Ay ben filmi nasıl atlamışım!
Buralar iyice film bloguna dönmüştü ben bu filmi izlediğimde ama iyi film buldum mu yazmak istiyordum, çünkü film bulmak zor. Yine de film yazmaya bayağı uzun bir ara verdim sanıyorum, artık vakti geldi.
Benim tavsiyelerim önemli.
Herkes ödüllü filmmiş, sanat filmiymiş izlemek istemeyebilir benim gibi.
Ben sizler için yazıyorum ve buluyorum bu filmleri kardeşlerim :))
Mesela nereden buluyorum. Bir film ya da oyuncu için imdb'ye giriyorum, onu sevdiyseniz bunlardan da hoşlanabilirsiniz çıkıyor ya, oradan çok faydalanıyorum.
Genelde de yanıltmıyor.
Bu film bu şekilde izlediklerimden. Gerçekten şimdiye kadar izlememiş olmam şaşırtıcı.
Arkadaşlarının düğün gününde tüm sorumluluğu üstlenen onlar için canla başla çalışan gerçek aşkı da hep uzaktan izleyen bir nedimenin hikayesi.
Ah seveceksiniz♥
31 Ağustos 2019 Cumartesi
26 Ağustos 2019 Pazartesi
Amsterdam'ın Meşhur Kurabiyesi: Van Stapele
Öncesinde Amsterdam yazım için tıklayabilirsiniz.
Ancak ben Amsterdam'a gittiğimde bu kurabiyeden bihaberdim.
Yalan yok.
Geçenlerde Havva, ki benim abimin eşi olur, bu kurabiyeyi attı bundan yapmalısın diyerek, e ben de şahane bir görümce olmanın verdiği yetkiye dayanarak dedim ben bu kurabiyeyi yaparım!
Böyle tartmalı ölçmeli zahmetli şeylere kendim için olsa hiç girişmem.
Biliyorum biliyorum benim gibi şahane bir görümceniz olsun isterdiniz ama benden sadece bir tane var, o yüzden elinizdekiyle iyi geçinmeye bakın :))
Instagram paylaşınca mesaj kutum çıldırdı. Detay istiyorlardı, tarif istiyorlardı, storyleri profile sabitlememi istiyorlardı... İstekler bitmiyordu.
Dedim tamam uzlaşalım sizin için blogda yazarım;)
Onlar dışında bir de sinsi sinsi kaydedenler oldu ben eminim:))
Bakın bu da çikolatanınvermiş olduğu mutluluk ve gevezelik sanırım daha yapımına geçmedim bile.
Öncelikle ben orijinalini yemedim, umarım bir daha giderim da Amsterdam'a o zaman yerim.
Orijinalini yemesem de biliyorum ki benimki biraz farklı.
Daha düz, fotoğraflardan anladığım kadarıyla daha bisküvimsi bir kurabiye orijinali.
Ama tam tarifi uygulayınca o kadar cıvık oldu ki bir kaşık daha un ekledim. Şekeri de azalttım:)
Ama bence böylesi harika.
Ciddi anlamda çok yağlı olur öteki türlü.
Siz gene isterseniz tam tarif uygulayın,
175 gr un
Bir çimdik tuz
1 çay kaşığı karbonat (bir paket kabartma tozu koydum onla mı uğraşacağım)
35 gr kakao (2 yemek kaşığı tam 35 gr yapıyor) ama tam ölçü koymama rağmen benimki onlarınki kadar koyu görünümlü olmadı.
1- Yukardakileri karıştır.
120 gr oda sıcaklığında tereyağ (halis muhlis köy tereyağı kullandım)
1 büyük yumurta (açıkçası sıradan bir yumurta kullandım)
100 gr beyaz 100 gr esmer şeker (tarif böyle olsa ben bir bardak kullandım ki 200 gr dan az ediyordu ölçtüğümde)
2- Önce şeker ve yağı çırpıp sonra yumurtayı ekleyip tekrar çırpıyoruz.
3- Sonra içine unlu karışımı ekleyip yoğuruyoruz.
4- Sonra bir paket bıçakla kıyılmış çikolatayı karışıma ekliyoruz.
(işte bu noktada bana çok cıvık göründüğünden bir kaşık daha un ekledim ve işte şimdi oldu dedim)
Çok yumuşak bir hamur, dünya kadar yağ giriyor aldığı kadar un koyarsanız sonunda çok sert bir şey olur o yüzden ölçülere uyun.
5- Buzdolabına koyalım.
6- Bir kalıp beyaz çikolatamızı karelere bölelim.
7- Dolapta en az on dk bekleyen hamurumuzu alıp eşit parçalara ayıralım.
8- Her bir paçanın içine beyaz çikolata parçası koyup güzelce yuvarlayalım. Delik melik olmasın beyaz çikolata akmasın ;)
9- Önceden ısıtılmış 175 derece fırına koyalım.
Sadece 9 dk pişecek deniyordu ama ben pişmemiş ve tam yayılmamış görüntüsünden ötürü 10-11 dk fırında tuttum sonra hemen çıkarttım.
Tekrar ediyorum, orijinalini yemedim. Ama bunu sevdim :)
Afiyet olsun.
Ancak ben Amsterdam'a gittiğimde bu kurabiyeden bihaberdim.
Yalan yok.
Geçenlerde Havva, ki benim abimin eşi olur, bu kurabiyeyi attı bundan yapmalısın diyerek, e ben de şahane bir görümce olmanın verdiği yetkiye dayanarak dedim ben bu kurabiyeyi yaparım!
Böyle tartmalı ölçmeli zahmetli şeylere kendim için olsa hiç girişmem.
Biliyorum biliyorum benim gibi şahane bir görümceniz olsun isterdiniz ama benden sadece bir tane var, o yüzden elinizdekiyle iyi geçinmeye bakın :))
Instagram paylaşınca mesaj kutum çıldırdı. Detay istiyorlardı, tarif istiyorlardı, storyleri profile sabitlememi istiyorlardı... İstekler bitmiyordu.
Dedim tamam uzlaşalım sizin için blogda yazarım;)
Onlar dışında bir de sinsi sinsi kaydedenler oldu ben eminim:))
Bakın bu da çikolatanınvermiş olduğu mutluluk ve gevezelik sanırım daha yapımına geçmedim bile.
Öncelikle ben orijinalini yemedim, umarım bir daha giderim da Amsterdam'a o zaman yerim.
Orijinalini yemesem de biliyorum ki benimki biraz farklı.
Daha düz, fotoğraflardan anladığım kadarıyla daha bisküvimsi bir kurabiye orijinali.
Ama tam tarifi uygulayınca o kadar cıvık oldu ki bir kaşık daha un ekledim. Şekeri de azalttım:)
Ama bence böylesi harika.
Ciddi anlamda çok yağlı olur öteki türlü.
Siz gene isterseniz tam tarif uygulayın,
175 gr un
Bir çimdik tuz
1 çay kaşığı karbonat (bir paket kabartma tozu koydum onla mı uğraşacağım)
35 gr kakao (2 yemek kaşığı tam 35 gr yapıyor) ama tam ölçü koymama rağmen benimki onlarınki kadar koyu görünümlü olmadı.
1- Yukardakileri karıştır.
120 gr oda sıcaklığında tereyağ (halis muhlis köy tereyağı kullandım)
1 büyük yumurta (açıkçası sıradan bir yumurta kullandım)
100 gr beyaz 100 gr esmer şeker (tarif böyle olsa ben bir bardak kullandım ki 200 gr dan az ediyordu ölçtüğümde)
2- Önce şeker ve yağı çırpıp sonra yumurtayı ekleyip tekrar çırpıyoruz.
3- Sonra içine unlu karışımı ekleyip yoğuruyoruz.
4- Sonra bir paket bıçakla kıyılmış çikolatayı karışıma ekliyoruz.
(işte bu noktada bana çok cıvık göründüğünden bir kaşık daha un ekledim ve işte şimdi oldu dedim)
Çok yumuşak bir hamur, dünya kadar yağ giriyor aldığı kadar un koyarsanız sonunda çok sert bir şey olur o yüzden ölçülere uyun.
5- Buzdolabına koyalım.
6- Bir kalıp beyaz çikolatamızı karelere bölelim.
7- Dolapta en az on dk bekleyen hamurumuzu alıp eşit parçalara ayıralım.
8- Her bir paçanın içine beyaz çikolata parçası koyup güzelce yuvarlayalım. Delik melik olmasın beyaz çikolata akmasın ;)
9- Önceden ısıtılmış 175 derece fırına koyalım.
Sadece 9 dk pişecek deniyordu ama ben pişmemiş ve tam yayılmamış görüntüsünden ötürü 10-11 dk fırında tuttum sonra hemen çıkarttım.
Tekrar ediyorum, orijinalini yemedim. Ama bunu sevdim :)
Afiyet olsun.
25 Ağustos 2019 Pazar
Simurg Sanatla Gezi?
Simurg sanat kimdir?
Simurg Sanat ile yola çıkılır mı? Simurg sanat gezi topluluğu nedir?
Kara yoluyla Avrupa seyahatine çıkılır mı?
Bana en başından beri turu soruyorsunuz.
Instagram ilk fotoğrafı paylaştığımdan beri. Cidden!
Dönünce uzun uzun yanıtlayacağımı söylemiştim bence uzun uzun da yazdım.
Eğer okumadıysanız ve kısaca göz atmak isterseniz öncelikle dokuzuncu gün yazım olan Viena'yla başlayabilirsiniz. Benim için iplerin koptuğu gün.
Öncelikle kara yoluyla Avrupa seyahatinden bahsedeyim. Kimse benden fazla yolculuktan etkilenemez herhalde ama ben tavsiye ediyorum. İyi yol arkadaşları iyi ekiple, o yollar gözünüzde büyümesin.
Ancak turu iyi seçeceksin.
Bazı turlarda hiç otobüsten indirmeden şehri gezdirip başka bir yere geçiyorlarmış.
Eğer aradığınız buysa bu da olur tabii ama benim gibi şehri yaşamayı, sindirmeyi, hatta aklınıza kazımayı seviyorsanız programı iyi okumalısınız.
Tabii bu da çözüm değil, Simurg gibi bir ekiple söyledikleri yerine getiremeyen insanlar da olacaktır.
Simurg'da yanımızda organizasyonu yapanlar vardı ama onlara rehber denemez, bakın bu kapı işte bu da sapı diyecek kadar bilgileri yoktu.
Bir insan on yıldır bu işi yapar da nasıl kendini geliştirmez aklım almıyor!
İngilizce biliyor diye gene deneyimsiz bir arkadaşlarını yanlarına almışlardı, iki otobüs için bir dil bilen arkadaş.
Tekrar ediyorum on yıldır bu işi yaptığını söylüyorsun tek kelime İngilizce bilmiyorsun!?
Aslında bu Türkiye'de işlerin nasıl ilerlediğinin de özeti, değil mi? Günü kurtaralım yeter. Aman bir şey öğrenmeyelim, kendimizi geliştirmeyelim...
Tur otobüsümüzde sınırsız çay ve kahve ikramı olacağı söylenmişti. Maksimum 4 kere ikram oldu o da rica minnet hadi çay yok mu diye diye.. Yolda ben pek aramıyordum ne yalan söyleyeyim, ama vaat edilenle gerçekleşeni bilin diye anlatıyorum.
Su da sınırsız denmişti, son günlere kadar sıkıntı olmadı, stokları azalınca su vermeyi kestiler :))
Bizim otobüstekiler gayet dakikti.
Ama bilin bakalım geciken kimlerdi? Tur ekibi!
Tur ekibi dediğin dakik olur. Hiç unutmuyorum Üsküp'te 09.45'te araba hareket edecek ona göre kahvaltınızı yapın diye mesaj attılar.
Hazırlandık indir kahvaltımızı bitirdik 09.30.
Ve tur ekibi daha yeni kahvaltıya geliyordu!! Ee tabii ne oldu 10.30'da otobüse geldiler.
Bu kimin suçu?!
Viyana'da ise yolu bulamayıp 10 geciken arkadaşlar için gecikmeseydiniz sizi hundertwasser house götürmeyeceğiz diyecek, erkenden şehir merkezine yakın olmayan otele tıkacak kadar adi, kendi işleri için istedikleri kadar savsaklayan kimselerdi bunlar.
Lanet olsun nefret ediyorum hepsinden.
Paris'te, Amsterdam'da toplanıp da saatlerce otobüs beklemelerimize değinmiyorum.
Macaristan'da arabada dolandık demiştim.
Sizi bir köye götüreceğiz oradan hediyeliklerinizi alırsınız dedikler ve götürdükleri yerde tek bir dükkan açıktı, bizi gören diğer bir Türk de dükkanı açmış ben de oradan alınca pazartesi buralar erken kapanır gelmenize şaşırdım dedi.
Nasılsa onların ahbapları açmış yeter. Ve biz o her yerin kapalı olduğu köyde yemek saatine kadar neredeyse iki saat geçirdik.
Kavala için de aynı şey oldu. Koskoca Kavala için bir saat, onların kurabiye alalım diye götürdükleri yerde de bir saat.
Döneceğimiz yer de artık İstanbul he, kaçıyor sanki birazcık daha dursak.
Daha neler neler..
Kısa kesiyorum ama çıkacağınız tura dikkat edin.
Cahille yola çıkılmaz.
Dua etsinler ki yolcularımız çok sakin, tatlı, bilinçli, klas insanlardı.
Beni de onların sakinliği, pozitifliği yatıştırdı.
İki kişi daha olsaydı benden o zaman ne yaparlardı acaba!
Bu arada, 54 kişiydik, turda bulunan bir kişinin bile gene bu turla bir yere giderim dediğini duymadım.
Anlattıklarımda eksik var fazla yok.
Simurg Sanat ile yola çıkılır mı? Simurg sanat gezi topluluğu nedir?
Kara yoluyla Avrupa seyahatine çıkılır mı?
Bana en başından beri turu soruyorsunuz.
Instagram ilk fotoğrafı paylaştığımdan beri. Cidden!
Dönünce uzun uzun yanıtlayacağımı söylemiştim bence uzun uzun da yazdım.
Eğer okumadıysanız ve kısaca göz atmak isterseniz öncelikle dokuzuncu gün yazım olan Viena'yla başlayabilirsiniz. Benim için iplerin koptuğu gün.
Öncelikle kara yoluyla Avrupa seyahatinden bahsedeyim. Kimse benden fazla yolculuktan etkilenemez herhalde ama ben tavsiye ediyorum. İyi yol arkadaşları iyi ekiple, o yollar gözünüzde büyümesin.
Ancak turu iyi seçeceksin.
Bazı turlarda hiç otobüsten indirmeden şehri gezdirip başka bir yere geçiyorlarmış.
Eğer aradığınız buysa bu da olur tabii ama benim gibi şehri yaşamayı, sindirmeyi, hatta aklınıza kazımayı seviyorsanız programı iyi okumalısınız.
Tabii bu da çözüm değil, Simurg gibi bir ekiple söyledikleri yerine getiremeyen insanlar da olacaktır.
Simurg'da yanımızda organizasyonu yapanlar vardı ama onlara rehber denemez, bakın bu kapı işte bu da sapı diyecek kadar bilgileri yoktu.
Bir insan on yıldır bu işi yapar da nasıl kendini geliştirmez aklım almıyor!
İngilizce biliyor diye gene deneyimsiz bir arkadaşlarını yanlarına almışlardı, iki otobüs için bir dil bilen arkadaş.
Tekrar ediyorum on yıldır bu işi yaptığını söylüyorsun tek kelime İngilizce bilmiyorsun!?
Aslında bu Türkiye'de işlerin nasıl ilerlediğinin de özeti, değil mi? Günü kurtaralım yeter. Aman bir şey öğrenmeyelim, kendimizi geliştirmeyelim...
Tur otobüsümüzde sınırsız çay ve kahve ikramı olacağı söylenmişti. Maksimum 4 kere ikram oldu o da rica minnet hadi çay yok mu diye diye.. Yolda ben pek aramıyordum ne yalan söyleyeyim, ama vaat edilenle gerçekleşeni bilin diye anlatıyorum.
Su da sınırsız denmişti, son günlere kadar sıkıntı olmadı, stokları azalınca su vermeyi kestiler :))
Bizim otobüstekiler gayet dakikti.
Ama bilin bakalım geciken kimlerdi? Tur ekibi!
Tur ekibi dediğin dakik olur. Hiç unutmuyorum Üsküp'te 09.45'te araba hareket edecek ona göre kahvaltınızı yapın diye mesaj attılar.
Hazırlandık indir kahvaltımızı bitirdik 09.30.
Ve tur ekibi daha yeni kahvaltıya geliyordu!! Ee tabii ne oldu 10.30'da otobüse geldiler.
Bu kimin suçu?!
Viyana'da ise yolu bulamayıp 10 geciken arkadaşlar için gecikmeseydiniz sizi hundertwasser house götürmeyeceğiz diyecek, erkenden şehir merkezine yakın olmayan otele tıkacak kadar adi, kendi işleri için istedikleri kadar savsaklayan kimselerdi bunlar.
Lanet olsun nefret ediyorum hepsinden.
Paris'te, Amsterdam'da toplanıp da saatlerce otobüs beklemelerimize değinmiyorum.
Macaristan'da arabada dolandık demiştim.
Sizi bir köye götüreceğiz oradan hediyeliklerinizi alırsınız dedikler ve götürdükleri yerde tek bir dükkan açıktı, bizi gören diğer bir Türk de dükkanı açmış ben de oradan alınca pazartesi buralar erken kapanır gelmenize şaşırdım dedi.
Nasılsa onların ahbapları açmış yeter. Ve biz o her yerin kapalı olduğu köyde yemek saatine kadar neredeyse iki saat geçirdik.
Kavala için de aynı şey oldu. Koskoca Kavala için bir saat, onların kurabiye alalım diye götürdükleri yerde de bir saat.
Döneceğimiz yer de artık İstanbul he, kaçıyor sanki birazcık daha dursak.
Daha neler neler..
Kısa kesiyorum ama çıkacağınız tura dikkat edin.
Cahille yola çıkılmaz.
Dua etsinler ki yolcularımız çok sakin, tatlı, bilinçli, klas insanlardı.
Beni de onların sakinliği, pozitifliği yatıştırdı.
İki kişi daha olsaydı benden o zaman ne yaparlardı acaba!
Bu arada, 54 kişiydik, turda bulunan bir kişinin bile gene bu turla bir yere giderim dediğini duymadım.
Anlattıklarımda eksik var fazla yok.
24 Ağustos 2019 Cumartesi
Son Durak: Kavala
Birinci gün; Bulgaristan
Altıncı gün; Brugge
Yedinci gün; Volendam ve Amsterdam
Sekizinci gün; Dresden
Sekizinci gün; Prag
Dokuzuncu gün; Viyana
Onuncu gün; Bratislava
Onuncu gün; Budapeşte
On birinci gün; Üsküp
On ikinci gün; Selanik
Kavala Yunanistan'ın sahil kentlerinden.
Neredeyse 6 yüz yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmış bir kent.
Kanuni'nin Su kemeri inşa ettirdiği, Bizans kalesini genişlettiği bir kent.
Vay vay vay diyorsunuz değil mi?
Tur şirketi bizi sahilde bir yerde bıraktı ve bir saat süre verdi.
Yemek süresi de dahil buna.
Balık yemek vardı kafamızda, ama nereye girmeye kalktıysak süre vermediler, sorduğumuzda azarlar gibi hayır hazırlanamaz o kısa sürede dediler. Acayip gıcık oldum var ya, sorsanız şu an bana bütün yunanlardan nefret ediyorum. Neden battıklarına şaşmamak gerek.
Türkçe biliyorlar diye girdiğimiz yerde adamın tavırlarına uyuz olduğumuzdan kalktık, iyi ki de kalkmışız ya hiç mi balık yemedik, geri zekalı, gel de Türkiye'ye müşteri ile nasıl konuşulur öğren.
Biz kalktık ama aç oldukları için oturan ve dakikliğiyle ünlü arkadaşlarımız vaktinde dönemediler otobüse. Belliydi o adamın servisi yayacağı.
Yunanistan benim aklımda kaba insanların bulunduğu gayet sevimsiz bir yer olarak yer ediyor.
Buradan sonra tur şirketi bizi kurabiye alabileceğimiz bir yere getirdi. Kendi ahbapları mıdır nedir böyle yerlere götürmek için hep zamanımızdan çaldılar bize oralarda alışveriş yaptırdılar, zorla değil tabii ama "sizi bir yere götüreceğiz hediyeliklerinizi oradan alabilirsiniz", veya Kavala'da olduğu gibi "kurabiyenizi oradan alırsınız".. ve her nedense onların götürdükleri yerde uzun uzun zaman geçirebildik.
Tur için ayrı bir yazı yazacağım. Tam da bu yazıdan sonra! Lütfen turlara katılmadan iyi araştırın!
Neyse ki sonraki durağımız İstanbul'du ♥
Bu seyahat beni tabii doyurmadı. Aksine seyahat isteğimi arttırdı.
Seyahat Ya Resullallah !♥
Yedinci gün; Volendam ve Amsterdam
Sekizinci gün; Dresden
Sekizinci gün; Prag
Dokuzuncu gün; Viyana
Onuncu gün; Bratislava
Onuncu gün; Budapeşte
On birinci gün; Üsküp
On ikinci gün; Selanik
Kavala Yunanistan'ın sahil kentlerinden.
Neredeyse 6 yüz yıl Osmanlı hakimiyetinde kalmış bir kent.
Kanuni'nin Su kemeri inşa ettirdiği, Bizans kalesini genişlettiği bir kent.
Vay vay vay diyorsunuz değil mi?
Tur şirketi bizi sahilde bir yerde bıraktı ve bir saat süre verdi.
Yemek süresi de dahil buna.
Balık yemek vardı kafamızda, ama nereye girmeye kalktıysak süre vermediler, sorduğumuzda azarlar gibi hayır hazırlanamaz o kısa sürede dediler. Acayip gıcık oldum var ya, sorsanız şu an bana bütün yunanlardan nefret ediyorum. Neden battıklarına şaşmamak gerek.
Türkçe biliyorlar diye girdiğimiz yerde adamın tavırlarına uyuz olduğumuzdan kalktık, iyi ki de kalkmışız ya hiç mi balık yemedik, geri zekalı, gel de Türkiye'ye müşteri ile nasıl konuşulur öğren.
Biz kalktık ama aç oldukları için oturan ve dakikliğiyle ünlü arkadaşlarımız vaktinde dönemediler otobüse. Belliydi o adamın servisi yayacağı.
Yunanistan benim aklımda kaba insanların bulunduğu gayet sevimsiz bir yer olarak yer ediyor.
Buradan sonra tur şirketi bizi kurabiye alabileceğimiz bir yere getirdi. Kendi ahbapları mıdır nedir böyle yerlere götürmek için hep zamanımızdan çaldılar bize oralarda alışveriş yaptırdılar, zorla değil tabii ama "sizi bir yere götüreceğiz hediyeliklerinizi oradan alabilirsiniz", veya Kavala'da olduğu gibi "kurabiyenizi oradan alırsınız".. ve her nedense onların götürdükleri yerde uzun uzun zaman geçirebildik.
Tur için ayrı bir yazı yazacağım. Tam da bu yazıdan sonra! Lütfen turlara katılmadan iyi araştırın!
Neyse ki sonraki durağımız İstanbul'du ♥
Bu seyahat beni tabii doyurmadı. Aksine seyahat isteğimi arttırdı.
Seyahat Ya Resullallah !♥
22 Ağustos 2019 Perşembe
Son Gün; Selanik
Birinci gün; Bulgaristan
Altıncı gün; Brugge
Yedinci gün; Volendam ve Amsterdam
Sekizinci gün; Dresden
Sekizinci gün; Prag
Dokuzuncu gün; Viyana
Onuncu gün; Bratislava
Onuncu gün; Budapeşte
On birinci gün; Üsküp
Geldik son güne.
Çok mutluyum hem bu geziyi hem de bu yazı dizisini bitirebildiğim için :)
Nihayet yazmak istediğim başka konulara da geçiş yapabileceğim; filmler, diziler, tarifler..
Ama önce Selanik.
Öncelikle hiç barışamadım Yunanistanla. Bir yeri/şeyi sevmem için elektriğimizin uyuşması çok önemli ve Yunanistan'la elektriğimiz uyuşmadı gibi hissediyorum.
Fotoğraflarda gördüğümüz mavi beyaz evlerin olduğu yer gibi bir şey bekliyordum ama Selanik, Suadiye gibi bir yer çıktı.
İlk olarak gördüğümüz Kanuni döneminden kalma artık beyazlığı da kalmayan Beyaz Kuleydi. Mutlaka bilirsiniz burası Osmanlı'nın elinden çıktıktan sonra vaftiz ediliyor ve beyaza boyanıyor.
Atatürk'ün evini ziyaret etmiş olmak Selanik'in tek artısı olabilir ancak ev o kadar yeni ki.. Hiçbir tarihilik yok. Orasının Atatürk'ün evi olmadığı da söyleniyor ki bu kuvvetle muhtemel doğru.
Yunanistan'da artık son gün diye deli gibi çikolata alışverişi yaptığımız için yollarında bayağı dolandık. Tarihi kalıntıların etrafında, önemli midir değil midir bilmediğimiz kiliselerin çevresinde tekrar sahil yoluna, otobüsümüzün bizi beklediği yere vardık.
Kavala'ya doğruya çıkacağız. Kavala'yı bir sonraki yazıya bırakayım. Bu da son yazım değilmiş yahu :)
Yedinci gün; Volendam ve Amsterdam
Sekizinci gün; Dresden
Sekizinci gün; Prag
Dokuzuncu gün; Viyana
Onuncu gün; Bratislava
Onuncu gün; Budapeşte
On birinci gün; Üsküp
Geldik son güne.
Çok mutluyum hem bu geziyi hem de bu yazı dizisini bitirebildiğim için :)
Nihayet yazmak istediğim başka konulara da geçiş yapabileceğim; filmler, diziler, tarifler..
Ama önce Selanik.
Öncelikle hiç barışamadım Yunanistanla. Bir yeri/şeyi sevmem için elektriğimizin uyuşması çok önemli ve Yunanistan'la elektriğimiz uyuşmadı gibi hissediyorum.
Fotoğraflarda gördüğümüz mavi beyaz evlerin olduğu yer gibi bir şey bekliyordum ama Selanik, Suadiye gibi bir yer çıktı.
İlk olarak gördüğümüz Kanuni döneminden kalma artık beyazlığı da kalmayan Beyaz Kuleydi. Mutlaka bilirsiniz burası Osmanlı'nın elinden çıktıktan sonra vaftiz ediliyor ve beyaza boyanıyor.
Atatürk'ün evini ziyaret etmiş olmak Selanik'in tek artısı olabilir ancak ev o kadar yeni ki.. Hiçbir tarihilik yok. Orasının Atatürk'ün evi olmadığı da söyleniyor ki bu kuvvetle muhtemel doğru.
Yunanistan'da artık son gün diye deli gibi çikolata alışverişi yaptığımız için yollarında bayağı dolandık. Tarihi kalıntıların etrafında, önemli midir değil midir bilmediğimiz kiliselerin çevresinde tekrar sahil yoluna, otobüsümüzün bizi beklediği yere vardık.
Kavala'ya doğruya çıkacağız. Kavala'yı bir sonraki yazıya bırakayım. Bu da son yazım değilmiş yahu :)
Arkası yarın;)
18 Ağustos 2019 Pazar
On Birinci Gün: Üsküp
Birinci gün; Bulgaristan
Altıncı gün; Brugge
Yedinci gün; Volendam ve Amsterdam
Sekizinci gün; Dresden
Sekizinci gün; Prag
Dokuzuncu gün; Viyana
Onuncu gün; Bratislava
Onuncu gün; Budapeşte
Adım adım sona yaklaşıyoruz.
Bunları yazarken bile çok şükür modundayım. O günlerdeki ruh halim.
Üsküp'e dair maalesef ne çok bilgim var ne de anım.
Öğlen saatlerinde otele varıp giriş yaptık. Saatlerce otelde kaldık. Ve çıktığımızda ilk yemek yemeye götürdü tur (müsveddesi). Bir saat yemek molası verildi. (Biz onların dediği yerde yemedik!)
Buluştuğumuzda saat 18.30'du ve sekize kadar serbest zaman verildi. Zamanın azlığından şikayet edeceğimizi bilen tur, daha fazla zaman geçirmek isteyen otele kendisi dönsün dedi ki 3-5 kişi haricinde kimse onlarla gitmedi 👊
Şehrin iki yakası birbirinden oldukça farklı. Müslümanların olduğu yer tarihi dokuyu kaybetmemiş zaman durmuş gibi. Ancak o kısmından çıktığınızda karşınızda yepyeni bir şehir duruyor, zamanda yolculuk yapmış gibisiniz. Maalesef ruhu yok!
Amaçsızca dikilmiş devasa heykeller.
Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz tepedeki İskender'in babası, alttaki bebe İskender. İskender? Skopje? Ne alaka diye düşünüyorsunuz.
Köfte için bloglara baktığınızda Destan diye bir yer öneriliyor. Ama biz oranın yerlisine sorduğumuzda ki birkaç kişiye sorduk Kosmos dediler. Biz de orada yedik ve çok memnun kaldık. Turun götürdüğü yerde yiyenler 7 euro ödemişler ama biz 3.5 euro ödedik. Ayran dahil miydi değil miydi hatırlamıyorum ama köftesi cidden güzel porsiyonlar oldukça büyüktü. Bir kişi alıp iki kişi de yiyebileceğiniz büyüklükte porsiyonlar.
Köfteleri yedikten sonra bizim gibi turun erkenden otele götürmesine boyun eğmeyen arkadaşlarla karşılaştık. Onlara katıldık. Ve neresiydi bilmiyorum ama güzel bir trileçe yedim. Harikaydı.
Sohbet de trileçe kadar harikaydı, ekip bozulmasın beraber başka yerlere de gidelim ama bu tur şirketiyle değil, diye konuşmuştuk. İnşallah gerçekleşir ♥
Dönüş için hazırlandığımızda rehberimiz genç arkadaşım Furkan oldu, etrafı seyrede seyrede otele döndük. Furkan artık gezileri sen planlasan, biz de sana uysak, güzel olmaz mı?
Yol boyunca çok keyiflendim. Turu düzenleyenlerin meymenetsiz suratlarını görmeyince her şey daha keyifli geçiyordu galiba.
Çok fazla fotoğraf oldu diye Mustafa Paşa camii, Mother Teresa kilisesi , diğer taraftaki heykeller falan koymadım artık ne yapacaksınız, sıkılırsınız dedim.
Pekala, sırada son günümüz var.
Yedinci gün; Volendam ve Amsterdam
Sekizinci gün; Dresden
Sekizinci gün; Prag
Dokuzuncu gün; Viyana
Onuncu gün; Bratislava
Onuncu gün; Budapeşte
Adım adım sona yaklaşıyoruz.
Bunları yazarken bile çok şükür modundayım. O günlerdeki ruh halim.
Üsküp'e dair maalesef ne çok bilgim var ne de anım.
Öğlen saatlerinde otele varıp giriş yaptık. Saatlerce otelde kaldık. Ve çıktığımızda ilk yemek yemeye götürdü tur (müsveddesi). Bir saat yemek molası verildi. (Biz onların dediği yerde yemedik!)
Buluştuğumuzda saat 18.30'du ve sekize kadar serbest zaman verildi. Zamanın azlığından şikayet edeceğimizi bilen tur, daha fazla zaman geçirmek isteyen otele kendisi dönsün dedi ki 3-5 kişi haricinde kimse onlarla gitmedi 👊
Şehrin iki yakası birbirinden oldukça farklı. Müslümanların olduğu yer tarihi dokuyu kaybetmemiş zaman durmuş gibi. Ancak o kısmından çıktığınızda karşınızda yepyeni bir şehir duruyor, zamanda yolculuk yapmış gibisiniz. Maalesef ruhu yok!
Amaçsızca dikilmiş devasa heykeller.
Yukarıdaki fotoğrafta gördüğünüz tepedeki İskender'in babası, alttaki bebe İskender. İskender? Skopje? Ne alaka diye düşünüyorsunuz.
Köfte için bloglara baktığınızda Destan diye bir yer öneriliyor. Ama biz oranın yerlisine sorduğumuzda ki birkaç kişiye sorduk Kosmos dediler. Biz de orada yedik ve çok memnun kaldık. Turun götürdüğü yerde yiyenler 7 euro ödemişler ama biz 3.5 euro ödedik. Ayran dahil miydi değil miydi hatırlamıyorum ama köftesi cidden güzel porsiyonlar oldukça büyüktü. Bir kişi alıp iki kişi de yiyebileceğiniz büyüklükte porsiyonlar.
Köfteleri yedikten sonra bizim gibi turun erkenden otele götürmesine boyun eğmeyen arkadaşlarla karşılaştık. Onlara katıldık. Ve neresiydi bilmiyorum ama güzel bir trileçe yedim. Harikaydı.
Sohbet de trileçe kadar harikaydı, ekip bozulmasın beraber başka yerlere de gidelim ama bu tur şirketiyle değil, diye konuşmuştuk. İnşallah gerçekleşir ♥
Dönüş için hazırlandığımızda rehberimiz genç arkadaşım Furkan oldu, etrafı seyrede seyrede otele döndük. Furkan artık gezileri sen planlasan, biz de sana uysak, güzel olmaz mı?
Yol boyunca çok keyiflendim. Turu düzenleyenlerin meymenetsiz suratlarını görmeyince her şey daha keyifli geçiyordu galiba.
Çok fazla fotoğraf oldu diye Mustafa Paşa camii, Mother Teresa kilisesi , diğer taraftaki heykeller falan koymadım artık ne yapacaksınız, sıkılırsınız dedim.
Pekala, sırada son günümüz var.
14 Ağustos 2019 Çarşamba
Onuncu Gün; Budapeşte
Birinci gün; Bulgaristan
Altıncı gün; Brugge
Yedinci gün; Volendam ve Amsterdam
Sekizinci gün; Dresden
Sekizinci gün; Prag
Dokuzuncu gün; Viyana
Onuncu gün; Bratislava
Sabah Bratislava'da iki dk geçirdikten sonra Budapeşte için yola çıktık. Herhalde 3-4 saatte varmıştık.
Budapeşte'de ilk Kahramanlar anıtının olduğu yere gittik. Rehberimiz orada yaşayan ve seyahat acentesinde çalışan bir Türktü.
O meydanda biraz anlattı, ve diğer grubu beklediğimizden 20 dk serbest zaman verdi.
Yok yani bir şey yok, on heykelle 200 fotoğraf mı çektirelim, ne yapalım?! O yirmi dk oldu yarım sa. sonra kırk dk... diğer otobüs geldi, sonradan gelmelerine rağmen onlar önden gitti. Biz de çimlerde otobüsümüzü bekledik.
Bundan sonra hep arabada dolandık. Dolandık. Güya rehber var hiçbir şey anlatmıyor.
Kendimizce gördüğümüz ve merak ettiğimiz yerlere hikayeler anlatıyoruz, sesimizin ulaştığı tüm koltuklar buna eşlik ediyordu. Bu işte olumsuz durumlarda bile keyif almaktır. Her zaman değil ama uyumlu insanlarla bunu başarmak çok da zor değil.
Şehre tepeden bakmanızı sağlayan, Özgürlük heykelinin de bulunduğu Gellert tepesinde bir mola veriyoruz.
Budapeşte çok güzel bir şehir. Gerçekten çok güzel.
İlk defa bir yere böyle tepeden bakınca dedim ki; "Ah! İstanbul kadar güzel!
Sonra Trinity Meydanına gidiyoruz. Masallardaki şatoları andıran - üzgünüm ama söylemek zorundayım- harika bir kilise var burada. Her açıdan fotoğraf çekmeye doyamayacağınız 700 yıllık bir tarihe sahip Matthias Kilisesi!
Mohaç Meydan Muharebesinden sonra Macaristan'ı alan Kanuni, ilk cuma namazını da burada kıldırmış, ardından burası şehrin ana camisi olmuş.
Sanırım bir ah da burada gönlümüzden kopuyor..
Daha sonra yemekten önceki zamanımızı geçirmek üzere her yerin kapalı olduğu bir köye geçiyoruz. Sadece bir iki Türk dükkanı açık ve buralardan alışveriş yapalım diye getirildiğimiz bu yerde de sorun çıkarmamaya kendimizi eğlendirmeye çalışıyoruz.
Bu ıssız köyden yemek yerine geçildiğinde yemek için oturmuyoruz ve sokaklarında dolaşıyoruz.
Çünkü benim için gezmek bu ya, yollarda dolanmak :)
Kısıtlı süremizde köprüye çekip şehri izleyip fotoğraf çekiyoruz. Sonra görkemiyle insanı büyüleyen parlemento binasının dibine kadar gidiyoruz!
Burada yaptığımız en güzel şeyde sıra. Tuna nehrinde tekne gezintisi. Zaten akşam tavsiye ediliyor bu tekne gezisi. Çünkü şehrin ışıklandırması bir harika. Maalesef hiçbir yüksek çözünürlüklü kamera Allah'ın verdiği gözün gördüğünü size aktaramıyor.
Kısaca şöyle demek istiyorum: Budapeşte'ye bayıldım. O da benden azıcık hoşlansa yeter.
Bir sonraki şehirde ve yazıda görüşmek üzere..
Yedinci gün; Volendam ve Amsterdam
Sekizinci gün; Dresden
Sekizinci gün; Prag
Dokuzuncu gün; Viyana
Onuncu gün; Bratislava
Sabah Bratislava'da iki dk geçirdikten sonra Budapeşte için yola çıktık. Herhalde 3-4 saatte varmıştık.
Budapeşte'de ilk Kahramanlar anıtının olduğu yere gittik. Rehberimiz orada yaşayan ve seyahat acentesinde çalışan bir Türktü.
O meydanda biraz anlattı, ve diğer grubu beklediğimizden 20 dk serbest zaman verdi.
Yok yani bir şey yok, on heykelle 200 fotoğraf mı çektirelim, ne yapalım?! O yirmi dk oldu yarım sa. sonra kırk dk... diğer otobüs geldi, sonradan gelmelerine rağmen onlar önden gitti. Biz de çimlerde otobüsümüzü bekledik.
Bundan sonra hep arabada dolandık. Dolandık. Güya rehber var hiçbir şey anlatmıyor.
Kendimizce gördüğümüz ve merak ettiğimiz yerlere hikayeler anlatıyoruz, sesimizin ulaştığı tüm koltuklar buna eşlik ediyordu. Bu işte olumsuz durumlarda bile keyif almaktır. Her zaman değil ama uyumlu insanlarla bunu başarmak çok da zor değil.
Şehre tepeden bakmanızı sağlayan, Özgürlük heykelinin de bulunduğu Gellert tepesinde bir mola veriyoruz.
Budapeşte çok güzel bir şehir. Gerçekten çok güzel.
İlk defa bir yere böyle tepeden bakınca dedim ki; "Ah! İstanbul kadar güzel!
Sonra Trinity Meydanına gidiyoruz. Masallardaki şatoları andıran - üzgünüm ama söylemek zorundayım- harika bir kilise var burada. Her açıdan fotoğraf çekmeye doyamayacağınız 700 yıllık bir tarihe sahip Matthias Kilisesi!
Mohaç Meydan Muharebesinden sonra Macaristan'ı alan Kanuni, ilk cuma namazını da burada kıldırmış, ardından burası şehrin ana camisi olmuş.
Sanırım bir ah da burada gönlümüzden kopuyor..
Daha sonra yemekten önceki zamanımızı geçirmek üzere her yerin kapalı olduğu bir köye geçiyoruz. Sadece bir iki Türk dükkanı açık ve buralardan alışveriş yapalım diye getirildiğimiz bu yerde de sorun çıkarmamaya kendimizi eğlendirmeye çalışıyoruz.
Bu ıssız köyden yemek yerine geçildiğinde yemek için oturmuyoruz ve sokaklarında dolaşıyoruz.
Çünkü benim için gezmek bu ya, yollarda dolanmak :)
Kısıtlı süremizde köprüye çekip şehri izleyip fotoğraf çekiyoruz. Sonra görkemiyle insanı büyüleyen parlemento binasının dibine kadar gidiyoruz!
Burada yaptığımız en güzel şeyde sıra. Tuna nehrinde tekne gezintisi. Zaten akşam tavsiye ediliyor bu tekne gezisi. Çünkü şehrin ışıklandırması bir harika. Maalesef hiçbir yüksek çözünürlüklü kamera Allah'ın verdiği gözün gördüğünü size aktaramıyor.
Kısaca şöyle demek istiyorum: Budapeşte'ye bayıldım. O da benden azıcık hoşlansa yeter.
Bir sonraki şehirde ve yazıda görüşmek üzere..
4 Ağustos 2019 Pazar
Onuncu Gün; Bratislava'da 1 Saatte Neler Yapılır?
Birinci gün; Bulgaristan
Altıncı gün; Brugge
Yedinci gün; Volendam ve Amsterdam
Sekizinci gün; Dresden
Sekizinci gün; Prag
Dokuzuncu gün; Viyana
Onuncu güne gelene kadar hiçbir yazımı okumadıysanız da önce Viyana yazımı okuyun. Okuyun ki neden böyle dediğimi anlayın.
Onuncu günümüzde iki ülke iki şehir görecektik. Yani.. ne kadar görebiliriz ki bu kısıtlı zamanda.
Ama benim için bir şey değişmişti artık. Sabredeceğim kadar sabretmiştim, sonunda bu turu düzenleyenlerden bir şey beklemem gerektiğini öğrenmiştim, zor yoldan.
Tatilin bu kısmı önceki kısmından çok farklıydı benim için.
Suratım daha az gülmeye, daha az sabretmeye başladım. Canım fotoğraf çektirmek bile istemiyordu.
Sabah bizi Çekoslavakya'nın bölünmesinden sonra kurulan Slovakya'nın başkenti Bratislava'da bir meydana getirdiler, "zaten bir şey yok bir saat yeter" dediler.
Biz de bir saat dolandık.
En orijinal ürünler buradaydı. Ama üzerinde Bratislava veya Slovakya yazanlar değil tabii. El yapımı seramikleri vardı misal, çok güzel ürünlerdi.
Böyle avare gibi dolandıktan sonra meydanda buluştuk ve tekrar yola çıktık.
Biraz yolumuz var, başka bir ülkeye geçiyoruz..
Nasıl? Dehşet bir yazı oldu değil mi? Hepiniz koşarak da olsa Bratislava'ya gitmek benim gibi bir saat geçirmek istiyorsunuzdur eminim!
Bir sonraki yazıda görüşürüz.
Yedinci gün; Volendam ve Amsterdam
Sekizinci gün; Dresden
Sekizinci gün; Prag
Dokuzuncu gün; Viyana
Onuncu güne gelene kadar hiçbir yazımı okumadıysanız da önce Viyana yazımı okuyun. Okuyun ki neden böyle dediğimi anlayın.
Onuncu günümüzde iki ülke iki şehir görecektik. Yani.. ne kadar görebiliriz ki bu kısıtlı zamanda.
Ama benim için bir şey değişmişti artık. Sabredeceğim kadar sabretmiştim, sonunda bu turu düzenleyenlerden bir şey beklemem gerektiğini öğrenmiştim, zor yoldan.
Tatilin bu kısmı önceki kısmından çok farklıydı benim için.
Suratım daha az gülmeye, daha az sabretmeye başladım. Canım fotoğraf çektirmek bile istemiyordu.
Sabah bizi Çekoslavakya'nın bölünmesinden sonra kurulan Slovakya'nın başkenti Bratislava'da bir meydana getirdiler, "zaten bir şey yok bir saat yeter" dediler.
Biz de bir saat dolandık.
En orijinal ürünler buradaydı. Ama üzerinde Bratislava veya Slovakya yazanlar değil tabii. El yapımı seramikleri vardı misal, çok güzel ürünlerdi.
Böyle avare gibi dolandıktan sonra meydanda buluştuk ve tekrar yola çıktık.
Biraz yolumuz var, başka bir ülkeye geçiyoruz..
Nasıl? Dehşet bir yazı oldu değil mi? Hepiniz koşarak da olsa Bratislava'ya gitmek benim gibi bir saat geçirmek istiyorsunuzdur eminim!
Bir sonraki yazıda görüşürüz.
3 Ağustos 2019 Cumartesi
Amok Koşucusu
Vay canına Viyana'dan sonra yazmaya nasıl ara vermişim.
Dedim size Viyana Kalbimde yaradır diye.. sızısı bir süre yazmama engel olduysa demek ki..
Gezi yazılarına bir kitap yorumu sıkıştırayım çünkü burası da instagram hesabım da uzun süredir kitapsız kaldı ki bu beni üzer.
Geziye 3 arkadaş gittik, hepimiz yanına diğerlerimizin de okumadığı bir kitap alması konusunda anlaştık. Ben ortak arkadaşımızdan bir kitap aldım bunu getiriyordum dedim. Sağ olsun onlardan gelen iki kitap da benim okuduğum iki kitaptı.
Bir ara bir hocadan ödünç kitap aldım ama acayip uykumu getirdi. Kitabı yarıladım ama bitirmedim bitirince onu da yazarım.
Bu kitap ise önde oturan yolculukta kitap okuyamayan iki hocadan ödünç aldığım bir kitap.
Bu arada eskiden benim de yollarda okuyamadığımdan ve bunu nasıl aştığımdan bahsederek onları gaza getirdim. Ve biliyor musunuz gezi sonunda en yolda okuyamam diyen hoca bile iki kitap bitirmişti.
Seyhan bize de öğret yolda okuyabilmek için ne yapalım diyenleriniz varsa; yolda kitap okumak ya da okuyamamak isimli yazıma göz atabilir.
Amok Koşucusuna gelirsek, Stefan Zweig'ın aşina olduğumuz türde uzun öykülerinden.
Kitaptaki kahramanımız bir gemide birinden hikayesini dinler, hikayedeki gizemli kişi bir doktordur, kendisinden yardım isteyen bir kadına doğru zamanda uzatamadığı yardım eli için vicdan azabı duymaktadır.
Hikayenin detaylarını doktor anlatırken, Amok Koşucusu kime denirmiş onu da öğreniyoruz.
Stefan Zweig'ı tanıyanlar için kendilerini şarşırtmayacak, tanımayanlar için güzel bir tanışma olacak bir kitap.
Dedim size Viyana Kalbimde yaradır diye.. sızısı bir süre yazmama engel olduysa demek ki..
Gezi yazılarına bir kitap yorumu sıkıştırayım çünkü burası da instagram hesabım da uzun süredir kitapsız kaldı ki bu beni üzer.
Geziye 3 arkadaş gittik, hepimiz yanına diğerlerimizin de okumadığı bir kitap alması konusunda anlaştık. Ben ortak arkadaşımızdan bir kitap aldım bunu getiriyordum dedim. Sağ olsun onlardan gelen iki kitap da benim okuduğum iki kitaptı.
Bir ara bir hocadan ödünç kitap aldım ama acayip uykumu getirdi. Kitabı yarıladım ama bitirmedim bitirince onu da yazarım.
Bu kitap ise önde oturan yolculukta kitap okuyamayan iki hocadan ödünç aldığım bir kitap.
Bu arada eskiden benim de yollarda okuyamadığımdan ve bunu nasıl aştığımdan bahsederek onları gaza getirdim. Ve biliyor musunuz gezi sonunda en yolda okuyamam diyen hoca bile iki kitap bitirmişti.
Seyhan bize de öğret yolda okuyabilmek için ne yapalım diyenleriniz varsa; yolda kitap okumak ya da okuyamamak isimli yazıma göz atabilir.
Amok Koşucusuna gelirsek, Stefan Zweig'ın aşina olduğumuz türde uzun öykülerinden.
Kitaptaki kahramanımız bir gemide birinden hikayesini dinler, hikayedeki gizemli kişi bir doktordur, kendisinden yardım isteyen bir kadına doğru zamanda uzatamadığı yardım eli için vicdan azabı duymaktadır.
Hikayenin detaylarını doktor anlatırken, Amok Koşucusu kime denirmiş onu da öğreniyoruz.
Stefan Zweig'ı tanıyanlar için kendilerini şarşırtmayacak, tanımayanlar için güzel bir tanışma olacak bir kitap.