21 Şubat 2022 Pazartesi

Gün Olur Asra Bedel

Şöyle bir geriye bakıyorum da hayatımdaki kitap kulübüm olmadan durabildiğim dönem çok az. Eski okuyucular ya da beni tanıyanlar varsa içimizde mutlaka bilirler bu huyumu; gerek iki kişilik gerek çok kişilik, gerek sanal gerek gerçek, gerek arkadaşlarımla gerek öğrencilerimle denemişimdir bu kulüp işini.

En son okuldaki hoca arkadaşlarla kurduk kulübümüzü. Kitabımızı belirledik ve bir ay süre verdik. 

Ve nihayet ilk buluşmamız bugün gerçekleşti o kadar güzeldi ki hiç bekletmeden hemen bahsetmek istedim.

Bir İngilizceci, bir matematikçi, bir tarihçi, iki edebiyatçı ve üç dinciden oluşuyor bu kulüp. 

Edebiyatçıların açık ara fark attığı, vay be, ben ne okumuşum dedirttiği bir kitap tahlili yaptık. 

Şunu üzülerek belirteceğim; öncekiler kitap kulübü değilmiş. Okuyup beğenmediğim nice kült kitaptan ise şimdi utanıyorum. Kim bilir hangi göndermeleri anlamadan yüzeysel okumalar yaptım..

Ben bu eksiklik duygusundan kurtulamam artık sanırım.

Biraz kitaptan bahsedeyim sonra gene edebiyatçıları öveceğim.

Cengiz Aytmatov “gün olur asra bedel” kitabında -ki önce, gün uzar yüzyıl olur, şeklindeymiş ismi- dün, bugün ve gelecek anlatılıyor.

Bir tren istasyonunda çalışan ana karakterimiz Yedigey’in yaşadıkları üzerinden geçmiş bugün ve geleceğin anlatıldığı bu kitapta beni en etkileyen kısımlardan biri olan Nayman  ananın hikayesi ile dünya literatürüne mankurt kavramını sokmuş Aytmatov.

Her zaman Cengiz Aytmatov kitabı okumak aklımdaydı ama ilk defa okudum. Bana biraz ağır, biraz yavaş hatta biraz sıkıcı geldi diyebilirdim.. Bugünkü kitap tahlili olmasaydı. Dedim ya iki tane edebiyatçımız var diye. Allah razı olsun bizi çok güzel alıntılarla, okuduğu makalelerle acayip bilgiler verdi, biz böyle şaşkınlıkla dinledik Tuba hocayı ya. 

Romandaki simgeleri göndermeleri anlamadıktan sonra okumanın ne anlamı varmış, bilemiyorum. 

Vay canına, dedim, demek o yüzden benim ayıla bayıla okuduğum kitapları okuyorsunuz ve basit bulup bu da neydi şimdi böyle diye beğenmiyorsunuz.. E tabii gönderme yok, bir simge yok, beyin yakan bir mevzu yok.. öyle kitapları okuyup bunu ben de yazarım diye düşünüyorlardır bu edebiyatçılar ya.

Son olarak, bir matematikçimiz var dedim ya, kızcağızın işleri var kitap okuduğum zaman diğer işlerimi halledemiyorum vakit kalmıyor  belki ben çıkarım kulüpten demişti ama bugünkü tahlilden sonra dedi ki sırada hangi kitap var ne okuyoruz? ☺️ 

Umarım çooooooooooook uzun soluklu olur bu kulüp.

Not: Biraz yazım yanlışları biraz anlatım bozukluğu çokça imla kurulu ihlali görebilirsiniz son postlarımda -özellikle bunda - benim de düzenlemeye halim ve zamanım yok affola.

16 Şubat 2022 Çarşamba

I Care a Lot

 Ne zamandır film de yazmıyordum. İnsan değiştiğini hisseder mi? Adetlerimi, rutinlerimi bırakmak istemesem de zevklerim, alışkanlıklarım olmazsa olmazlarım değişiyor. 

Ooo.. Biri beni durdursun mesela şimdi, hiç aklımda yokken derin tahlillere gireceğim :) 

En kestirmeden anlatayım en iyisi. Konumuz ben değilim. Benden size ne değil mi ama?! 

I care a lot bir film. Netflişk yapımı. Ben de filmlere hele netflişke acayip serinim. Ancak filmi arkadaşım önerdi. Rosemund Pike’ı gördüm, deli kadın, eminim güzeldir ama 10.dk benim sinirler bozuldu. Bak sıkıldım demiyorum; gerildim, sinirlerim bozuldu. İzlemeyeceğim dedim bıraktım. 40 yılın başı bir film izliyorum onda da gülmek, eğlenmek istiyorum. ( Aa onun yerine ne izledim onu da bir ara yazayım 🥰 ) 

Ertesi gün filmi izlemedim diye fırça yedim. Öyle değilmiş ama bak ne olacakmış izlemem lazımmış.. ay tamam ya.. izlerim. İzleyeyim.. Akşam oturdum izledim. Tam tahmin ettiğim 2 sa boyunca gerildim, sinirlendim, ay kadının parçalandığını görmek istedim ve filmi bitirdim.  

Film, Amerikan rüyası gibi gözüken fiyaskolardan. Batılıların nasıl da kalpsiz ve merhametsiz oluşuna güzel bir örnek.  Aslında parayı haddinden fazla önemseyen herkesi anlatıyor. Sadece Batı ve Amerika diyerek kendimizi temize çıkarmayalım. Paraya, güce tapan ve bu uğurda her şeyi mübah görenler.. bir de buna başarı diyen bizler.. 

Konusunu bana sormayın. Ben fikrimi söylüyorum. 2 sa ve temposu düşmeyen bir film. Netfilişk yapımı dedik dolayısıyla tabii ki bir çift lezbiyenimiz var. Bu filmi sevenler “gone girl” filmini de izleyebilir. Ya da “gone girl” filmini izleyeip beğenenler bu filmi de beğenecektir. Blogda bir yerlerde gone girl yazısı da bulabilirsiniz ama ben telefondan hazırlıyorum bu postu, linki bulamayacağım şimdi 🤭😃 

Aa bak ben de arkadaşa “gone girl” filmini önereyim. Kesin izlemiştir ama.. 

12 Şubat 2022 Cumartesi

Diyarbakır | Cahit Sıtkı Tarancı Evi

Kasım ayında gittiğim Güney Doğu turundan bahsetmedim size. 
Çünkü;
1- Öncesinde gittiğim yerleri kronolojik olarak anlatmak istiyordum ve anlatmadım.
2- Yazmak hep aklımda olmasına rağmen, yazmıyorum.
3- Aslında en azından instagramda yazabilirdim -hep instagramdayım nasılsa - ama instagramı da bloğa çevirmedim, orada yazılanlar heba oluyormuş gibi hissediyorum hala. 
Gelgelelim, ben daha fazla Cahit Sıtkı Tarancı yazımı erteleyemem. Hala telefonumda fotoğraflar. Hala baktım mı duygulanıyorum.


Öncelikle, bakınız daha ilk cümlemde tur dedim ama bu turda Diyarbakır'dan şöyle bi' geçtik. O yüzden bir gün tekrar Diyarbakır'a gidip en az bir gün kalmak isterim. 
Şöyle bir geçmemize rağmen Ulu Cami ve çevresini görme şansımız oldu. Şair ve yazarların mekanlarını da. Özellikle konuya başlığını veren Cahit Sıtkı Tarancı evini de.

Bir gün belki burada Diyarbakır'ı anlatan bir yazı da yazarım ama bugün sadece Cahit Sıtkı Tarancı var.

Cahit Sıtkı Tarancı'yı nasıl bilirsiniz?
Yaş otuz beş şiirini bilirsiniz mutlaka.
Hatta şöyle dendiğini de duymuşsunuzdur, yaş otuz beş yolun yarısı eder dedikten on yıl sonra vefat etmiştir. Yolun yarısında değil sonundaymış meğer diye.. "Yolun yarısını" Dante'ye atıfla söylemiştir. Ama siz ve böyle diyenler de haklı tabii. Herkesin benim gibi edebiyatçı arkadaşları olmayabilir. Olsa bile onları benim gibi darlamayabilir :)
Ayrıca ne deseydi adam, son çeyrekte miyim deseydi? 

Allah'ım yazmayıp yazmayıp birden yazınca da hızımı alamıyorum dallanıp budaklanıyor konu. Nerede o üç satırla post hazırlayan ben?!


Efendim, biz, Cahit Sıtkı Tarancı'nın şimdilerde müze olan evini ziyaret ettik. Bunu söylemeye çok utanıyorum ama daha önce hiçbir eserini okumadım. Mal mal evi geziyorum. Şahane bir ev. Dizilerde görsen yok artık böyle evlerde de yaşamamışlardır herhalde dersin. Avlusu, evin bölümleri muazzam. Etrafta şiirlerinden, kitaplarından alıntılar asılı. Bir yandan edebiyatçı arkadaşım hayatından bahsediyor, kişilik özelliklerinden.. 
Sonra gözüme bir alıntı ilişti. Ziya Osman Saba'ya yazdığı mektuplardan oluşan ve Ziya'ya mektuplar isimli kitaptan bir alıntı. Buraya eksiksiz yazmak için o kadar alıntı okudum ki kitabı okumuş kadar oldum, derdim şayet istediğim alıntıyı bulsaydım. Bulamadım ama Paris'te bıraktığı için üzüldüğü kitaplardan bahsediyordu. "Ah Ziya'cığım bir görsen ne güzel kitaplardı..."
Tam hatırlayamıyorum işte. Ama bende bıraktığı his hala taze.
Alıntıyı okuduğumda beni bi' ağlamak tuttu! Zor tutuyorum kendimi. Anlatamam size, çünkü kendime de açıklayamıyorum kitaplarına duyduğu bu özlem beni neden bu kadar etkiledi, diye. Empati herhalde, kitaplarımı geri de bıraksam ben de çok üzülürdüm.
Belki de hayatına dair öğrendiğim üç beş şey yüzünden, genç yaşta hayatını yitirmesinden, çok yalnızlık çekmesinden ve bulunduğumuz mekanın havasından veya hepsinin etkisiyle bilemiyorum, çok etkilendim. O evin bir köşesinde oturup, Cahit Sıtkı'nın ayrı düştüğü kitaplar için yas tutmak istedim. Onun yerine ağlamamı tuttum.