi, okunmayı bekleyen çok kitabım vardı.
Ama bir kere kitapçıya girmiştim.
Önce Uçurtma Avcısını aldım elime sonra "Bu yazarın bir kitabı daha varmış" dedim.
Adam, 'Bin Muhteşem Güneş'i verdi elime , incelemeye başladım.
tam parayı ödeyeceğim,
"Kitabım kitabım yok" diye bir telaş aldı beni, deli gibiyim "ayy, nerde ya, kim aldı?" falan derken, satıcı dehşetengiz gözlerle bana bakınca sakinleştim ve koltuğum altına sıkıştırdığım kitabı farkettim:))

Hayır parası ödenmemiş bir kitap için neden bu kadar yaygara kopardıysam artık.. :)

55. sayfadan bir paragrafla
mim görevini yerine getirmiş olacağım.
...
"Hiç aklımdan... " diye başladı Meryem. Sonra kocaman bir taşın boğazını tıkadığını hissedince, susmak zorunda kaldı. "Çekip gitmemden önce bana söyledikleri hiç aklımdan çıkmıyor. Dedi ki..."
...
Kitabın ismini duyunca bile gözlerim doluyordu bir zaman öncesine kadar.
Şimdi şu paragrafı yazmasaydım daha iyi olurdum :(

Hala okumamışlar varsa cidden tavsiye edeceğim bir kitaptır.

Mimi Kitap Kurdum'a ve geçenlerde kütüphanesini görüp hayıflandıgım Cep Aynasına gönderiyorum.

Yorum kısmına istediğiniz 'kitap satın alma' anılarınızı yazabilirsiniz ama ;)

8 Kasım 2010 Pazartesi

Taif'te Ölüm

"Hiç Hıfzı Topuz okumadım" diye aldığım bu kitap, neden daha önce okumadığımın ve daha sonra okumayacağımın bir belgesi adeta.

Kitap Mithat Paşa'nın eşlerine yazdığı son mektupla başlayıp önceye gidiyor.
Yani Taif'te ölecek olanın Mithat Paşa olacağı daha en başından biliyorsunuz.

Gerçek hayat hikayesinin başarısız romanlaşmış hali.
Kullanılan anlatımdaki zaman dilimi sıkça değişiyor.

Oldukça yanlı.

Mesela padişahın bir isteğini yerine getirdiği zaman Mithat Paşa 'kıramamış'oluyor. Ama diğerleri yapınca 'Zatışahane'ye bağlı uşaklar' oluyor.

Başarısız bir roman dedim çünkü, gerçek hayat diye yola çıkılarak yazılan romanlarda boşlukları doldurmak yazara kalır. 'Nedendir bilinmez kabul etmiş' gibi belirtmeler olacaksa bunu bir araştırma yazısı olarak sunmak daha akıllıca olurdu.

En başta edindiğim fikir, sayfalar ilerledikçe ne kadar doğru tespit olduğunu gösterdi ve okumamı güçleştirdi. Ne kadar uzun sürdü kitabı bitirmem farkettiniz mi?
Böyle giderse ben kitap okumayı bırakacağım :)
Daha yazacaklarım vardı ama yeter eleştirininde dozu var değil mi?

6 Kasım 2010 Cumartesi

Allah Muhabbetimizi Arttırsın :s


Büyük ağabeyimle en uzun birlikteliğimizi yaşıyoruz.
Üniversiteyi şehir dışında okudu, yurt dışında master yaptı, askerlikten sonra şehir dışında çalıştı, tatillerini yurt dışında geçirdi...
Bu onun en sevdiğim özelliğiydi.

Anladım ki,bir insanı, bir kaç haftada bir, bir hafta sonu görmekle,
bir kaç haftada bir, bir kaç gün görmemek çok farklıymış.

Ne iş anlamıyorum ama sinirlerimi zıplatma yetisi had safhada.

Aynı odada bilgisayara oturup internete giriyoruz. Farklı bilgisayarlar önümüzde!
Buna rağmen her odaya girdiğinde "Seyhan! Çık!" demezse olmaz. "YA NİYE!!???" diye her zamanki karşılığımı verip, istifimi bozmayacağını bildiğini halde.

Kapıları, ışıkları, hatta muslukları kapatmaz.
Televizyonu açamaz.
Kapıya, telefona bakmaz.
Ama
"Ertuğ gel! İşte istediğim araba!"
diye çağırdığım zaman işi gücü bırakıp gelir..

Birde kıyafet konusunda hep fikrimi alır :/

Yine birgün alışveriş yapmış, giyinmiş, diğer abimle konuşuyorlar
"Bir de kıroya soralım" diyor.
O kıro da benmişim!
- Nasıl olmuş?
Bende cevap yok.
-Seyan? Seyaann? Hı? Nasıl? Hı? Seyan? Hı, nasıl olmuş?
O kıro böyle süründürür işte :)

Dünde ben eve gelirken o da bir yere gidiyordu, yolda karşılaştık.
Arkasından bağırdım; iğrenç olmuşsun! :)))
Ah çok zevkliydi...

görsel kaynak

4 Kasım 2010 Perşembe

60

Yazmadıkça yazmayası geliyor insanın ve tabii alışılıyor tembelliğe..
Önceki gün katıldığım doğum günü partisinde -hayır, hayır benim değil:)- tartılmış bulundum.

Karşıma çıkan rakamı yutmak, görmemek, bir sır gibi kendime saklamak istedim ama görüyorsunuz ya bir yandan paylaşmak istiyor insan.

'Daha bu yazında kilo almaktı hedefin' diyeceksiniz evet haklısınız ama bu kadar çabuk 5 kilo alınırsa bu kış bitmeden ben çoktaaann 62'yi aşmış olmaz mıyım?
Bilmiyorum ben tırstım yani :)

Digital ay pardon dijital. Hep aklım ingilizcesine gidiyor :P
Evet ne diyordum dijital tartıda tartıldım üzerimde 2.5 kilo edecek bir kıyafet yoktu ki kıyafetin ağırlığını düşeyim. Ve yemek sonrası değil, yemek öncesi kilo bu..


Kahve de kilo yapmaz ki :P

Ben bu yazıyı bir şeye bağlayacaktım ama tanrım neye? :))

30 Ekim 2010 Cumartesi

Hazır Keyifler Gıcır..

Doğum günümü kutlayan arkadaşlara çok teşekkürler ediyorum. Çok tatlı mesajlar vardı.
Tek tek geri dönmedim sanıyorsunuz ama ben hepinize iade-i ziyarette bulunarak ne kadar memnun ettiğinizi göstermek istiyorum :D

Doğum günümü kutlamayanları ise kınıyorum :)

Kutlamayıp pişman olanlar bu posta yorum bırakma şansınız hala devam etmekte :P
*
USB kablomdan umudu kesmeli miyim? :s
*
Dinlenebilmek çok güzel!
Allah herkese nasip etsin..
*
Bir iş görüşmesine gittim! Evet, ben!
Daha görüşme esnasında vazgeçtim ya. Yine!
Bana kısaca ağustos böceği diyebilirsiniz ya da ba--la- gibi Garfield :/
*
Yeni diziye başladım bütün dizileri bir köşeye kaldırdım; Habil/Kabil.
Filizcim şahanesin ;)
*
Ben aslında mim yanıtlayacaktım bak öncesinde neler yazdım:))
Mim Cherry'den geliyor konusu ise ;
"yaşadığımız tüm sıkıntıları geride bırakıp, sevmediğimiz insanlardan, yapmaktan daral gelen işlerden uzağa bir tatile gidiyoruz. Bizi yolcu etmeye gelmiş üstelik gıcık olduğumuz herkes. Alayına çalımlı bir bakış fırlatıp arabamıza bindikten sonra, geride kalanları çatlatırcasına müziğin sesini sonuna kadar açıp, tozu dumana katarak oradan uzaklaşıyoruz. bizden istenilense, mimlenilen herkes bindiği arabanın resmini ve son ses açtığı şarkının adını, sözlerinden bir bölümü ve söyleyen solistin resmini yayınlaması."

Bir kere ben ne zaman hava atacak olsam, beceremem tökezler düşerim, salak gibi kalırım. O yüzden arabamla hava atmayı göze alamam, korkarım. Attığım an toslayacak bir yer bulurum.
Ama hayal bu ya...
Hep bir jaguarım olsun istemişimdir!
Ve hep üstü açık olsun istmeişimdir.

Çünkü ben hep cereyanda kalıp tutulmakta istemişimdir :)

Şahane arabamla ufka doğru uzaklaşırken çalacak şarkı bundan on yıl önce olsaydı Unforgiven II olurdu.
Ama on yıl öncesinde olmadığımız için bu günlerde habire dinlediğim şu şarkı olur.
Evet! Habire bu şarkıyı dinliyorum :D

- Oo Seyhan hayırdır?
- Hayırdır hayırdır :)))



GörselKaynak