25 Mayıs 2012 Cuma

Secret Garden

Baştan söylüyorum.
Bu bir Güney Kore dizisi yazısıdır.
Irkçılık içeren yorum yapmak için okumayınız :)
Yorumları okuyup kızanlar oluyor, sonra ben film ve dizilerden mahrum kalabiliyorum :)


Bu dizi bir kere yıktı geçti ortalığı.
Bir ben kalmıştım izlemeyen. Yani Güney Kore yapımlarıyla ilgilendiği halde izlemeyen.
Sosyal mecralarda paylaşım üstüne paylaşımlara denk geldim. Çok da merak ettim. Elimde dizi bölümlerini içeren dvd bekledim.


Efendim sonra bir başladım ki, bölümler birbiri ardına geldi, dizi bitti.

Bu payetli eşofmana bayıldığımı belirtmek isterim.
İlk defa bir kız "mıy mıy" değildi, ki buna çok sevindim.
Dizi, konusunu çözdüm, dediğiniz anda sizi şaşırtıyor, ki bunu hiç beklemiyordum.
Bazı yerlerde tekrara düştü, ki bu her dizi de biraz oluyor ancak bu kadar sevimli hale gelmiyor.


Her dizi de bir yan karakteri başrol kadar sevip önemseyebiliyorum bunda da öyle oldu.
Bu çocuğun ise saçlarını değil belki ama gülüşünü ayrıca sevdim. Tamam tamam çok sevdim! :)


Ey Güney Kore bloggerları!
Hepiniz çok harika, araştırmacı, bilgili, paylaşımcı -ve geveze- insanlarsınız.
O kadar dizi- film izledim, oyuncuların sadece bir kaçının adını biliyorum, sizin ise bilmediğiniz şey yok. Okurken hayran kalıyorum - ve yoruluyorum uzun yazdığınız için :)
İyi ki varsınız...
Başta da LaFea.

Yeni dizi film ve önerilerilere açığım bunu bil :D

Son olarak moda konusunda Güney Korelileri tek geçiyorum. Erkeklerde bazen rahatsız edici olsa da, modada öncüler.

20 Mayıs 2012 Pazar

Mint Yeşili

Kıyafetten anladığımı düşünüyorum.
Çok şahane giyindiğimi iddia etmiyorum ama anlıyorum.
Çevremde herkes fikrimi sorar. Dinlemeseler de sorarlar :)
Zaten sormasalar da ben söylerim.

Bu konuda çok katıyım.
İyyy, derim mesela daha merhaba bile demeden.
Ya da katıla katıla gülebilirim.

Ben aslında tam nefret edilecek biriyim.
:)
Fikirlerimi birebir uygulayan çok da yakıştıran kuzenimden, bu sefer bi' adım öndeyim :)

Ona demiştim ki, mint yeşili bir pantolon. Paçalarını kıvır. Altına keds ayakkabı, üstüne t-shirtle kombinle. Body değil bak t-shirt, çok salaş da değil ama, yakalı bir şey belki :)
Pantolon kıvırma detayı ve keds bilgisinden sonra ağzını yamultup "herşeyden de haberi var" diye bir göz süzüşü vardı ki..
Anladım ki onun için bu kadar yaşlı birinden bu tip fikirler duymak şaşırtıcı :)

He, her neyse ne çenem düştü bugün.
O almadan mint yeşili pantolon ben aldım. Bi' adım öndeyim derken bunu kastettim.
Ama onun için kombin hazırlamak kendim için hazırlamaktan elbette daha zor.
Paçalarını kıvıracak değilim sonuçta :)

Aklımda olan tek şey pembeyle kombinlemek.
mint yesiliyle uyum


Baktım sadece pembe ve mint yeşili çok ölü oluyor, araya mor kattım.
Uyumu abartmamak için krem kullandım ayakkabıyı.

Benim kombinde ceket pembe, şal mor olacak sanırım :)
Ve tabii burda gördüklerinizden çok çok ama çok daha ucuza mal edilmiş olacak :D

17 Mayıs 2012 Perşembe

Kız Kulesi Yolcusu Kalmasın


Geçen gece yurt dışından arkadaşım aradı.
"Gözün aydın Seyhan, annen rahat geldi mi?" dedi.
Haydaaa..
"ANNEM Mİ GELİYOOO?!!!!"  diye dumur oldum. Arkadaş yaptığı gafı anladı ancak toparlayamadı.

Annem bayılır sürpriz yapmaya. Ama yapmaz ben sevmiyorum diye.
Bu konudaki huzursuzluğum herkesi tedirgin eder, etmiştir, edecektir.
Annemi camda bekleyerek ben ona sürpriz yaptım ve geldiğini görünce, sabahlıkla çıktım sokağa.
Saatler gece 01:00 sularıydı nasılsa :)

Şimdi annemle uzun kahvaltılar yapıyoruz. Konuşuyoruz, konuşuyoruz, konuşuyoruz.
Sanki her gün telefonda konuşacak şey bulamayan biz değiliz.

Ben çok küçükken. 2,5-3 yaşlarında halamdan dönerken "Aa kız kulesi!" diyerek anneme kız kulesini göstermişim.
Annem hep anlatır. Çok şaşırmış, ben bile bilmiyordum sen nereden biliyordun çok küçüktün, diye.



Ve biz çok niyet edip hiç gidemeyen ikili inat ettik ve nihayet gittik.
Ben daha önce ille annemle gideceğim dediğim için gitmemiştim.

Bu foto favorim!

Kız kulesinden İstanbul'u izlemek tarifsiz bir his.
Hava kapalıydı ama mis gibiydi.



Annem kız kulesine gidişi, yemeği bana ödetti :)
Abimler ise çok kıskandı, onlar da orjinal fikirler düşünüyorlar.

15 Mayıs 2012 Salı

Şerefsizim Benim Aklıma Gelmişti!

Gerçek!
Ne demiştim bu yazımda hatırlayın.


Fazla bir şey söylemeye gerek var mı?
Ben bu işten anlıyorum ama çaktırmıyorum :)

Fotoğraftaki trençkot Burberry. Fiyatını bilmek istemiyorum.
Sadece giydiğimi hayal ediyorum. Aman Tanrım ne kadar yakışıyor!! :D

foto kaynak

14 Mayıs 2012 Pazartesi

Özledin Mi?

Bu Sezen Aksu bambaşka bir kadın.
Her şarkısı en az bir kişinin "benim şarkım"ıdır.
En az bir...

Her biri, bir öncekinden şahane şarkılarından en dürüst olanları benim favorilerim.

Mesela;
Beni al onu alma.
Diyebilir misiniz böyle bir şeyi?
Banane beni al :D

Özledin mi? Öyleyse kalk gel!
Veya.
O kadar basit bir şey gibi söylüyor, o kadar güzel söylüyor ve o kadar doğru söylüyor ki...
Fazla bir şey eklemeye gerek yok..

Veya utanmadan "benim şarkım" dediğim, ama aslında biliyorum ki bi' çoğumuzun şarkısı:
"... okurum, yazarım, konuşurum, kelimelerin efendisiyim amma,
aşka gelince enikonu safım sen şanıma inanma... "

"Özledin mi? Öyleyse kalk" gel isimli parçayla veda ederken size, bu muhabbet yorumlarda devam etsin istiyorum. Örnekleri çoğaltalım ;)

11 Mayıs 2012 Cuma

Bir 'Süleymaniye' Hikayesi

Bir cami yaptırmak isteyen Sultan Süleyman nerede yaptıracağına karar verememektedir.
Bir gece rüyasında Peygamber Efendimizi görür.
Hz. Muhammed (s.a.v) şimdi Süleymaniye'nin olduğu yere götürür Kanuni'yi.
Kanuni uyanır.
Atına atlar, henüz sabah ezanı bile okunmamıştır.
Rüyasında gösterilen yere geldiğinde, orada mimar başını, Mimar Sinan'ı görür.
Şaşırır.
Burada ne işin var, diye sorduğunda, cami'nin yapıldığı yere geldim, cevabını alır.

Sen nereden biliyorsun, diye sorar Kanuni.

Mimar Sinan ise "Ben rüyanızda sizin arkanızdaydım, beni görmediniz" diye cevap verir.


Bunu duyduğumdan beri nasıl gidip görmek istiyordum burayı.
Gittim. Gördüm. Bayıldım!
Gerçekten çok güzel ve huzur dolu bir yer.

Süleymaniye Camii'nin 4 minaresi vardır.
İstanbul'un fethinden sonraki 4.padişahı simgeler.
4 minarede toplam 10 şerefe vardır.
Bu da Osmanlı Devleti'nin 10. padişahını simgeler.
Yani; Kanuni Sultan Süleymanı.



Yedi yıl olmasına rağmen bitmeyen cami söylentilere sebep olmuştur.
Bir gün Süleyman gider ve Mimar Sinan'ı, imamın namaz kıldığı yerde, nargile içerken bulur.
Ancak işin aslı farklıdır.
Nargileyi caminin akustiği için fokurdattığı ortaya çıkar - tütünü yoktur sadece su sesi.
Çekilen besmele caminin her yerine eşit şekilde yayılır, duyulur.

Müsait olursanız cemaatle bir vakit kılmanızı tavsiye ederim. Bakalım anlatıldığı kadar var mıymış?



Cami'nin en önemli özelliklerininden biri de is odaları olması.
Yanan kandillerden çıkan isler, Mimar Sinan'ın üstün zekasıyla is odalarında birikir.
Bu sayede dönemin en kaliteli mürekkebi elde edilmiştir.

Biz şimdi kağıt çöplerimizi ayırmaya üşeniyoruz, bu zeka nasıl alkışlanmaz!



Dikkatimi çeken bir diğer şey ise bahçesinde çimlere yayılmış insanlar.
Kimi yiyecek birşeyler getirmiş kimi lap topunu.
O kadar hak veriyorum ki onlara.
Huzur dolu bir atmosfere sahip.


Çok uzun bir yazı oldu ama  en özenerek hazırladığım post bu oldu diyebilirim.
Sizde tamamını okuyup zevk aldıysanız çok sevineceğim.

Ve final:


Her zamanki yemek notu: Süleymaniye'ye gidip kuru fasulye yememek olmazmış :) Benim gibi meraklısı değilseniz, fasulyecilerde ızgara çeşitleri var merak etmeyin :D

8 Mayıs 2012 Salı

Minicik Bir Haber

Gerçekten bahsetmeyecektim bundan.
Arkadaşlarım bile bilmiyor.
Ama hadi espri olsun, beni gülümsetti sizi de gülümsetsin...


Sabah gazeteyi karıştırırken bu küçük haber şaşırttı beni.
Çünkü köşede gözüken benim! :)

Hafta sonu ağaç dikmeye gitmiştik. Herkesin elinde fotoğraf makinesi, anı ölümsüzleştiriyor.
Ama içlerinden birinin gazeteci olduğunu falan bilmiyoruz tabii..
Bu haberle öğrendiğim, "Aa ben!" diye şaşırdığım, sonra çok güldüğüm bu haberi burada paylaşmayı uygun gördüm.
Hatıra kalsın :D

Not: Kucağımdaki kız çocuk ise abi elinde sürükleniyordu, halden anladığım için onu şefkatli kollarıma aldım ^^

4 Mayıs 2012 Cuma

Lisan-ı Hat İle Aşk-ı Nebi

Duyuyorum Kasimpaşa'lara gidilip mutluluk topu alınıyor, saraylar geziliyor.
Böyle haberler yazma isteğimi kabartıyor.
Sergi zamanı bitmeden bahsetmeli bu sergiden. Bir kişinin bile gidip beğenmesine vesile olabilirsem ne ala!
- 15 mayısa kadar gezilebilir, yer Ayasofya müzesi -


Serginin Ayasofya'da olması ayrı bir güzellik. Hem tabloları inceliyor, hem Ayasofya'yı gezebiliyorsunuz.


Peki Hilye-i Şerif ne demektir?
Peygamberimizin sıfatlarını anlatan manzum veya nesir halindeki yazılara, kitaplara ve tablolara Hilye-i Şerif denilir.


Bu sergide yer alan hilyeler ise çeşit çeşit hattatlar arasından çıkmış, muhteşem hatlardan oluşan hilyeler.
Yukarda gördüğünüz yeteneğe hayran olmamak elde mi?


En hoşuma gidenleri koyamıyorum buraya. Çünkü yanlarında ben varım ve neredeyse sarılıyorum.
Devasa boyutta olan tablolar ve farklı tasarımlarla karşımıza çıkan hilyeler bizi büyüledi.
Kucaklayıp eve götüresim geldi zaten bir çoğunu.


Hepsinin fotosunu koymamak iyi de oldu bir yandan.
Merakınız artsın, gidin görün, ay Seyhan eksik anlatmış onun dediğinden daha bile güzel, diyebilin ;)


Acaba oraya bir hatıra defteri konulur da ben imzalamaz mıyım?
Bi' benim yazıma bakın bi' de diğer karalamalara Allah aşkına. Demiyim dedim ama ille söyletiyorlar adamı :))))

Ayasofya'ya gitmeyen var mı? Ona göre bir post hazırlayacağım.
Bu yazıyla birleştirecektim ama uzamasın şimdi. 

2 Mayıs 2012 Çarşamba

İlyas-ı Habır

Mardinli İlyas-ı Habır’ın Roma şehrinde çalışan akrabaları varmış..
Onları ziyarete gitmiş.
Oradaki misafirliği sırasında akrabaları işe gittiğinde İlyas-ı Habır da evden çıkıp, tek başına şehri dolaşırmış.. 

Bu gezilerinden birinde yolu çiçekli, ağaçlı, yeşillikler içinde cennet bahçesi gibi güzel bir yere düşmüş.. Gezinmek için içeri girdiğinde gözüne bazı mezarlar ve onların taşları ilişmiş..
Mermer heykeller ve kabartmalarla süslü şık mezarların başına dikili taşlardaki yazılar İlyas-ı Habır’ı çok şaşırtmış..
Kiminde yirmi bir gün, kiminde otuz dört gün, kiminde on yedi gün yazıyormuş..
Ama mezarların boyları bebek mezarı olamayacak kadar uzunmuş.

İçinden çıkamadığı durumu akşam akrabalarına sormaya karar vermiş..
Evde akrabalarına anlatıp izin gününde beraber bu parka gidip bu işin sırrını çözmelerini rica etmiş.

Güzel bir güneşli günde hep birlikte o parka gidip bekçiyi bulmuşlar ve mezar taşları üzerindeki gizemli rakamları sormuşlar..
Bekçi:
“Burası özel bir mezarlıktır.." demiş.
"Burada defnedilenlerin mezar taşlarına gerçek yaşları değil hayatta kaç gün mutlu oldukları yazar.. Kimi 21 gün mutlu olmuş, kimi 37 gün. 52'yi geçmeyen çıkmadı daha.”

İlyas-ı Habır memleketine döndükten sonra uzun bir ömür sürmüş.. Günlerden bir gün hastalanınca oğullarını başına toplayıp, size bir vasiyetim var, demiş.. Mezar taşına aynen şunu yazacaksınız:
İlyas-ı Habır bitti, anasından çıktı, doğru kabre gitti.


Çok etkileyici bir kitaptan kısacık bir hikaye paylaştım.
Kitabın konusuyla alakası yok belki. Ama kitabın kahramanının, yaşadıklarından yola çıkarak aldığı ders ona bu hikayeyi anımsatıyor.
Benim de o kadar hoşuma gidiyor ki, silkelenip bir-iki satır yazdırıyor işte böyle...

Ben bu ara, mutlu olduğum şeylerle meşgul olup burayı ihmal ederken, sizlere de bu 'çokça tavsiye edilen' kitabı tavsiye ediyorum.