30 Mart 2011 Çarşamba

Yeşil Peri Gecesi

Sıkıntı çekmeden blogspotlara girebilmek ne kadar hoş!
Verilen araya bakılırsa bir kitap yorumun vakti gelmişte geçiyor bile.


Ayfer Tunç'un ismini yeni ve sıkça duymaya başladığım dönemler.
Aklımda iki kitabı var; büyük övgüyle bahsedilen ve tavsiye edilen.
Okuduğum ilk kitabı, diğer kitabını okuyup okumayacağımı da belirleyecek.

Hadi lafı o kadar dolandırmadan kitabı bir çırpıda okuduğumu,
güzel bulduğumu, tavsiye ettiğimi belirteyim.

I-ıh yetmez değil mi? bence de.

Kitap bir düşüş hikayesi.
Başarılı anlatımına hayran olunası bir düşüş hikayesi.
Yoksa konu bana geldiği gibi size de uç gelebilir, öyle hayatlar yaşayan insanlar olduğuna şaşırabilir ve üzülebilirsiniz.

Bir ileri bir geri anlatımıyla zaman yolculuğu yaşatıyor kitap size.
Çocukluğa orta yaşa gençliğe değiniyorda , şu yetmişküsür saat önce ne olduğuna değinmiyor.
Ha siz bir şeyler seziyorsunuz ama, yok artık o kadar da değil, diyorsunuz.

İyi okumalar ;)

28 Mart 2011 Pazartesi

Macaro-Ne?

Yasak günler tamamen geride kaldı umuduyla oturdum bilgisayar başına.
Güzel birşeyden bahsetme ve yeni yazı girme heyecanıyla...


Bloggerların macaron sevdasını biliyorum.
İtiraf edeyim nemrut olduğum zamanlarda bu sevdayı hor gördüğüm oldu.
Amma abartıyorlar dedim.
Şimdi de bu moda oldu dedim.
Hıh! dedim.
Sonra, ya bir de ben tadayım, dedim :)


Aldım. Yedim. Bayıldım!
Hani diyorum bir macaron havuzu olsa da dalsam içine.
Havuz değil ama macaron yemekten boğulsam.
Sevgimin boyutunu anlatabildim mi? :)


Son olarak Sedoş'un yumuk elleriyle veda ediyorum size, ısırmadan yakaladım :P

16 Mart 2011 Çarşamba

My Dream Couple


Söyleye söyleye dilimde tüy bittiği için artık kestim.
The Office izleyin demiyorum.
İzlemenizi isterdim ama yapacak birşey yok. Ben izliyorum. Bayılıyorum.
Kahkahalarla gülüyorum, çok ağlıyorum falan.

En azından Jim ve Pam ile tanışın!
Rüya çift(im).
Onlara dair unutamadığım o kadar sahne var ki.
Yani kaçırdığınız demek istiyorum..

13 Mart 2011 Pazar

Aşkın Gözyaşları

Her pazartesi kitap yorumu yaptığım zamanlar geliyor aklıma.
Her pazartesi kitap yorumu rutinimi haftada birden fazla kitap okuduğum için bozmuştum ilkin.
Şimdiyse...
Neyse, olur öyle arada :D


Hımm.. Düşünüyorumm...

Öncelikle bir link paylaşacağım sizinle bu kitap hakkında yazılmış başka bir açısı.
onu da okumanızı öneririm. İşte bu!

Çünkü kitabı doğru zamanda okumak önemlidir.
Belki benim için yanlış zamandı.
Niyeyse ben Mevlana ve Şems'in roman kahramanı olmasını sindiremiyorum :/
O yüzden bu tarz kitaplara son verme kararı aldım.
Elif Şafak'ın Aşk kitabı hakkındaki yorumum.
Aynı şeyleri tekrarlamak istemem.

Bunları göz ardı edip yorum yapmam gerekirse,
rahat okunan bir kitap olduğunu söyleyebilirim.
Arka kapak yazısına eklenen birde Nazan Bekiroğlu önsözü olunca insanın beklentisi tavan yapmıyor değil.

Ben, edebi bir yönünü görememenin dışında, sık editör hatası diye adlandırabileceğim hatalarla karşılaştım.
Konuşma çizgisi, paragraf yanlışları falan.
Ufak şeyler gibi gelebilir ama Şems'in konuşma çizgisi içinde Mevlana'nın verdiği cevabı okurken sinir oluyorsunuz.
Ya da başka bir olaya geçiş aynı paragraftayken.

Kimya'yı anlattığı kısım en sevdiğim bölümdü.
Okuduklarım içinde en güzeliydi, zaten o kısımlar bir çırpıda bitti.

Şems hakkında zaten çok şey okuduysanız okumamanızı, ancak Şems'i pek tanımıyor onu anlamak istiyorsanız önerebileceğim bir kitap.

Şems'in
Konya'dan ilk ayrıldığında
Mevlana'nın Şems için yazdığı bu şiiri
Yılmaz Erdoğan yorumuyla sizlerle paylaşmak istedim.
Bu kadar güzel bir şiir bu kadar güzel yorumlanırdı.
Ne kadar dinlesem doymuyorum.



11 Mart 2011 Cuma

Banner Sarhoşu

Geçen gece bir mesaj:
Seyhan senin blog kapatılmış haberin var mı hemde mahkeme kararıyla.

Ben anneannemin yanına uzanmış -şimdi yalan olmasın ne izlediğimi hatırlamıyorum ama- bir şeyler izliyorum mesaja kilitlendim.
Şaka mı bu?
Cidden blogumun kapandığından haberimin olmadığını düşünebilir mi?

Ama nasıl güldüm o mesaja ben.
Blogu okuyamayanlardan gelen en keyifli yorumdu :)

Sonra dün gece bir kınadaydık.
Uzun zamandır görmediğim bir arkadaşı gördüm.
Laf arasında 'blogunu okuyoruz' dedi hönk! diye kaldım.
Utandım, sevindim, mahcup oldum, ne yazdığımı gözden geçirdim, panik oldum.
Bütün bunları bir-iki saniye de yaşadım.
Sonrası, hemen blogun şimdilerde neden kapalı olduğunu açıklamakla geçti.
Bu arada kına da çok güzel geçti ;)


Sonra annem rahatsız diye bugün (bana göre)bütün işi ben yaptım.
Aylardır elimi bir işe sürmediğimi, yayılmaktan dolayı kilo aldığımı düşünürsek, işe yaramamın huzuruyla internet başına oturdum.
FD'den mail var.
Mailde de benim için banner!
Beklenmedik bir şeydi.
Çok mutlu oldum, hemen değiştirdim.

Sonra dedim yaz kızım!

7 Mart 2011 Pazartesi

İzlediğim Filmleri Anlatıyorum, Bloguma Dokunma!

Bir kaç gün önce arkadaşım aradı.
Sitene erişim mahkeme kararıyla engellemiş ne haltlar karıştırdın dedi.
O kadar utandım ki anlatamam.
Durumu anlattım.

Binlerce insanı töhmet altında bırakıp tüm blogspot uzantılı adreslere erişimi engelleyen zihniyeti kınıyorum.
Suçluyu suçsuzdan ayırmak bu kadar zor olmasa gerek!

Neyse DNS ayarlarımı düzenledim ve blogspotlara girebiliyorum.
Ama yazmak gelmedi içimden.

Şöyle bir silkeleneyim dedim.

3 film.
Uluslar arası takılacağım biraz ;)

Postman To Heaven


Yine özgün bir konuya sahip Güney Kore filmi.
Sevdiğimi söyleyip ayrıntılı okumak isteyenleri şuraya davet etsem olur mu? :)

100 Days With Mr. Arrogant

İsim tanıdık geliyordu. Bir yerlerde okumuş olmalıyım. Hımm... Görüntü kalitesi de güzel. E canım da film izlemek istiyordu diyerek izlediğim film.
Bu tür filmler benim için pek risk taşımaz, seveceğim neredeyse kesindir.
Ama sanki o kadarda güzel değil miydi neydi :)
Bu filmi izlerken bazı iğrençlikte sahneleri sadece Güney Kore sinemasında görebilirsiniz diye düşündüm :)

Sonra da Fransız sinemasını düşündüm.
Bir sonraki filmim Fransız Sinemasından olsun dedim.
Ve gerçekten bu kararımı uyguladım ;)

La Vie En Rose


Böyle bir sohbet açılsa ben derim ki Fransız Sinemasını severim.
Oysa Fransız Sinemasına ait izlediğim filmler bir elin parmaklarını geçmez. Bildiğim oyuncu isimleri de keza öyledir ve muhtemelen doğru telaffuz edemem :)
Ama severim!
Çünkü izlediğim o bir elin parmaklarını geçmeyen filmlerin hepsi de harikalardı.
O harika filmlerden birinde La Vie En Rose şarkısına gönül bağıyla bağlanmış, o şarkının hatrına bu filmi izlemiş bulundum.

Film geniş bir vakitte izlenmeli, ama mutlaka izlenmeli.
Ve tabii alt yazılı izlenmeli.
Edith Piaf'ın hayatını anlatan bu film sizi derinden etkileyecek buna eminim. Eşsiz güzellikte şarkılarla bir tarihe tanıklık edeceksiniz.
O derece iddialıyım ;)