Bu diziyi son yazdığım kore dizilerinden önce izlememe rağmen blog yazsını yazmamıştım.
Lee Min Ho şıklığından bahsettik diye dizi yorumu yapmış olmayız.
Nilgüncüm dizinin sonunu sorunca, bu sonuca vardım.
(Hayal değil Nilgün ya, neden hayal olsun. Detayları yorumda konuşalım spoiler olmasın)
Ben yazmadan olmaz 😎
😂
Lee Min Ho tüm tatlılığıyla bir dolandırıcıyı canlandırıyordu bu dizide.
Ama benim izlemek istememin nedeni Lee Min Hoo değildi, başrol kızın hastasıyım!
Man From the Stars en sevdiğim diziler arasında, O dizide bu kızın canlandırdığı karakter de favori karakterlerimin arasında ilk sıralarda yer alır.
O kız, başrol deyip duruyorum ama adını bilmediğimden yazmıyorum 😂
Bu da benim Korelilerle imtihanım. Jun Ji Hyun 💕
Mükemmel bir oyuncu. Tartışmasız.
Jun Ji Hyun ise bir deniz kızını canlandırıyor. İspanya'da tanışıyorlar, Heo Joon Jae, kızı dolandırıyor sonra acıyor sonra ayrılamıyorlar falan.
Çok ayrıntıya girmek adetim değil biliyorsunuz ama zaten hatırlamıyorum 😂
Ama burada bir de konuk oyuncu faktörü var.
Yine acayip sevdiğim bir dizi olan Jealousy Incarnate'te oynayan oppa (ay birden ergen oldum) Jo Jung Suk da birkaç bölüm konuk oluyordu. Çok şekerdi.
Diziyi hevesle bekleyenler sanırım biraz hayal kırıklığına uğramış ama ben sevdim.
Tavsiye ederim.
Zaten Jun Ji Hyun'un olduğu bir dizi/film ne kadar kötü olabilir!
Evet o derece, kıps😉
Bağlantılara tıklayarak bahsi geçen yazılarımı okuyabilirsiniz.
27 Eylül 2017 Çarşamba
25 Eylül 2017 Pazartesi
Bağdatın Solmuş Çiçekleri
Bu kitabı ben A101'den 3.95 TL'ye aldım.😊
Hoşuma gideceğini düşündüm. Gitmese bile bu fiyata kaçmaz, dedim.
Alır almaz da okumaya başladım.
Zaten bir kitap ilk elime geçtiğinde okumazsam sonra başka kitaplar aldığımdan okumam bayağı gecikebiliyor.
Kitap Saddam rejimi sonrası Bağdat'ta sıradan hayatları anlatıyor.
Birbirini tanımayan ama bir şekilde yoları kesişen Malik ve Aadil'in ağzından anlatılıyor.
Malik, görüp geçirdikleri sıkıntılar karşısında bile iyimserliğini yitirmemiş, satış olmamasına rağmen harap olmuş dükkanların arasında harap olmamış dükkanını her sabah açan, gömleklerinin satılacağı günü bekleyen bir Bağdatlı.
Aadil ise Saddam'ın ordusunda bulunduğu için Amerikalılar Bağdat'ı ele geçirdiklerinde ordudan atılan bir anda işsiz kalan ailesini geçindirmek zorunda kalan ve yolu yanlış kişilere çıkan eski asker yeni mahkumdur.
Kitabın sade, iç burkan bir anlatımı var. Bir yerde patlatıp olaylar hızlanacak, dram dayanılmaz olacak, diye bekliyorsunuz. Tempo bir ara artacak gibi olurken tekrar eski temposuna dönüyor, siz de bir daha tempo yükselmez diye beklerken sonuysa sizi sarsıp bırakıyor.
Kitap bittiğinde elinizden bir şey gelmediğine yanıyorsunuz.
Nasıl bizim sahip olduğumuz sıradan normal hatta şikayet ettiğimiz günün sıradanlığına sahip olamayan insanlar olduğunu düşünüp nankörlüğünüze yanıyorsunuz.
Etkileyici bir kitaptı bence. Ama ne Saddam rejimini yerden yere vuruyor, ne Amerikalıları göklere çıkartıyor ya da yeriyor. Bu yandan da ilginçti bence.
Kitaptaki en kötü karakterin isminin ise Muhammed olması biraz algı operasyonu gibi geldi. Çünkü özellikle bunun bir önemi olmadığının altı çizilerek Muhammed ismine vurgu yapılıyordu.
Tek eleştirim bu ama bu da bence büyük bir eleştiri.
Son olarak kitabı 3.95'e alamamanıza üzüldüm.
Hoşuma gideceğini düşündüm. Gitmese bile bu fiyata kaçmaz, dedim.
Alır almaz da okumaya başladım.
Zaten bir kitap ilk elime geçtiğinde okumazsam sonra başka kitaplar aldığımdan okumam bayağı gecikebiliyor.
Kitap Saddam rejimi sonrası Bağdat'ta sıradan hayatları anlatıyor.
Birbirini tanımayan ama bir şekilde yoları kesişen Malik ve Aadil'in ağzından anlatılıyor.
Malik, görüp geçirdikleri sıkıntılar karşısında bile iyimserliğini yitirmemiş, satış olmamasına rağmen harap olmuş dükkanların arasında harap olmamış dükkanını her sabah açan, gömleklerinin satılacağı günü bekleyen bir Bağdatlı.
Aadil ise Saddam'ın ordusunda bulunduğu için Amerikalılar Bağdat'ı ele geçirdiklerinde ordudan atılan bir anda işsiz kalan ailesini geçindirmek zorunda kalan ve yolu yanlış kişilere çıkan eski asker yeni mahkumdur.
Kitabın sade, iç burkan bir anlatımı var. Bir yerde patlatıp olaylar hızlanacak, dram dayanılmaz olacak, diye bekliyorsunuz. Tempo bir ara artacak gibi olurken tekrar eski temposuna dönüyor, siz de bir daha tempo yükselmez diye beklerken sonuysa sizi sarsıp bırakıyor.
Kitap bittiğinde elinizden bir şey gelmediğine yanıyorsunuz.
Nasıl bizim sahip olduğumuz sıradan normal hatta şikayet ettiğimiz günün sıradanlığına sahip olamayan insanlar olduğunu düşünüp nankörlüğünüze yanıyorsunuz.
Etkileyici bir kitaptı bence. Ama ne Saddam rejimini yerden yere vuruyor, ne Amerikalıları göklere çıkartıyor ya da yeriyor. Bu yandan da ilginçti bence.
Kitaptaki en kötü karakterin isminin ise Muhammed olması biraz algı operasyonu gibi geldi. Çünkü özellikle bunun bir önemi olmadığının altı çizilerek Muhammed ismine vurgu yapılıyordu.
Tek eleştirim bu ama bu da bence büyük bir eleştiri.
Son olarak kitabı 3.95'e alamamanıza üzüldüm.
20 Eylül 2017 Çarşamba
W Two Worlds
Hiç yapmadığım bir şey yapıp başladığım bir diziden bahsedeceğim bugün sizlere.
Hiç yapmadığım şey dizi izlemek değil elbette. Ya da burada dizi yorumlamak. Buna kim inanır?
Hiç yapmadığım şey instagramda bir fotoğraf görüp onun üzerine yorum morum bakmadan diziye izlemeye başlamam.
Çiftin bir fotoğrafı vardı gördüğüm görselde. Altında da, iki dünya arasında gidip gelen çift sizi de unutmadık, yazıyordu.
Ne?! İki dünya arasında gidip gelmek mi? hmmm.. fanstastik. Uzaylılar mı yoksa. Falan derken diziye başladımm.
Bahsedilen iki dünyadan biri tabii ki bizim yaşadığımız, diğeri de bir çizgi roman dünyası. Bölümleri internette yayınlanan ve adına webtoon denilen bir çizgi roman. Senelerdir devam eden ve fanatiklerinin olduğu bir çizgi roman.
Esas kızımız doktor, onun babası ise bu webtoonun yazarı.
Esas oğlan ise webtoon baş kahramanı.
Bir gün doktoru babasının yardımcılarından biri arar ve babasını hiçbir yerde bulamadığını söyler. Bunun üzerine doktor babasını ziyarete gider. Çizim yaptığı ekran bile açıktır. Henüz yayınlanmayan bölümde baş kahraman yerde kanlar içinde yatmaktadır. Ve doktor kendini birden o sahnenin içinde bulur. Çıktığında ise orada neler yaşadığını webtoon serisinde okuyacaktır.
Bu kadar anlatım yeter.
Anlaşıldı mı bilmiyorum.
Dizinin bence ilk on bölümü şahaneydi. Sonraki bölümlerinde artık biraz "fazla" gelmeye başladı. Nasıl toparlayacaklar falan merak ediyordum saçma geliyordu ama salakça gelmiyordu.
İlk bölümlerindeki bayılarak izlemelerim devam etmese de çok severek izlediğimi itiraf etmeliyim.
Bir de dizi bölümleri bir saat ya. Heyecanlı bir şeyler oluyor, Allah'tan daha bitmesine var, diyorum bir bakıyorum dizinin sonu gelmiş. Meğer bir saat geçmiş ben izlerken. O her bölümün bir saati nasıl böyle hızla geçip gidiyordu gram sıkmıyordu hayret ediyordum her bölüm bittiğinde. Haliyle en kısa sürede izlediği dizilerden biri oldu.
Tam bir webtoon karakteri tipiyle Lee Jong Suk esas oğlan, daha önce sanırım hiçbir dizide izlemediğim ancak bayılarak izlediğim Love 911 filminden Han Hyo-joo ise esas kız rolünde.
Normalde Lee Jong Suk kadar estetikli biri insana nasıl hoş gelir bilemiyorum ama tatlı bir çocuk. I Hear Your Voice'ta da tatlıydı. Burada da çok tatlı ve karizmatik. Özellikle saçlarını geriye taradığında. Ama dediğim gibi çok yapay da aynı zamanda. Neyse. Uzatmayayım çıkamam işin içinden.
Uyumlu bir çift olmuşlardı.
Başka yerde rastlamadığım için diziyi kendi keşfimmişçesine anlatasım var. Ama yeter. Bir dizi daha var aklımda, artık bir dizi daha izlersem onu izlerim ama benim yoğun dönemim ve vicdan azabım geri geldi. Siz de fazla izlemeyin.
Hiç yapmadığım şey dizi izlemek değil elbette. Ya da burada dizi yorumlamak. Buna kim inanır?
Hiç yapmadığım şey instagramda bir fotoğraf görüp onun üzerine yorum morum bakmadan diziye izlemeye başlamam.
Çiftin bir fotoğrafı vardı gördüğüm görselde. Altında da, iki dünya arasında gidip gelen çift sizi de unutmadık, yazıyordu.
Ne?! İki dünya arasında gidip gelmek mi? hmmm.. fanstastik. Uzaylılar mı yoksa. Falan derken diziye başladımm.
Bahsedilen iki dünyadan biri tabii ki bizim yaşadığımız, diğeri de bir çizgi roman dünyası. Bölümleri internette yayınlanan ve adına webtoon denilen bir çizgi roman. Senelerdir devam eden ve fanatiklerinin olduğu bir çizgi roman.
Esas kızımız doktor, onun babası ise bu webtoonun yazarı.
Esas oğlan ise webtoon baş kahramanı.
Bir gün doktoru babasının yardımcılarından biri arar ve babasını hiçbir yerde bulamadığını söyler. Bunun üzerine doktor babasını ziyarete gider. Çizim yaptığı ekran bile açıktır. Henüz yayınlanmayan bölümde baş kahraman yerde kanlar içinde yatmaktadır. Ve doktor kendini birden o sahnenin içinde bulur. Çıktığında ise orada neler yaşadığını webtoon serisinde okuyacaktır.
Bu kadar anlatım yeter.
Anlaşıldı mı bilmiyorum.
Dizinin bence ilk on bölümü şahaneydi. Sonraki bölümlerinde artık biraz "fazla" gelmeye başladı. Nasıl toparlayacaklar falan merak ediyordum saçma geliyordu ama salakça gelmiyordu.
İlk bölümlerindeki bayılarak izlemelerim devam etmese de çok severek izlediğimi itiraf etmeliyim.
Bir de dizi bölümleri bir saat ya. Heyecanlı bir şeyler oluyor, Allah'tan daha bitmesine var, diyorum bir bakıyorum dizinin sonu gelmiş. Meğer bir saat geçmiş ben izlerken. O her bölümün bir saati nasıl böyle hızla geçip gidiyordu gram sıkmıyordu hayret ediyordum her bölüm bittiğinde. Haliyle en kısa sürede izlediği dizilerden biri oldu.
Tam bir webtoon karakteri tipiyle Lee Jong Suk esas oğlan, daha önce sanırım hiçbir dizide izlemediğim ancak bayılarak izlediğim Love 911 filminden Han Hyo-joo ise esas kız rolünde.
Normalde Lee Jong Suk kadar estetikli biri insana nasıl hoş gelir bilemiyorum ama tatlı bir çocuk. I Hear Your Voice'ta da tatlıydı. Burada da çok tatlı ve karizmatik. Özellikle saçlarını geriye taradığında. Ama dediğim gibi çok yapay da aynı zamanda. Neyse. Uzatmayayım çıkamam işin içinden.
Uyumlu bir çift olmuşlardı.
Başka yerde rastlamadığım için diziyi kendi keşfimmişçesine anlatasım var. Ama yeter. Bir dizi daha var aklımda, artık bir dizi daha izlersem onu izlerim ama benim yoğun dönemim ve vicdan azabım geri geldi. Siz de fazla izlemeyin.
18 Eylül 2017 Pazartesi
Seninle
Size geçen hafta gittiğim anlık kısa tatilimde, bir çırpıda okuduğum kitaptan bahsetmek istiyorum; Seninle.
Bu kitap bende uzun süredir var aslında.
Hep son alınanları okumakla geçirdiğim için bazı kitaplar raflarda bekledikçe bekliyor. Keşke daha fazla okuyabilsem.
Okuduğum kitap bitmek üzereydi diye yazlığa giderken onu almayayım dedim gözüme de "seninle" ilişince aldım çıktım yola.
Seninle, türü itibariyle genç yetişkin kategorisindeymiş. Zaten kapağından anlamalıydım ama anlamadım. Kapağını da hiç sevmedim bu arada. Okuduktan sonra da sevmedim.
Ama kitabı çok sevdim. Çünkü bu tarz kitaplarda önemsenecek bir konu olmaz. Kafa dağıtır, pembe tutkulu bir aşk hikayesidir falan ama bu kitap, içinden cinselliği çıkardığınız zaman konusu sizi etkileyecek bir roman.
Kitap Nelly'nin ilk aşkını ve ilk aşkını elim bir kazada kaybettikten sonra abisi ile yakınlaşınca yaşadığı ikilem üzerine kurulu. Nelly önce çocukluk arkadaşı Kyle ile sevgili olmasını sonra onu nasıl kaybettiğini ve Kyle'ın abisi Colton ile işler nasıl buralara geldi onu anlatıyor. Arada ama nadiren anlatıcı değişip Colton oluyor.
Yazar bazen sayfalarca, keşke sansürlü yazsaydı, dediğiniz kısımlara yer vermiş. Sayfalarca :))
Özellikle ilk başlarda, madem asıl aşkın bu değil bari bunları kısa geçseydin, dediğim de oldu.
Ama bu türü sevenler bayılacaklardır buna eminim.
Şu anda kitapyurdu sitesinde de çok uyguna alabilirsiniz. 8,80 ne ya?! Harika!
Bence, madem anlatıcı olarak Colton'a da yer verecekti yazar, onun hikayesini de baştan onun ağzından dinleyebilirdik, daha güzel olurdu.
Tatile gitmeden evvel bana mesaj atıp soruyorsunuz ya, ne götüreyim yanımda, diye. Gelecek sene için unuturum belki ben siz unutmayın, şimdiden not alın.
Bu kitap bende uzun süredir var aslında.
Hep son alınanları okumakla geçirdiğim için bazı kitaplar raflarda bekledikçe bekliyor. Keşke daha fazla okuyabilsem.
Okuduğum kitap bitmek üzereydi diye yazlığa giderken onu almayayım dedim gözüme de "seninle" ilişince aldım çıktım yola.
Seninle, türü itibariyle genç yetişkin kategorisindeymiş. Zaten kapağından anlamalıydım ama anlamadım. Kapağını da hiç sevmedim bu arada. Okuduktan sonra da sevmedim.
Ama kitabı çok sevdim. Çünkü bu tarz kitaplarda önemsenecek bir konu olmaz. Kafa dağıtır, pembe tutkulu bir aşk hikayesidir falan ama bu kitap, içinden cinselliği çıkardığınız zaman konusu sizi etkileyecek bir roman.
Kitap Nelly'nin ilk aşkını ve ilk aşkını elim bir kazada kaybettikten sonra abisi ile yakınlaşınca yaşadığı ikilem üzerine kurulu. Nelly önce çocukluk arkadaşı Kyle ile sevgili olmasını sonra onu nasıl kaybettiğini ve Kyle'ın abisi Colton ile işler nasıl buralara geldi onu anlatıyor. Arada ama nadiren anlatıcı değişip Colton oluyor.
Yazar bazen sayfalarca, keşke sansürlü yazsaydı, dediğiniz kısımlara yer vermiş. Sayfalarca :))
Özellikle ilk başlarda, madem asıl aşkın bu değil bari bunları kısa geçseydin, dediğim de oldu.
Ama bu türü sevenler bayılacaklardır buna eminim.
Şu anda kitapyurdu sitesinde de çok uyguna alabilirsiniz. 8,80 ne ya?! Harika!
Bence, madem anlatıcı olarak Colton'a da yer verecekti yazar, onun hikayesini de baştan onun ağzından dinleyebilirdik, daha güzel olurdu.
Tatile gitmeden evvel bana mesaj atıp soruyorsunuz ya, ne götüreyim yanımda, diye. Gelecek sene için unuturum belki ben siz unutmayın, şimdiden not alın.
15 Eylül 2017 Cuma
Evde Ekmek Yapımı
Instagramda Gurmeanne'yi takip ediyorum ya ben; dehşet ekmekler yapıyor ekşi mayalı, heveslendiriyor beni.
Sadece ekmek mi daha neler neler. Heveslenmek şöyle olsun bir de deli oluyorum.
Neyse bu yazıdan sonra bir gurmeanne tanıtım yazısı yazayım ki neden bahsettiğimi anlayın.
Aslında önce yazsaydım, ekmek çılgınlığımın müsebbibini tanırdınız.
Tabii bir de Esma var. Esmalara gittiğimizde evde yaptıkları ekmekle evde ekmek yapmak isteğim tavan yaptı hatta birkaç gün ekmek makinesi alalım diye dolandım.😊
Ekşi maya vermişti yengeme Filiz, ben de yengemden aldım ama yaşatamadım mı yaşattım da anlamadım mı yoksa anladım da ekşi mayalı ekmek zor geldiğinden işime mi gelmedi bilmiyorum ama ekşi mayayı kullanmayı şimdiden rafa kaldırdım.
Sonra meşhur Sümeyye Ömer'in kolay ekmek tarifine denk geldim.
Nasıl kolay! denemeli dedim ve denedim, sonuç mükemmel!
Üstelik ben yine Filiz sayesinde öğrendiğim halk ekmekte satılan organik tam buğday unuyla yapıyorum bu ekmeği. Muhteşem oluyor.
Her hafta sonu ekmeğim hazır.
Önceleri sabah namazından sonra yatmayarak yapıyordum ancak benim şahane akıl küpü annem akşam yatmadan evvel yapmamı söyledi. Öyle ya nasılsa sıcak sıcak yenmiyordu biraz beklemek gerekiyordu. Akşamdan yapmak hem daha kolay hem daha harika oldu.
Size tarifi yazıyorum ancak Sümeyye Ömer'in sayfasından videolu paylaşıma bakmanızı öneririm. Ne kadar kolay olduğunu görünce muhakkak deneyeceksiniz!
9.5 sb un
5 sb su
1 paket toz maya
1.5 yk toz şeker
yarım yemek kaşığı tuz
Hazırlanışı: un, tuz, şeker maya karıştırılır. Ilık su yavaş yavaş eklenir. Neredeyse cıvık bir hamur elde edilir. Sıcak bir yerde mayalandırılır. 1 saat sonra yağlı kağıt konmuş fırın tepsine hamur dökülür ve 200 derecede 40-45 dk pişmeye bırakılır. Fırından çıkınca üzeri sofra bezi ile sarılıp dinlendirmeye bırakılır.
Ben bazen içine, üstüne ceviz veya çekirdek içi, bazen ikisini beraber, yetmedi fındık koyuyorum. Çörekotu susam serpiyorum. Deniyorum bir şeyler.
Şimdilik hedefimiz biraz daha katı yoğurarak şekil vermek.
Sonraki hedefimiz ise ekşi maya!
Yaşasın ekmeğini kendi yapmak!
Sadece ekmek mi daha neler neler. Heveslenmek şöyle olsun bir de deli oluyorum.
Neyse bu yazıdan sonra bir gurmeanne tanıtım yazısı yazayım ki neden bahsettiğimi anlayın.
Aslında önce yazsaydım, ekmek çılgınlığımın müsebbibini tanırdınız.
Tabii bir de Esma var. Esmalara gittiğimizde evde yaptıkları ekmekle evde ekmek yapmak isteğim tavan yaptı hatta birkaç gün ekmek makinesi alalım diye dolandım.😊
Sonra meşhur Sümeyye Ömer'in kolay ekmek tarifine denk geldim.
Nasıl kolay! denemeli dedim ve denedim, sonuç mükemmel!
Üstelik ben yine Filiz sayesinde öğrendiğim halk ekmekte satılan organik tam buğday unuyla yapıyorum bu ekmeği. Muhteşem oluyor.
Her hafta sonu ekmeğim hazır.
Önceleri sabah namazından sonra yatmayarak yapıyordum ancak benim şahane akıl küpü annem akşam yatmadan evvel yapmamı söyledi. Öyle ya nasılsa sıcak sıcak yenmiyordu biraz beklemek gerekiyordu. Akşamdan yapmak hem daha kolay hem daha harika oldu.
Size tarifi yazıyorum ancak Sümeyye Ömer'in sayfasından videolu paylaşıma bakmanızı öneririm. Ne kadar kolay olduğunu görünce muhakkak deneyeceksiniz!
9.5 sb un
5 sb su
1 paket toz maya
1.5 yk toz şeker
yarım yemek kaşığı tuz
Hazırlanışı: un, tuz, şeker maya karıştırılır. Ilık su yavaş yavaş eklenir. Neredeyse cıvık bir hamur elde edilir. Sıcak bir yerde mayalandırılır. 1 saat sonra yağlı kağıt konmuş fırın tepsine hamur dökülür ve 200 derecede 40-45 dk pişmeye bırakılır. Fırından çıkınca üzeri sofra bezi ile sarılıp dinlendirmeye bırakılır.
Ben bazen içine, üstüne ceviz veya çekirdek içi, bazen ikisini beraber, yetmedi fındık koyuyorum. Çörekotu susam serpiyorum. Deniyorum bir şeyler.
Şimdilik hedefimiz biraz daha katı yoğurarak şekil vermek.
Sonraki hedefimiz ise ekşi maya!
Yaşasın ekmeğini kendi yapmak!
13 Eylül 2017 Çarşamba
Dangal
Dangal ülkemizde ikinci kez gösterime girmiş bir Hint filmi.
Aamir Khan filmi.
Online izlemek isterseniz sitelerde bulabilirsiniz, indirmek isterseniz indirebilirsiniz ama sinemada izleme imkanınız varsa sinemada izleyiniz.
Güreşte çok başarılı hatta tutkuyla bağlı Mahavir, ailesinin mani olması nedeniyle güreşi bırakmıştır. En büyük hayali erkek evladını iyi bir güreşçi olarak yetiştirim ülkesi için madalya kazanmasını sağlamak.
Ancak bir sorun vardır. Her seferinde erkek evlat bekleyen Mahavir'in dört tane kızı olur.
Neredeyse hayata küsen Mahavir, kızlarının bir kavgaya karışması ve o kavgada kendinden büyük erkekleri pataklaması üzerine canlanır ve..
Mahavir karakteri tabii ki Aamir Khan canlandırıyor.
Film tek kelimeyle: ŞAHANE!
Hı hı, büyük harflerle ve sonunda ünlem var.
Hem güldürüyor, hem ağlatıyor; hop oturtup, hop kaldırtıyor.
Yaklaşık üç saat sürüyor ama bir an bile sıkılmadım.
Süperdi cidden.
Bu arada filmin müziklerine de bayıldım.
Ailecek izlenecek bir filmdir. İçiniz rahat izleyebilirsiniz.
11 Eylül 2017 Pazartesi
Kelebek ile Keman
Gelelim bir yahudi soykırımı alt yapılı romana daha.
Bu tarz kitapları her okuyuşumda, bu konulu kitapları okumak istemediğimi, söylememe rağmen yine de okuyorum, değil mi?
Ama öyle okumak istemiyorum.
Genelde kitapların konusuna, arka kapakta yazan hikayesine bakmıyorum ama bunu biliyorsunuz.
Bu yahudi soykırımlı kitapları okumamak istemememin nedeni de hristiyanların yahudi düşmanlığı gibi değil. Bunu da açıklamayı borç bilirim. Sadece samimiyetsiz geliyor. Dünya üzerinde bu kadar acı varken, üstelik bunların yarısına yahudiler sebep oluyorken, hristiyanların çıkıp da, biz seneler evvel sizden sabun yaptık ama hepimiz öyle değiliz biz aslında iyiyiz, diye günah çıkarmaları samimiyetsiz geliyor.
Ne yapacaksınız yani şimdiki katliamların üzerinden 70-80 yıl geçtikten sonra, ya kusura bakmayın biz de böyle olsun istemezdik mi, diyeceksiniz?
İşte bu konuları okumamak istemememin sebebi bu.
Bu kitapta yahudilere yardım eden avusturyalıların yahudiler gibi kampa düşmesi anlatılıyor.
Bu da bana şey gibi geliyor; bakın işte biz de çektik.
Erik Ağacı da böyleydi. Yani gerçekten günah çıkarıyorlar. E yahudiler bu soykırımın ajitasyonunu yapmaya devam ederse günah çıkaran çok olur.
İkili bir hikayesi var biri günümüzde geçiyor haliyle.
Günümüzde geçen kısımda Sanat galerisi işleten (sanat galerisi işletmek demek de kulağa abes geliyor) Sera James soykırım zamanından kalma bir tabloyu araştırmakta. Bu tabloyu ararken de yolu William ile kesişiyor.
Yazar sanat tarihi mezunuymuş ve soykırım zamanında kalma ciddi eserler varmış. Üniverite bunu ilk duyduğundan beri bu konuya eğilmiş. Yine yazarın instagram profiline baktığınız zaman dindar bir hristiyan olduğunu anlamanız mümkün.
Bunu romana da serpiştirmiş. Hem de iki hikayeye de.
Geçmiş hikayede Adele'nin gücünü Tanrıdan alması hoştu ancak günümüz hikayesinde Sera ile William'ınki biraz zorlamaydı.
Özetle kitaba duyduğum tüm olumsuzluğa rağmen beğendiğimi söylemeliyim :) Buna ben de şaşırdım.
Yer yer acemice yazılmış kısımlar olduğunu düşünüyorum ama. Aşırı olmamakla birlikte tekrara düşülmüş gibiydi; sayfada bir diyalog var diyelim, ikinci sayfada Sera yanlış bir yerde şaşırıyor aynı kişi olayları ona tekrar anlatıyor. Halbuki Sera aptal bir karakter değil. Böyle ufak tefek ama sıkan yerler. Ama az.
Yalnız sıkı eleştirdim değil mi?
Yahudi soykırımını, ikinci dünya savaşını anlatan ama detayla boğmayan kitaplardan, hatta iki hikayeli hikayelerden hoşlanıyorsanız çok seveceğinize eminim. Ben tüm olumsuzluklarına rağmen -keyifle demeyeyim çünkü acıklı bir hikaye- ilgiyle okudum.
Bu tarz kitapları her okuyuşumda, bu konulu kitapları okumak istemediğimi, söylememe rağmen yine de okuyorum, değil mi?
Ama öyle okumak istemiyorum.
Genelde kitapların konusuna, arka kapakta yazan hikayesine bakmıyorum ama bunu biliyorsunuz.
Bu yahudi soykırımlı kitapları okumamak istemememin nedeni de hristiyanların yahudi düşmanlığı gibi değil. Bunu da açıklamayı borç bilirim. Sadece samimiyetsiz geliyor. Dünya üzerinde bu kadar acı varken, üstelik bunların yarısına yahudiler sebep oluyorken, hristiyanların çıkıp da, biz seneler evvel sizden sabun yaptık ama hepimiz öyle değiliz biz aslında iyiyiz, diye günah çıkarmaları samimiyetsiz geliyor.
Ne yapacaksınız yani şimdiki katliamların üzerinden 70-80 yıl geçtikten sonra, ya kusura bakmayın biz de böyle olsun istemezdik mi, diyeceksiniz?
İşte bu konuları okumamak istemememin sebebi bu.
Bu kitapta yahudilere yardım eden avusturyalıların yahudiler gibi kampa düşmesi anlatılıyor.
Bu da bana şey gibi geliyor; bakın işte biz de çektik.
Erik Ağacı da böyleydi. Yani gerçekten günah çıkarıyorlar. E yahudiler bu soykırımın ajitasyonunu yapmaya devam ederse günah çıkaran çok olur.
İkili bir hikayesi var biri günümüzde geçiyor haliyle.
Günümüzde geçen kısımda Sanat galerisi işleten (sanat galerisi işletmek demek de kulağa abes geliyor) Sera James soykırım zamanından kalma bir tabloyu araştırmakta. Bu tabloyu ararken de yolu William ile kesişiyor.
Yazar sanat tarihi mezunuymuş ve soykırım zamanında kalma ciddi eserler varmış. Üniverite bunu ilk duyduğundan beri bu konuya eğilmiş. Yine yazarın instagram profiline baktığınız zaman dindar bir hristiyan olduğunu anlamanız mümkün.
Bunu romana da serpiştirmiş. Hem de iki hikayeye de.
Geçmiş hikayede Adele'nin gücünü Tanrıdan alması hoştu ancak günümüz hikayesinde Sera ile William'ınki biraz zorlamaydı.
Özetle kitaba duyduğum tüm olumsuzluğa rağmen beğendiğimi söylemeliyim :) Buna ben de şaşırdım.
Yer yer acemice yazılmış kısımlar olduğunu düşünüyorum ama. Aşırı olmamakla birlikte tekrara düşülmüş gibiydi; sayfada bir diyalog var diyelim, ikinci sayfada Sera yanlış bir yerde şaşırıyor aynı kişi olayları ona tekrar anlatıyor. Halbuki Sera aptal bir karakter değil. Böyle ufak tefek ama sıkan yerler. Ama az.
Yalnız sıkı eleştirdim değil mi?
Yahudi soykırımını, ikinci dünya savaşını anlatan ama detayla boğmayan kitaplardan, hatta iki hikayeli hikayelerden hoşlanıyorsanız çok seveceğinize eminim. Ben tüm olumsuzluklarına rağmen -keyifle demeyeyim çünkü acıklı bir hikaye- ilgiyle okudum.
8 Eylül 2017 Cuma
Biten Ürünler 2
Galiba ikinci kez bu tarz bir yazı yazıyorum.
Bu sefer peş peşe bittiler de ondan bu fotoğraf çekildi.
1. Ürün aşırı kuru ciltler için ya da soğuktan pul pul dökülen ciltler için anında ferahlık ve nemlendirme sağlıyor diye duyduğumdan almıştım. Pek sevmedim. bitene kadar da kullandım üstelik. Hem de paraben içeriyor.
2. Ya ben Rexonacıyım, dove bitti ben gidip rexona aldım yine. Demek ki...
3. Vichy seviyorum. AMa öyle çok büyük etkilerini gözlemlemedim. Bir daha alır mıyım? Tabii ki :)
4. Neutrogena'nın yeni -gerçi artık eskidi ama ben aldığımda yeni çıkmıştı- yüz nemlendiricisi. 24 TL miydi neydi ben alırken şimdi 36 TL. Biraz abartmıyor muyuz? Fiyatına göre güzel bir nemlendiriciydi bence. Gene alır mıyım? Şu anki nemlendiricime bağlı. Onu sevmezsem gene neutrogena alabilirim.
5. Bundan vazgeçmem. Bittikçe aldığım tek ürün belki de ♥
6. Güzel.
Bana vazgeçemediğiniz ürünlerden bahsetseniz çok makbule geçer. Çok seviyorum kozmetik muhabbetini.
Bu sefer peş peşe bittiler de ondan bu fotoğraf çekildi.
1. Ürün aşırı kuru ciltler için ya da soğuktan pul pul dökülen ciltler için anında ferahlık ve nemlendirme sağlıyor diye duyduğumdan almıştım. Pek sevmedim. bitene kadar da kullandım üstelik. Hem de paraben içeriyor.
2. Ya ben Rexonacıyım, dove bitti ben gidip rexona aldım yine. Demek ki...
3. Vichy seviyorum. AMa öyle çok büyük etkilerini gözlemlemedim. Bir daha alır mıyım? Tabii ki :)
4. Neutrogena'nın yeni -gerçi artık eskidi ama ben aldığımda yeni çıkmıştı- yüz nemlendiricisi. 24 TL miydi neydi ben alırken şimdi 36 TL. Biraz abartmıyor muyuz? Fiyatına göre güzel bir nemlendiriciydi bence. Gene alır mıyım? Şu anki nemlendiricime bağlı. Onu sevmezsem gene neutrogena alabilirim.
5. Bundan vazgeçmem. Bittikçe aldığım tek ürün belki de ♥
6. Güzel.
Bana vazgeçemediğiniz ürünlerden bahsetseniz çok makbule geçer. Çok seviyorum kozmetik muhabbetini.
6 Eylül 2017 Çarşamba
Goblin
Goblin'den önce izlediğim The Legend of Blue Sea dizisinin yazısını yazmadan Goblin yazısı mı yazıyorum yoksa?
Goblini izledim.
İzlerken instagramdan paylaştım.
Whatsapptan paylaştım.
Habire ondan bahsettim.
Aslında burada yazmama bile gerek yok.
Gerçi ben instagramda paylaştığımda da sona ben kaldım sanmıştım ama o hooo storye mesaj yağdı.
Şimdi bu dizi biraz tanrılı melekli bir dizi.
İlk bölümde, tövbe tövbe izlemesem mi ne diyor bu zındıklar, moduna girdiysem de, merak da ettim.
Hemen muhafazakar geçinen ablaların, bacıların yorumlarını aradım. O hoo.. hacıdan hocadan korkacaksın, derler ya bayılmışlar diziye, izleyin de izleyin, diyorlar.
Bunlar benden daha dindar, bunlar izlediyse ben de izlerim ya hu, dedim. İzledim 🙈
Burada yaptığım hiçbir yorum yaptırım içermez, günahı boynunuza ama bunu baştan söyleyeyim. Öte tarafta asla günahınıza ortak olmam, herkesin kendi aklı var, bir blog yazısı yazdık diye beni ateşe atmanıza müsade edemem!
Uyarımı da yaptıktan sonra, (😂😂, korkarım insanların daha çok merak etmesine neden olacağım) konusuna gelirsek, gerçekten nasıl anlatsam bilemiyorum.
Kim Shin geçmiş yaşantısı neticesinde antromorfik bir tanrıya dönüşür ve Goblin olarak anılır. Goblin herhalde gene bu kore efsanelerinden. Çünkü onlarda Goblin masalları, kitapları falan var. Ölümsüz bir hayatla ödüllendirilir/cezalandırılır. Yıllarca.. ne yıllarcası, yüzyıllarca sevdikleri birbir kaybetmenin acısını yaşayacaktır/yaşamıştır. Onu bu durumdan sadece Goblin'in gelini kurtarabilir.
Bu dizide karakterler harikaydı. Hepsine bayıldım çok sevdim. Hele Yoo In-na'nın karakteri Sunny var ya 😍😍😍
Diyaloglar, espriler muhteşemdi. Kah kahkahalarla güldürdü, kah ağlattı.
Goblin ve geliniyle olan sahneler kadar, Goblin ve Azrail sahneleri de büyüleyiciydi.
Dizinin sonunda bir de, hatta arada da, özel bölümler vardı ki aman Yarabbi! O kadar eğlenceli!
Sonu önemlidir kore dizilerinde. Gittikçe düzeltiyorlar ama sanki değil mi?
Her ne kadar fantastik bir dizi olsa da sonu ı ıh.. öylece geri.. spoiler olmasın. Sevindim tabii öyle olmasına ama benim sonum daha başarılıydı. Age of Adaline izlediniz mi? Heh anladınız bence izlediyseniz ne demek istediğimi 😉
Son olarak bunca yıldan sonra ilk kez Gong Yoo'yu izlemekten mutluyum ama beklediğim bir sahne vardı. Ama o yoktu dizide. Bundan yana üzgünüm açıkçası.
4 Eylül 2017 Pazartesi
Bir Aşk Çarpıntısı
Günlerden bir gün.
Bütün kitaplarımı yarım yarım bırakıyorum okuyamıyorum falan.
Hepsi mi sıkıcı geliyor kardeşim? Ama geliyor işte.
Dedim, böyle devam etmez.
Şöyle elime aldığım gibi aksın gitsin rahat bir şeyler okuyayım ödev mi yapıyorum tez mi hazırlıyorum, bu ne işkence, rahat bir şey okuyayım, dedim. Kitaplıkta bekleyen kitaplara göz attım.
İşte pembe bir kitap.
Ne zamandır o rafta hiçbir fikrim yok. Okuma listemde bile değil.
Ama işte! Onu seçtim!
Adı çıkmış bekar bir anne olan Maddie, işe giderken bir kaza geçirir. Kendisine çarpan şahıs işverenlerinin oğlu Mac, adaya yeni gelmiş, Maddie'nin başında dolanan uğursuzluklarından hepsinden bihaberdir. Vicdan azabı duyan Mac, Maddie iyileşene kadar ona yardım etmeye karar verir ve Maddie bu karara ne kadar karşı çıksa da onu vazgeçiremez.
Gidişat belli değil mi?
Olsun. ♥
Tam istediğim şeyi verdi bana kitap. Birkaç saat de olsa beni İstanbul'dan hayatımdan uzaklaştırıp Gansett Adası sakinlerinin arasına karıştırdı.
Birkaç saat diyorum çünkü başladığım akşam bitti.
Ondan sonra nihayet diğer kitaplara da geçebildim, yarım kitaplardan bazılarını bitirebildim.
Böyle kitaplar bu yüzden var, biliyorsunuz değil mi?
İyi ki varlar.
Bu kitap bir seri başlangıcı bu arada. Her kitapta başka karakterlere yoğunlaşıyormuş yazar. Bağımsız da okunur herhalde diye umuyorum çünkü hepsini okumak isterim ama okuyamam. Mesela kitaplardan biri kesinlikle Mac'in kız kardeşinin hikayesidir. Onun hikayesi hangi kitapta anlatılıyor acaba. Onu da isterdim okumayı. Bana almak ister misiniz? 😂
Elimde bir de Marie Force'un Aşka Son Bir Şans isimli kitabı var. Bu serinin kaçıncı kitabı bilmiyorum ama yakında onu da okumayı düşünüyorum.
Hasılı sadece meraklısına öneriyorum ya da işte benim gibi bunalıp pembiş bir aşk kitabı okumak isteyenlere.😊
Bütün kitaplarımı yarım yarım bırakıyorum okuyamıyorum falan.
Hepsi mi sıkıcı geliyor kardeşim? Ama geliyor işte.
Dedim, böyle devam etmez.
Şöyle elime aldığım gibi aksın gitsin rahat bir şeyler okuyayım ödev mi yapıyorum tez mi hazırlıyorum, bu ne işkence, rahat bir şey okuyayım, dedim. Kitaplıkta bekleyen kitaplara göz attım.
İşte pembe bir kitap.
Ne zamandır o rafta hiçbir fikrim yok. Okuma listemde bile değil.
Ama işte! Onu seçtim!
Adı çıkmış bekar bir anne olan Maddie, işe giderken bir kaza geçirir. Kendisine çarpan şahıs işverenlerinin oğlu Mac, adaya yeni gelmiş, Maddie'nin başında dolanan uğursuzluklarından hepsinden bihaberdir. Vicdan azabı duyan Mac, Maddie iyileşene kadar ona yardım etmeye karar verir ve Maddie bu karara ne kadar karşı çıksa da onu vazgeçiremez.
Gidişat belli değil mi?
Olsun. ♥
Tam istediğim şeyi verdi bana kitap. Birkaç saat de olsa beni İstanbul'dan hayatımdan uzaklaştırıp Gansett Adası sakinlerinin arasına karıştırdı.
Birkaç saat diyorum çünkü başladığım akşam bitti.
Ondan sonra nihayet diğer kitaplara da geçebildim, yarım kitaplardan bazılarını bitirebildim.
Böyle kitaplar bu yüzden var, biliyorsunuz değil mi?
İyi ki varlar.
Bu kitap bir seri başlangıcı bu arada. Her kitapta başka karakterlere yoğunlaşıyormuş yazar. Bağımsız da okunur herhalde diye umuyorum çünkü hepsini okumak isterim ama okuyamam. Mesela kitaplardan biri kesinlikle Mac'in kız kardeşinin hikayesidir. Onun hikayesi hangi kitapta anlatılıyor acaba. Onu da isterdim okumayı. Bana almak ister misiniz? 😂
Elimde bir de Marie Force'un Aşka Son Bir Şans isimli kitabı var. Bu serinin kaçıncı kitabı bilmiyorum ama yakında onu da okumayı düşünüyorum.
Hasılı sadece meraklısına öneriyorum ya da işte benim gibi bunalıp pembiş bir aşk kitabı okumak isteyenlere.😊