31 Ocak 2015 Cumartesi

Gözlerinin Esareti {Kitap Tanıtım}

Sevgiye aç bir kadınla… 
Kalbi buz tutmuş bir adam.
Tutkuyu keşfettiklerinde, dönüşü olmayan bir yola girmek zorunda kalırlar...
Küçüklüğünden beri aradığı sevgiyi bulamayan Keira Destina’nın tek bir dileği vardı; kendisini gerçekten sevecek bir kalp. Babası tarafından sürekli hor görülüp, sevgisiz ve korumasız bir hayat süren Keira, şeytanla yaptığı anlaşma sonucu Karanlıklar Lordu’nu öldürmeye kalkıştığında, hayatının altüst olacağından habersizdi. Herkesin, önünde korkuyla titrediği Karanlıklar Lordu tarafından esir alınan genç kız için artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı.
Karanlıklar Lordu Kayran için, bu namı almak hiç de kolay olmamıştı. Katıldığı tüm savaşlardan galibiyetle ayrılmış, düşmanlarının korkulu rüyası haline gelmişti. Karanlık ruhunun bir tek savaş meydanlarında ışığa kavuştuğuna inanan bu adam, bir gece çadırına gizlice sızan, asil ama hırçın bir güzelin ölümcül saldırısından kendisini korumak isterken, onu bekleyen sürprizin farkında değildi. Gözlerine ilk baktığı an, bu kızın tanıdığı tüm kadınlardan farklı olduğunu anlamıştı. Genç kızın öfkesinin ve cazibesinin ateşi Kayran’ın buz tutmuş, karanlıklar içindeki kalbini sarmıştı. Genç adam için artık tek bir gerçek vardı; bu asi güzel ona ait olmalıydı!

30 Ocak 2015 Cuma

İşte "O" Balığın Hikayesi

Yalnız yaşayan insanlar neden dondurulmuş gıda tercih ediyor biliyor musunuz?
Üşengeçliklerinden mi?
Hmm tamam belki  bu da etkendir ama hayır üşengeçliklerinden değil, buna mecbur bırakılıyorlar.
Nasıl mı?
Tamam anlatacağım madem ısrar ediyorsunuz.

Bir balıkçım var benim.
Güvenmekten ziyade alışmışım ona gidiyorum, beni tanıyorlar da, alacağımı alıyorum. Yalnızken haftada bir balık yemek gibi bir adetim var. Genelde bu çipura oluyor. Ama geçtiğimiz aylarda bu sefer çinekop alayım diyerek balıkçıma gittiğim. Her zamanki elemanlar yoktu balıkların başında.
Dışarıda bir porsiyon çinekop istediğinizde 4 tane çinekop gelir ya, ondan kelli hesap ettim 4 tane alsam bana bir öğün için yeterli. Adamdan 4 tane çinekop istedim.
4 tane veremeyiz, dedi bana.
Ne demek, 4 tane veremeyiz?! 6'lı takım sanki, 4 tane verince bozuluyor.
Ahh kafammm gelmez ki hemen aklıma bu cevap ilk şok geçtikten sonra -bu arada adam yarım kilo vereyim abla işte zaten çok fark olmaz falan diye geveliyor- hayır istemiyorum, dedim gitmeye yollanıyordum ki başka bir eleman, ver ablaya 4 tane uzatma, dedi hay ablan kurban olsun gerçi keşke almasaydım diyorum şimdi, ama bozulduğum belli olmasın diye balığı da almak durumunda kaldım.
Bu sefer -çok bir şey tutmadı fiyatı, bozukluklarımı hesaplarken, abla yoksa kalabilir, dedi ikinci adam.
Ay hayır ne münasebet param var benim falan geveleyip paralarını verip, başımdan dumanlar tüte tüte oradan ayrıldım.

Bir daha o balıkçıya gitmedim dememe gerek var mı?

Ertesi hafta başka bir balıkçıdan çipura aldım. Bayat mıydı neydi, tadından bir şey anlamadım, midem de bozuldu sonrasında. O gün bugündür evde balık da yapmadım.


Unutmamak için ekran görüntüsü almıştım, sözümde durdum. Ölmediğim için şükürler olsun ^.^

28 Ocak 2015 Çarşamba

Lord Hollywood İle Tanışın!

İşte sizlere bir amme hizmeti daha!
Eğer karşılık bekleseydim bu iyiliğimin karşılığını nasıl verirdiniz, bilmem?!

Hanımlar beyler.. hala izlemeyeniniz bilmeyeniniz var ise karşınızda Hollywood markizi George Ocean Gravity!!



Ah canım canımmmm..
George Clooney'in Downton Abbey'e konuk olacağı sezon başlamadan kulağımıza gelen haberler arasındaydı. Yalnız sonra bölümlerde (Christmas Special episode dahil) Clooney ortalarda görünmedi.
Folse alarm dedik geçtik.

Ama bende istihbarat kuvvetli.
İpekcim linki verdi, ayrı ayrı 4 dk 44 sn den oluşan iki bölümü kahkahalarla çığlık çığlıkla izledim. Son derece keyif aldım. Hala izlemeye başlayamadığım Mr Selfidge de bölümde görüldü ancak bölümde de belirttikleri gibi nasılsa aynı kanalın dizileriydi.


Yılbaşı parodisinde yer almış bizim serseri kısaca. Çok az ama çok keyifliydi. George Clooney olmasa da güzel olurmuş ama olması iyi olmuş tabii, insan özlüyor.


En çok Thomas'ın sahnelerine güldüm. Hele George'u öpmeye çalışması..
Ah bir de kontesin yuvarlandığı sahne!! :)))
Yaw niye anlatıyorum şuraya videosunu koyayımmm!!



Bu ikinci bölüm yalnız, bir kısa bölümü daha var ama nedendir bilinmez iki video koyamıyorum aynı yazıya, malumunuz.


Özçekimsiz olmaz tabii!!
Thank you Santa ^.^

26 Ocak 2015 Pazartesi

Yersiz Cümleler

E artık bir kitaptan bahsetmenin zamanı geldi.

Ben özledim siz özlemediniz mi?

Tüyap'ta Nergiz'in imza gününe gidemediğim için üzülmüştüm. 
Gideyim kitabımı imzalatayım, bir de bir çay içeriz diye heveslenmiştim ancak gerek yoğun gündemim gerekse Tüyap'ın İstanbul'da olmayışı bu görüşmeyi gerçekleştirmemize mani oldu.

Ben imza gününe gidemedim belki ama imza ayağıma geldi.


Sağ olsun Nergiz'im  imzalamış ama ne de güzel imzalamış. 
Övgülere layık olan kendisiyken, beni de şımartmış.
Yazar sıfatını konuşturmuş imzalarken.

Çok genç bir yazarımız Nergiz Garipli.
Kendisini blogundan tanıyanlarınız olacaktır.
Birçok denemesi olmasına rağmen, ilk kitabının şiir olmasını tercih etmiş.
Bilmesem o satırların bu kadar genç birinden çıktığını tahmin edemem.


Sıradanlıktan uzak, bu tarzı sevenlerin baştan sona okuduktan sonra elinin altında bulunmak isteyeceği bir şiir kitabı.

Yolun açık olsun güzel kardeşim...

24 Ocak 2015 Cumartesi

Kızıl Tepe - Jamie McGuire


Âşık olduğunuz kişiyi hayatta kalabilmek için öldürmek zorunda olduğunuzu bilseniz ne yapardınız?
 
İki kızını yalnız başına yetiştirmek için çabalayan Scarlet; evli, fakat âşık olmanın ne demek olduğunu unutmuş, tek yaşama nedeni küçük kızı olan Nathan ve tek derdi kız kardeşi ve erkek arkadaşlarıyla yapacakları hafta sonu kaçamağı olan üniversiteli bir genç kız olan Miranda…
 
Dünyayı etkisi altına alan bir salgın patlak verdiğinde bu üç kişinin hayatı beklemedikleri şekilde kesişir ve artık tek amaçları vardır: Bu yeni ve acımasız dünyada hayatta kalabilmek.
 
“Etkileyici… Yüreğinizi hoplatacak bu hikâyenin her dakikasına bayılacaksınız!” – Tracey Garvis Graves, Ada romanının New York Times çok satan yazarı.
 
“Sürükleyici bir kıyamet sonrası hikâyesi… McGuire etkileyici detaylar ve güçlü karakterlerle başarısını bu türde de kanıtlıyor.” – Booklist
 
“Ürkütücü, sürükleyici ve acımasızca gerilimli.” –Closer Magazine

22 Ocak 2015 Perşembe

Lady Mary'nin Yeni Saç Modeli

Tabii benim için yeni saç modeli. Sizin için belki de eskidi.
Veya belki Lady Mary'i tanımıyorsunuz..
Yok yok bu ihtimal bu blog okuyucusu için oldukça zayıf bir ihtimal.

Sevgili kuzenim(bütün düşesler kuzendir) Düşes Mary Crawley'in çağa ayak uyduran saç modelini görünce sizinle paylaşmak istedim.
Evet, Downton Abbey'i daha yeni izleyebildim. Pişman değilim yine olsa yine bekletirim :)
Bu vesileyle şunu da belirtmek isterim ki; bu ara yazmak için vaktim var, yazacak/anlatacak çok şeyim var ama hevesim yok.
Neticede alışmış kudurmuştan beter değilmiş. Alışkanlıkları çok çabuk değişebiliyormuş insanın.

Lafı daha fazla uzatmadan önce, Mary'nin önceki saç modeline bakalım ki, ben çok beğenirdim, oldukça zarifti.
Ve şimdi değişen zamanla ve radikal bir kararla yeni saç modeli.

Ancak bu kadar zıt olabilirdi iki saç modeli ve ancak bu kadar güzel taşınırdı.
Bu küt saçlarla şapka takışı harikaydı, o görsellerden kullanacaktım ancak, ilk saç modeliyle de şapkaları harikaydı diyerek vazgeçtim.

Sizden, diziyi izleyenler izlemeyenler olarak yorum alayım, benim kuzenim diye mi hoşuma gidiyor yoksa cidden kadın taşıyor mu?

20 Ocak 2015 Salı

Film Müzikleri Kuşağında Bu Hafta

Niyetim tek bir post yapmak iken bloggerın verdiğim linklerden sadece birini kabul etmesiyle ayrı ayrı post yapmaya zorladığı dolayısıyla bir yazı dizisine dönüşen film müzikleri bölümünde sıra.

Çok sevdiğim defalarca izlediğim, buna rağmen her izlediğimde aynı replikleri ısrarla not aldığım filmden, Komplo Teorisi'nden kısa bir sahne.
Yine bu film yüzünden "Çavdar Tarlasında Çocuklar" isimli kitabı fellik fellik aradığımın notunu da düşeyim. O zamanlar internet yok, öyle her aradığın kitabı bulamıyorsun.. Ahh sefillik.. yine de ille de doksanlar ya! :)



Aslında klip istediğim gibi değil. Bir de son sahne eklenseydi, şarkıyı beraber söyledikleri kısım, tadından yenmezdi. Hem de bu bölümümüzde daha önce yazdığım diğer yazılarla ortak bir özellik daha olmuş olurdu. Ortak özellik Julia Roberts'la sınırlı kaldı.
Fark ettiniz  değil mi? Fark edenler parmak kaldırsın ;)



Mel Gibson'dan haberi olan var mı bu arada? Beni artık hiç arayıp sormuyor.
Kafamda deli sorular. 
Bu filmin IMDB puanı neden düşük?
Çok severim ben oysa. Cidden filmden anlamıyor olabilirim.

15 Ocak 2015 Perşembe

Bir Hediyenin Hikayesi

Paslanmışım biliyor musunuz?
Giriş cümlesi bulmakta zorlanıyorum. 
Ya da içimde çok fazla parmaklarımın ucuna gelmeyi bekleyen kelime olduğundan nereden başlayacağımı kestiremiyorum.


Melike'nin hediyesinden bahsetmem lazım mesela, nasıl girsem konuya. Direkt dalsam mı?
Daldım gitti.
Melike dediğim sizin Mel benim Melo.

Bir gün bana dedi ki; "Ben seni çok seviyorum, illa sana hediye göndereceğim" ay yok zahmet etme falan, "yok valla olmaz yollayacağım da yollacayağım adresini ver". (Tamam bu kadar coşkulu söylememiş hatta beni sevdiğini de söylememiş hatta ben de bu kadar nazlanmamış olabilirim ama yani teşbihte hata olmaz - ay yoksa o tasvir miydi?)
:)
İyi peki tamam madem ısrar ediyorsun, dedim adresimi verdim... 
...
Üç nokta yetersiz kalır beklediğim süre için.
Bu süre zarfında Melo'ya merhaba, diyorum, ay hastayım kargon hazır yollayacağım,
instagrama fotosunu beğeniyorum, ay Seyhan ilk fırsatta hediye geliyor.
Yani hediye gelmediği gibi benim Mel ile aram da açıldı. Kıza "n'aber?" bile diyemiyorum, utanıyorum hediyeden kelli soruyorum sanıyor.

Gel zaman git zaman, bu gerilime daha fazla dayanamadım Melo'ya mesaj attım:
Hani la benim hediyem?
Tutuştu tabii. Tutuşacak elbet.
Hemen ertesi gün geldi kargom :)))


Yiğidi öldürsem de hakkını veririm. Nokta atışı yapmış.
Mest etti beni.
Her şeyi düşünmüş, çok da tatlı bir not yazmış.
Ama İtalya'dan aldığı mask yolda kırılmış.


Kahroldum ki ne kahroldum.

Nasıl?
İyi ki baskı yapmışım, değil mi, hediyemi gönder diye? :)

Öyle bana hediye göndereceğim deyip gönderememezlik edemezsiniz efendim.
Söke söke alırım hakkım olan hediyeyi ^.^

13 Ocak 2015 Salı

Yokluğumda Meşhur Oldum

Ben biraz zamandır yoktum fark eden oldu mu?
Zaten geçen haftaki tek yayınım da zaman ayarlı yazıydı.

Çok yoğunum, çok çalışıyorum, dünyayı kurtaracağım...
Sanki!
Yani ne diye böyle yoğun, böyle dolu, böyle önemli bir imaj çizmeye çalıştığımı inanın anlamıyorum.
Tıpkı az sonra neden, çok müthiş yetenekliymişim imajı çizeceğimi bilmediğim gibi.

Facebookta bir gönderide etiketlendim önce.
Anaaamm bu benim elim. Biri benim biri anneannemin. Bunu ben çektim eller aldı, altına imzasını attı.
Sonra mesaj kutum eşten dosttan gelen ekran görüntüsüyle doldu. Paylaşıldıkça paylaşılmış. Beğenildikçe beğenilmiş.

Ben bu fotoğrafı çektiğim zaman ağabeyim, bu pozu bir yerde gördün mü, diye sormuştu. Hayır görmemiştim. Bazen kafam çalışır ve o bazenlerin böyle güzel sonuçları olur. Çok sevdiğim bir fotoğraf.
Ama her şeyden evvel özel.
Ben ve anneannem.
Leyla ile Meral falan değil.
Etiketlendiklerimin altına yorum yaptım.
Sosyal medyada emek hırsızlığının hakkını arayamazsınız. Bunu bilecek kadar bunun içindeyim.
Nitekim, fotoğrafı ilk yayınlayan sayfa bana mesaj atarak fotoğrafın kendisine ait olduğunu söylediği bir kişiden izin isteyerek yayınladığını söyledi.
Bu yaklaşımı sevdim.
Bir diğeri de neden altındaki yazıya değilde bu fotoğraf benime odaklandığımı merak etmiş.
Ne odaklanacağım, altındaki yazı da Risale-i Nur'dan, sanki hiç okumadık?!
Altına o yazı yazılınca yapılan haksızlık mübah mı oluyor?

Başka acı mevzu ise, gerizekalı akrabalarımdan biri, bir kızın kendi fotoğrafı gibi igde paylaştığı fotoğrafı beğenmiş. Çok yakınım ama. İsim vermeyeyim hadi.
Benim lan o, hani bize geldiğinde çalışma masamın üstünde gördüğün 30x30 cm baskısı olan fotoğraf!

Bütün bunlar bir tarafa. En son ağabeyim listesinden birileri bu fotoğrafı paylaşınca o da görüyor ve bana ekran götüntüsü atıyor.

Aneaammm 1500 mü 15 bin mi o? 15 bin beğeni ney laaa?!
Ben paylaştığımda niye 15bin kişi toplaşıp beğenmediniz???

Bu yazının ana teması: Beni beğenin başkalarını değil.
Bu yazının ana teması2: Bu fotoğraf benim, ben çektim. Siz bilin yeter.

5 Ocak 2015 Pazartesi

Beni Versinler Ellere...

Yıllar geçiyor azizim.

Kayahan'ın tribüte albümü çıktı biliyorsunuz.
Bilmiyorsanız da sıkıntı yok zaten ben de yeni öğrendim.
Gülşen bir şarkı söylüyordu, pek de güzel söylüyordu, aa bu Kayahan'nın şarkısı, dedim
Öyleymiş, dedi.
Anladım ki, Kayahan'dan dinlememiş bu şarkıyı. Bilmiyor yani eski Kayahan şarkılarını. Ya da/hatta tüm şarkılarını..
Bilmiyor muydun, dedim, duymamış mıydın ondan, dedim, kaç yaşındasın sen? dedim :)

Aynı kuzenim bir keresinde MFÖ'nün "Peki peki anladık" şarkısını dinleyince, reklam müziğinden şarkı yapmışlar, demişti. Ülker'in Peki çikolatasının reklamın kullanılıyordu o ara şarkı. Hönk! diye kalmıştım o zaman da :)

Yıllar geçiyor, arkadamızdan gelenler kendi gençliği yaşıyorlar. Herhalde benim gençliğimi yaşayıp benim dinlediğim şarkıları dinleyecek halleri yok. (Ama doksanlar çok güzeldi be!)

Mesela bir şey soracağım, aranızda Kayahan'la Hülya Avşar gerilimini hatırlamayan var mı?
Gelecek cevaplardan korkuyorum :D

Eveeett, bugün sizler için ne çalayım istersiniz?

2 Ocak 2015 Cuma

Düğün Dansı/Düğün Şarkısı {Kitap Tanıtım}


Düğün Dansı
Kilitli bir kalbi, hangi anahtar açabilir?
Rose’un Köşkü’nde sular durulmuyor… Aşk bu kez de mekânın çiçekçisi Phoebe Davis’in peşinde. Ancak tıpkı çok sevdiği çiçekleri gibi hayatta her şeyin geçici olduğunu düşünen Phoebe, kalbinin kapılarını aşka sonsuza dek kapatmaya kararlı. Öte yandan sadece tek bir dansla Phoebe’nin başını döndüren yakışıklı mimar Patrick Knight’ın Phoebe, doğru olduğuna inandığı her şeyden vazgeçmek pahasına aşkın kazanmasına izin verecek mi?

Düğün Şarkısı
Kaderinden kaç kez kaçabilirsin?
Whitney Banning teyzesinin düğünü için Rose’un Köşkü’ne geldiğinde kaderin onun için hazırladığı sürprizlerden habersizdir. İlk dansın ardından karşısına dikilen mekânın müzik yönetmeni, yıllar önce ardında sadece ismini bırakarak terk ettiği adamdan başkası değildir. Yani bu zamana dek öptüğü en yakışıklı adam… Tyce Smith. Daha da kötüsü Whitney birkaç ay sonra başkasıyla evlenecektir, hem de Tyce’ın çalıştığı mekânda. Whitney onu terk ettiği günden beri tek bir şarkı yazamayan Tyce ise, onu terk eden kadını asla kalbinden silememiştir. Şimdi kader onu ikinci kez karşısına çıkarmışken, bir başkasıyla nişanlı olması onu büyük aşkından vazgeçirmeye yetecek midir? Yoksa bu kez sonsuza dek çalınacak olan o aşk şarkısını yazmayı başarabilecek midir?