Bir kaç gün önce arkadaşım aradı.
Sitene erişim mahkeme kararıyla engellemiş ne haltlar karıştırdın dedi.
O kadar utandım ki anlatamam.
Durumu anlattım.
Binlerce insanı töhmet altında bırakıp tüm blogspot uzantılı adreslere erişimi engelleyen zihniyeti kınıyorum.
Suçluyu suçsuzdan ayırmak bu kadar zor olmasa gerek!
Neyse DNS ayarlarımı düzenledim ve blogspotlara girebiliyorum.
Ama yazmak gelmedi içimden.
Şöyle bir silkeleneyim dedim.
3 film.
Uluslar arası takılacağım biraz ;)
Postman To Heaven

Yine özgün bir konuya sahip Güney Kore filmi.
Sevdiğimi söyleyip ayrıntılı okumak isteyenleri
şuraya davet etsem olur mu? :)
100 Days With Mr. Arrogant

İsim tanıdık geliyordu. Bir yerlerde okumuş olmalıyım. Hımm... Görüntü kalitesi de güzel. E canım da film izlemek istiyordu diyerek izlediğim film.
Bu tür filmler benim için pek risk taşımaz, seveceğim neredeyse kesindir.
Ama sanki o kadarda güzel değil miydi neydi :)
Bu filmi izlerken bazı iğrençlikte sahneleri sadece Güney Kore sinemasında görebilirsiniz diye düşündüm :)
Sonra da Fransız sinemasını düşündüm.
Bir sonraki filmim Fransız Sinemasından olsun dedim.
Ve gerçekten bu kararımı uyguladım ;)
La Vie En Rose

Böyle bir sohbet açılsa ben derim ki Fransız Sinemasını severim.
Oysa Fransız Sinemasına ait izlediğim filmler bir elin parmaklarını geçmez. Bildiğim oyuncu isimleri de keza öyledir ve muhtemelen doğru telaffuz edemem :)
Ama severim!
Çünkü izlediğim o bir elin parmaklarını geçmeyen filmlerin hepsi de harikalardı.
O harika filmlerden birinde La Vie En Rose şarkısına gönül bağıyla bağlanmış, o şarkının hatrına bu filmi izlemiş bulundum.
Film geniş bir vakitte izlenmeli, ama mutlaka izlenmeli.
Ve tabii alt yazılı izlenmeli.
Edith Piaf'ın hayatını anlatan bu film sizi derinden etkileyecek buna eminim. Eşsiz güzellikte şarkılarla bir tarihe tanıklık edeceksiniz.
O derece iddialıyım ;)