amma uzun yazdım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
amma uzun yazdım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

17 Aralık 2015 Perşembe

Snapchat'e Gel Seyhan

Sosyal medyanın her mecrasında fink atınca atılmayan finkler dikkat çekiyor olmalı.
Yoksa yokluğum neden bu kadar fark edilsin ki?

Facebook, twitter, instagram derken son zamanların en popüler paylaşım uygulaması snapchat, özellikle gençlerin gözdesi.
Instagramda ünlüler de bir bir geçmişken ben ne duruyordum?
Ama durdum. Duruyorum. Açmayı düşünmüyorum.
Bizzat yakınlarım gelsene Seyhan, derken, yok diyorum bloggerın snapchati instagramdır:)


Sosyal medya o kadar sinsice zaman alıyor ki. Eğer zamanınızı elinizden çaldığını fark etmiyor, kendinize bir sınır getirmiyorsanız vay halinize.
Mutlu da etmiyor üstelik. Ne zaman sosyal medyada biraz fazla takılsam içimin sıkıldığını vicdanımın sızladığını hissediyorum.
Ama akıllı telefona ilk geçişimi hatırlıyorum tabii, bayılıyordum her şey elimin altındaydı, ama bu yük elime öyle ağır geldi ki kaldıramadı, hala sıkıntılarını çekiyorum.
Belki de benim uzak durma sebebim sağlık sorunlarıdır o da olabilir.
Belki şimdi böyle diyorum ama yarın ya da yarından da yakın bir zamanda snapchat hesabı açacağım. :)
Nitekim google+ 'a da direndim direndim ne oldu?
Açtım şimdi. Açıkmış zaten yani ay ben hiç anlamıyorum google+'tan. Birileri beni çevresine ekliyordu ama ben neden eklediklerini bilmiyordum, eklenmek iyi miydi kötü müydü ben de onları mı ekleyeyim bu profilin kilidi var mı yok mu derken çevrelere eklenmenin ve eklemenin o kadar da kötü olmadığını yeni fark ettim.
Ekleyebilirsiniz yani ;) Linkim de bu. Sanırım. Ay bilmiyorum işte, elimden geldiğince takiplere dönmeye çalşıyorum ama çok da kurcalamıyorum.
YouTube kanalımın getirdikleri.

Youtube'a direnemedim bak.
Daha doğrusu Youtube kanalı açmayı hiç düşünmüyordum. Zevkli olur diyordum sadece ama açmazdım biliyordum. Ne çekecektim, neyle çekecektim, hem sonra video nasıl düzenlenir,nasıl yüklenir?
Sonra bi' baktım video çekmişim de koymuşum. Cidden bak. Nasıl oldu anlamadım.

Sizlere snapchat linki veremiyorum ama diğer linklerimi vereyim.
Twitter @the_syhn  -  instagram @the_syhn   -   YouTube Syhn Zn   -   Google+ SyhnZn

11 Mayıs 2012 Cuma

Bir 'Süleymaniye' Hikayesi

Bir cami yaptırmak isteyen Sultan Süleyman nerede yaptıracağına karar verememektedir.
Bir gece rüyasında Peygamber Efendimizi görür.
Hz. Muhammed (s.a.v) şimdi Süleymaniye'nin olduğu yere götürür Kanuni'yi.
Kanuni uyanır.
Atına atlar, henüz sabah ezanı bile okunmamıştır.
Rüyasında gösterilen yere geldiğinde, orada mimar başını, Mimar Sinan'ı görür.
Şaşırır.
Burada ne işin var, diye sorduğunda, cami'nin yapıldığı yere geldim, cevabını alır.

Sen nereden biliyorsun, diye sorar Kanuni.

Mimar Sinan ise "Ben rüyanızda sizin arkanızdaydım, beni görmediniz" diye cevap verir.


Bunu duyduğumdan beri nasıl gidip görmek istiyordum burayı.
Gittim. Gördüm. Bayıldım!
Gerçekten çok güzel ve huzur dolu bir yer.

Süleymaniye Camii'nin 4 minaresi vardır.
İstanbul'un fethinden sonraki 4.padişahı simgeler.
4 minarede toplam 10 şerefe vardır.
Bu da Osmanlı Devleti'nin 10. padişahını simgeler.
Yani; Kanuni Sultan Süleymanı.



Yedi yıl olmasına rağmen bitmeyen cami söylentilere sebep olmuştur.
Bir gün Süleyman gider ve Mimar Sinan'ı, imamın namaz kıldığı yerde, nargile içerken bulur.
Ancak işin aslı farklıdır.
Nargileyi caminin akustiği için fokurdattığı ortaya çıkar - tütünü yoktur sadece su sesi.
Çekilen besmele caminin her yerine eşit şekilde yayılır, duyulur.

Müsait olursanız cemaatle bir vakit kılmanızı tavsiye ederim. Bakalım anlatıldığı kadar var mıymış?



Cami'nin en önemli özelliklerininden biri de is odaları olması.
Yanan kandillerden çıkan isler, Mimar Sinan'ın üstün zekasıyla is odalarında birikir.
Bu sayede dönemin en kaliteli mürekkebi elde edilmiştir.

Biz şimdi kağıt çöplerimizi ayırmaya üşeniyoruz, bu zeka nasıl alkışlanmaz!



Dikkatimi çeken bir diğer şey ise bahçesinde çimlere yayılmış insanlar.
Kimi yiyecek birşeyler getirmiş kimi lap topunu.
O kadar hak veriyorum ki onlara.
Huzur dolu bir atmosfere sahip.


Çok uzun bir yazı oldu ama  en özenerek hazırladığım post bu oldu diyebilirim.
Sizde tamamını okuyup zevk aldıysanız çok sevineceğim.

Ve final:


Her zamanki yemek notu: Süleymaniye'ye gidip kuru fasulye yememek olmazmış :) Benim gibi meraklısı değilseniz, fasulyecilerde ızgara çeşitleri var merak etmeyin :D

4 Ocak 2012 Çarşamba

Biraz da Film

Bu yazım Sevgili Gezmez'e gelsin.
Hasta yatıyor. 10 günlük rapor vermiş doktoru.
Ay o evde nasıl zaman geçirilir bilmez ki, bana verecektiniz raporu!
Ha doğruya benim rapora ihtiyacım yoktu :)

Kış, hastalanıp yatağa düşmek için de, battaniyeye sarınıp film izlemek için de şahane bir mevsim bence.
Hele bir de anneniz yanınızdaysa...
Allah'ın sevgili kulu diye ben Gezmez'e derim işte ;)

                                                                   Breakfast at Tiffany's

Ne kadar çok merak ediyordum bu filmi.
Nasıl da kısmet olmamıştı izlemek.
E nihayet izledim.
Eski filmleri pek seveceğimi sanmam ama son derece sıcak buldum bu filmi.
Audrey Hepburn'ün neden bu kadar sevildiğini anlamamıştım şimdiye kadar.
Bir ikon haline gelmesini de artık doğal karşılıyorum :)
Benim gibi numunelik izlemeyenler kaldıysa, bir akşamınızı güzelleştirmesi için tavsiye ederim ;)

                                                                                               One Day


Bu filme bayıldım!
O derece!
Neden imdb puanı 6.7 anlamış değilim. Yoo anladımmm...
Bu film bir kitaptan uyarlanmıştı değil mi?
Kitap uyarlamaları kitap okuyucusu tarafından zor beğenilir zaten.
Ama şanslıyım ki benim haberim bile yoktu kitaptan :)
Haberim olsaydı önce okumak isteyecektim falan filan :))

İki kişinin bir araya gelme sürecinin anlatıldığı bu filmde olayların anlatılış şekilinin farklılığıyla - bence- benzerlerinden ayrılıyor.
Söylesem mi söylemesem mi modundayım şuan.
Yavaş gidiyor diye son ses izleyip yerinizden sıçramayın istiyorum aslında. Daha fazla spoiler yok ;)
Ama izleyin. Ya da okuyun.
                                                                                                  Kitabını okuyan var mı aramızda?

                                                                                              Valentine's Day 



"Ay bu da mı bu filmde oynuyor?" / "Yuh o da mı var?" diye kadroya şaşırabilirsiniz
Normal.
 Açıkçası bu kadar ünlünün karışıklık yaratacağını, tadının kalmayacağını düşünmüştüm ki, haksız sayılmam. Bu kadar ünlü koyup, her birinin de bir hikayesi olmasını sağlarsan, olmaz.
Ama yan rollerde kalsalardı olurdu. Yine ama o zamanda o yan roller için nasıl ikna ederdin o kadar ünlüyü?

Sevgililer günü depresyonunu, trajedesini ve romantizmini anlatan ünlü simalarla renklenen, sonunda kamera arkası görüntüleriyle eğlendiren güzel bir film.
Evet, bir romantik komediden beklenilecek kadar güzel bir film. :)

 İyi seyirler ;)

18 Şubat 2010 Perşembe

Sosyalleşerek Güzelleşmek

Eskiden bir yemek programı vardı; Tefal'in katkılarıyla sunulan..
Allah'ım alabildiğine garip yemekler pişirirdi o kadın. Adını hatırlayamıyacağım:) Hani birde kukla vardı bir köşede, ne gerekse..
Çıkardınız mı?

Neyse..

O programa konuk olan biri söylemişti bunu, ve plastik cerrahtı.
Adam gelin ben sizi güzelleştireyim demiyordu bakınız, kaşınız mı düştü haydi botoks yapalım demiyordu. Sosyalleşmeyi öneriyordu.
Nasılda mantıklıydı sözleri..

Merly Streep örneğini vermişti hatta;
"Oyunculuğuyla bizi bu kadar etkilemeseydi, bu kadar güzel gözükmezdi gözümüze."


Hiç unutmadığım diğer öneriside şuydu:
"Kaş" diyordu "İnsanın bakışını değiştirir, almayın ya da çok düzeltme ihtiyacı duyuyorsanız mutlaka bir profesyonele danışın."
Mantıksız mı?

O adam, ismini bilmediğim plastik cerrahını dinlediğimde çok küçüktüm.
Ve ben asla güzelleşmek uğruna bıçak altına yatanları anlamış değilim.
Kuzenim sormuştu 'burun estetiği yaptırmak istermisin' diye bir kere, ailede herkesin estetiğe merak saldığı bir dönem:)
Ne kalkık burunlar gördüm geceleri horultularından durulmuyor:)
Tamam benim burnum büyük ama geceleri mışıl mışıl ve sessiz uyuyorum hiç bir sorun yok.
Maşallah diyim :)

Yok bu sene dişleklik modası var haydi gidip dişlek olalım.
Ne kadar Aptalca..
Demek Akalından sadece bu yüzden nefret edebilirim, keza Seda Sayan yıllar yıllar önce düzelttirdiği dişlerini tekrar dişlek haline sokmuştu, geçtiğimiz yıllarda, sırf moda diye.

Konuyu bağlamak istediğim bir nokta vardı ama..
Velhasıl-ı kelam, bu devirde sosyalleşmek sıkıntısı çekmezsiniz.
Resimle mi ilgileniyorsunuz kimse size Van Gogh olun demiyor ama ders alın.
Yemek yapmayı mı seviyorsunuz; yemek kursu -inanın çok eğlenceli-
Hep fotograf mı çekmek istemiştiniz? Ne duruyorsunuz..
Amatörcede olsa ilgilendiğimiz şeylerin üzerine gitmeliyiz.

O adamdan bana -ah ismini bilmediğim için eziliyorum- benden size bir tavsiye..

18 Ocak 2010 Pazartesi

Durum Raporu Gibi Birşey

3 Gün evde oturup enerji depoladıktan sonra - sanki mümkünmüş gibi :s- bu gün dışarı çıkabildim..
Aslında bugünde çıkmazdımda abimin doğum günü!
Hediye almalıydım ona.
O'nun doğum gününü çok seviyorum; bir kere indirim tavan yaptığı bir zamanda doğmuş.. Alış-veriş yapmayı en sevdiğim zamanda yani..
Ve ben erkek kıyafetlerine bayılıyorumm.. Sadece bu zamanda erkek kıyafeti alabiliyorum {Aman Allah'ım daha zavallı görünemezdim herhalde(: }
Neyse yabancı yok :D
Velhasıl-ı kelam, Fabrika'dan, manyak bir kazak aldım, yatağının üstüne bıraktım, bu gece geç gelir malum, birde onu bekliyemem. Zaten hediyeyi açınca beni uyandırır :)
Dedim ya 3 günden beri, çıkmadım diye mutfak alış verişi bile yapamadım:(
Abimde hiç sevmez markete gitmeyi ama, bana ıhlamur ve süt aldı.. Bende ballı ballı içtim :)

Abimcim iyi ki varsın Doğum günün kutlu olsun;)

Buarada, sık sık arayıp halimi hatrımı soran arkadaşlarıma çok teşekkür ediyorum..
Ve geçmiş olsun dilekleriniz için hepinize;)
----
dışarı çıkarken aynaya bakma gafletinde bulundum
Halbuki 4 gündür bakmıyorsun manyak şimdide bakma..
İğrenç görünüyorum, satıcının benimle ilgilenmesi bile bir mucize :D
-----
Golden Globe
Micheal C. Hall'un kanser olduğunu duydum ya:(
Ödül alırken ağlıycaktım nerdeyse...
Kimi kandırıyorum, onu o şekilde görünce ağladım bile..
Allah şifa versin, o na ve tüm şifa bekleyenlere..
Buraya resmini koyup baktıkça üzülmek istemiyorum..

Kısa kısa geçeyim begendiklerim;


İki hatunuda begendim;
üstelik biri ne giyse yakışır tamamda, diğenin(Mo'Nique) şıklığına şapka çıkarmak gerekir!


Ah Jennifer Mükemmel değilde nesin?!!


Kate! Bebeğim gelin mi oldun?.. Çokkk beğendim ama yağmurun gazabına uğramışsın, kuyruğu bir bırakamadın... Yine de müthiş!

Vee En Kötü Çift:


Georgie boy, seni öldürmek istiyorummmmmmm!! :((
Moralim bozuldu yazıyı burada kesmeliyim :(

Oysaki Rick Gervais'e ne kadar güldüğümden, Merly Streep'i ne kadar sevdiğimden, Sophia Loren ve Helen Mirren'ın zarafetlerinden bahsedecektim..
Ama yok hevesim kaçtı...

14 Ocak 2010 Perşembe

YapYahşi Batı

Yahşi batıdan geliyorum,
Hepinize selam getirdim :)


En sevdiğim afişide buldum artık yoruma hazırım..
Öncelikle sizi uyarıyorum, ben G.O.R.A'yı A.R.O.G'u ve Hokkabaz'ı beğenmiş biriyim. Hatta "Hokkabaz"ı o kadar beğendim o kadar ki, anlatamam :)
Yahşi Batıya gelincee..

Burada bahsetmiştim, nihayet merakımı giderdim.
Cem Yılmaz'ı ucuza doyasıya izlemenin tek yolu, beyaz perde. Bence Cem'i destekleyip daha iyi şeylere imza atması için vesile olmalıyız.
Sevgili Cem,
Filmini çok beğendim dostum!
Keep going ;)
İmza:
Syhn...
:)
Okur mokur saygıda kusur etmeyelim.
Bu arada okursan Sevgili Cem, Cansu Dere'nin giydiği kıyafete talibim, gönderirsen kısaltıp giymeyi düşünüyorum:))
Eğer göndermezsende zaten modeli aklımda diktireceğim ve bir gün giyeceğim! :)
Neyse filmde çok küfür var diyorlar?
Ee..
Bence çok abartıda değildi, gerekli olan yerlerde küfür etmişler.
Ben ki hiç küfür etmeyen biriyim! - evet öyleyim, ne bıyık altından sırıtıyorsun, gerçekten küfretmem :))
Bana bile fazla gelmedi edilen küfürler..

Hem Amerikan filmlerinde edilen küfürlerden kimsenin şikayet ettiğini görmedim şimdiye kadar. Altyazıda tam çevirmeyebilirler ama hepimiz biliyoruz yabancı dildeki küfürleri :)) Beni kandırmayın..

Filmde bolca göndermeler vardı; gerek eski türk filmlerine, gerekse Amerikan filmlerine..
Bende göndermeleri pek severim, Cem'inkilerde, oldukça zekiyceydi!

Kurulan stüdyoyla ise kusursuzdu ya! Gurur verici!
Vehasıl-ı kelam, ben beğendim ama uyarımı yaptım; ben diğer Cem Yılmaz filmlerini de sevmiştim ;)

Bakın kıymetinizi bilin
Capitol'u kapattım, ayağımın tozuyla sizinle fikirlerimi paylaştım :)

Kaynak Mynet

10 Ocak 2010 Pazar

You're My Sunshine!

Bir pazarım var onda da evde oturayım değil mi?
Cildim kurumuş bir maske yapıyım, biraz nette takılıyım, biraz fim izliyim ve biraz kitap okuyayım.. Sonra pazartesi ve yeni bir haftaya hazır olabilirim!
Abime sinemaya gidelim diyesim geldi ama tuttum kendimi :)
Evi özlüyor insan, size de oluyor mu?

----

Vapurla Beşiktaşa geçiyoruz.
Salep alalım dedik.
Salep geldi...
Görüntü utanmadan kikirdememize neden oldu :)
Fotoğraf0618
Bakar mısınız şunun haline?
Fincanın altına ne olmuş ki acaba :))
O sunuşu harika -hatta abartılı- kahveler gibi bir şey beklemiyordum tabii ama bunu da hiç beklemiyordum :))
Tadı ise görüntüsüyle tezat oluşturacak kadar güzeldi!

Akşam yemeğini de çok güzel caz dinletisi eşliğinde yaptık (Jazz ve dinleti(: )
Ama Fakat Lakin :) çekilen videolar bilgisayarda yan çıkınca sizinle paylaşmak şöyle dursun kendim bile izleyemiyorum :)
---

Aicha'nın blogunda gördüğüm bu videoyu izlemenizi tavsiye ediyorum, benim hoşuma gitti.


---



Ve Sunshine Ödülü..
Arzu, Tatlı Cadım ve Kitap Kurdum Canan tarafından gönderilen hoş bir jest!
Benden de size ;)


----

Son olarak :)) Katı meyve sıkacağıma kavuştum, her sabah taze meyve suyumu sıkıp içmeye başladım.
Ceyda'nın yeni yıl için dilediği dileklerden biride buydu :))

7 Aralık 2009 Pazartesi

İngiltere'den Abim Gelmiş

Evde bir bayram havası
Abim beni ne çok severmiş:))
----
Bu yazımda gittiğine ne çok üzüldüğümü yazmıştım hani :)
Cumartesi günü bir kaç günlüğüne İstanbul'a döndü.
Geldiğinden beri aksilikler bırakımıyor yakasını. Önce küçük abimle hava alanında birbirini bulamamışlar, çünkü biri Sabiha Gökçende, öteki Atatürk Hava Alanındaymış. Bunu farkettiklerinde taksiye atlamış gelmiş bizimki.
55 TL tutmuş ve bizim akıllı yanında TL bulunmadığı için 60 sterlin ödemiş. Türk parasına çevirince aşşa yukarı 150TL yapar ama nedense hesaplıyamamış:))
Ve küçücük bir çantayla gelmiş, sinirli ya soramıyorumda, burdan bana bişi çıkmaz dedim:)
Nihayet küçük abim öteki havaalanından gelince, birbirlerine kavuşunca ikisindede sinir minir kalmadı:)
Ve o küçük sırt çantasını açtı...
Ta Taaa!!

Bana ugg almış!!
Ya da uggumsu bişi.. Artık ne derseniz:)) Kısa ve uzun olarak kullanılabiliyor.
Kırk yıl düşünsem öz abimin bana ugg alacağı aklıma gelmezdi:)
Geçen kış İstanbulda değildi, e bu kışda değil. O yüzden herkesin giydiğinden bihaber olsa gerek. O değil küçük abim - ki kendisi yaz kış istanublda :)- O bile görünce çok beğendi.
Sanırım çirkin olduğu müddetçe ne giydiğimi umursamıyorlar :)


Ben ugglarımla dans ederken birde bunları çıkardı.. Şimdi ayaklarımı ısıtıyorlar.. Çok tatlılar.. İkisinide 38 numara almış ama oldu ayağıma :)


Ben ikisiyle mest olmuşken bir de bu cashmere şal çıkmaz mı..(ki ben bayılırım cashmere e) "O da mı bana!!" dedim. 'senin beyaz bi kabanın yok muydu?' dedi
Onun üstüne almış -ki artık o beyaz kabanım yok ama ona söylemedim.
Şoklardayım... Benim abim bu kadar ince biri değildir.
Öyle ki 'gerçekten sana o mu almış' diyor duyan:)
Bende;
- Beni seviyor, çok özlemiş diyorum
"o küçük çanta tek benim eşyalarımla doluydu :)"