18 Temmuz 2022 Pazartesi

Çeper



Ağaçtan çit yapmışlar. Çeper diyorlar buna. Eskiden dedem de evin etrafını bunla çevirmiş. Çevirmezlerse çünkü hayvan girer. Ama bizim ev çeşmenin hemen yanında fark etmişsinizdir. Evlerde su da yok, tüm köy buraya bir şeyler yıkamaya gelirmiş. Çeperlerin üstüne de atıyorlarmış yıkadıklarını. 


E anneannem de kızıyormuş haliyle. Çeperlerin canı ne ki? Kendi evinin çeperleri çamaşırhane gibi. Siz bi düşünsenize evlerin önünden geçirmiyor bunların bazıları. 

Sonra da dedeme şikayet ediyorlarmış ananemi, yok bize böyle dedi şöyle kızdı. 

Çok uğraşmışlar ananemle, başka köyden gelmiş köyün yakışıklısıyla evlenmiş diye. Evet öyle. Sizi almamış işte dedem. Ama sizin yüzünüzden de çok çekmiş ananem. 


Bazen bana anlatıyorlar “bir kere ananen bize böyle yaptı.” Oh iyi yapmış diyorum. Neden bu kadar üstüne vardınız?! Gerçekten hikayeyi tarafsız  bir şekilde dinliyorum. Damarına basıp, uğraşıp kızdırmışlar. Anneannem kızınca da dedemi anneanneme karşı kışkırtmışlar.

Anneannem hastayken gelip anlatıyorlardı helallik istiyorlardı. Etmiyordu ananem 😄 Canım ananem, dedikodulu fitne fücur insanların için dobra olmaktı suçu. 

Çeperden nerelere geldim. Gelirim. Bugün evin etrafına demir korkuluklar yapıldı. Üstleri özellikle mızraklı yapılmadı. Gelip bir şeyler atarlar diye. Atarlarsa atsınlar diye.  




 

10 Temmuz 2022 Pazar

Beykoz’da Gezilecek Yerler

 Beykoz’da Mehmet Akif şiir müzesi var. Oraya gitmek istiyorduk ama Beykoz da uzun yol. Oraya sadece bu müze için gitmek olmaz. Yani olur da, gitmişken hemen dönmemek de olur. Öncesinde fikir edinmekte yarar var. 





Üsküdar’dan Beykoz’a giden herhangi bir otobüse binip Beykoz durağında indikten sonra 5 dk yürüme mesafesinde Mehmet Akif şiir müzesi. Giriş ücretsiz. 

Mehmet Akif Ersoy bir süre Beykoz’da yaşamış ama bu konakta değil. Beykoz belediyesi de onu anmak için bu konağı  şiir müzesine çevirmiş. Sakin güzel bir yer. İlk katta Mehmet Akif’in hayatı ve şiirlerinin olduğu bir oda var. E tabii ben kimle nereye gideceğimi iyi bilirim; gene edebiyatçı arkadaşımla gitmenin keyfini sürdüm, bana Mehmet Akif’in hayatını anlattı, orada bulunan Osmanlıca dergilerden biraz okuduk, biraz şiir seçtik. 

Üst katta ise bir odayı söyleşi odası yapmışlar ne güzel şiir dinletileri falan oluyordur orada, bir odada da posta kutuları var, çeşit çeşit mektuplar, şiirler içlerinde..

Şiir Müzesinden çıkınca aklıma cam müzesi geldi. Instagramda gördüğümden beri gitmek istiyordum. Şu teknoloji ne güzel, baktık yürüme mesafesinde, açtık haritayı çıktık müzeye. Biraz yürüme mesafesi var. Ama hava güzel yol sakin, konuşa konuşa çıktık. Müzeye giriş ücretli. Bu gayet normal. Ama bahçesine girmek de ücretli. İşte bu çok saçma. Arabayla girsem benden park parası al. Ya da müzeye girmesem bahçeye gelsem bahçeye de ücret al ama ben zaten müzeye geldim ve bahçeyi uçarak geçemeyeceğime göre?! 

Bahçe de çok güzel bu arada. Pek kimse yok. E ücretli ye ondan zaar.. 

Müzede elektronik rehber veriyorlar girişte. Kimlik karşılığında. Çıkışta iade edince kimliğinizi alıyorsunuz mutlaka alın. İçerde çekim yasak bu arada 🤭 





Cam müzesinden sonra sahile indik denize karşı oturduk ama hala vaktimiz var. Eğer sizin de varsa Mecidiye Kasrı da var. 




Mecidiye Kasrı da gene yürüme mesafesinde yürüyoruz. Bahçesine giriş ücretli. Ödüyoruz. Kasra giriş ücretli ödüyoruz. Neden bu kadar tenha bu mekanlar, anlıyoruz. 

Yeri gelmişken çok gereksiz bir uygulama olduğunu söylemeliyim. Mesela Kasrın bahçesinde cafe var. Cafeye gitmek istiyorsun. Bahçe ücreti ödüyorsun. Kasra giriş zaten ücretli ama kasra girmek için önce bahçe ücreti ödüyorsun. Bir an önce bu saçma uygulamadan vazgeçilmeli. Müzeye girmiyorsa biri, al ondan ücret. Ya da arabayla giriş yapıyorsa arabası için al otopark nihayetinde. Ama adam başı para almak nedir?!

Kasır da güzel bu arada. Ama onun yerine git Hidv kasrına, malta köşküne, su köşküne. E bunlar Köşk, bunların da bahçesi var.  Ücret uygulaması saçma ama dediğim mekanlar güzel. Gitmek isterseniz gidip de ne yapayım diyorsanız sizlik bir post bu. Yok ya işim olmaz, diyorsanız ve buraya kadar okuduysanız üzgünüm 😃

3 Temmuz 2022 Pazar

İnsanın Acayip Kısa Tarihi

 Okuldaki kitap kulübümüzden bahsetmiştim. Hoca arkadaşlarla okuduğumuz bir kitap bu da. Gene tahlille anlam bulan süper bir kitap. 
Bu kitabı edebiyatçımız seçti. Kitabı seçmekle kalmadı her birimize -okuduktan sonra geri almak kaydıyla- kitabı da verdi. Kitabı gören yüzlerdeki hayal kırıklığı tarif edilemezdi. Herkes benim gibi edebiyatçının seçeceği kitabı merak ediyormuş ama bekledikleri kesinlikle bu değilmiş gibiydi :)
Ancak kitaba başlar başlamaz herkesin yumuşadığını, kitabın da çok güzel sardığını söylemek gerekir. Yalnız bir tuhaflık vardı kitapta. Anlamak için tahlil günü heyecanla ve merakla bekledik.

Öncelikle daha fazla bilgi vermeden evvel, kitabı kesinlikle öneriyorum. Ve uyarıyorum. bu satırlardan sonrası spoiler içerir. Kitabı okuma ihtimalinize karşılık yazılıyor bu kısımdan sonrası.


Kitabı okudunuz geldiniz. İşte şimdi başlıyoruz. Öncelikle bu yazıyı yazması için edebiyatçımıza rica ettim ama ikna edemedim. Şimdi yazacaklarımı ben yazıyor olsam da o anlattı. 

Bu postmodern bir kitap. Bu bilmemiz gerek evvela.
 Postmodern kitap ne demek?
Postmodern roman, bize okuduğumuz kitabın aslında bir kurgu olduğunu okuduğumuz zaman hatırlatan ve bununla beraber aslında gerçeklikle de alay eden bir roman anlayışı. Her zaman her şey bir şeyleri sembolize etmese de sembollerin ve göndermelerin olduğunu söylemek mümkün. Bu sembolleri anlamayınca "bu ne ya?!" ya da " ne okudum ben şimdi?!" diyebilirsiniz.
Konusuna değinmek de pek adetim değil, (beceremeyip bütün kitabı anlatmaya başladığımdan) ama bu kez değinelim. Spoiler uyarısını en başından verdik.
 Hafızasını kaybetmiş bir adam var. Otel odasında gözlerini açıyor ve kendini tanımadığı için gördüğü şeylerden, kullandığı kelimelerden kendisinin kim olduğunu bulmaya çalışıyor. Tıpkı dünyaya gelen yeni bir insan gibi. Çevremizi görerek, konuşulan dili duyarak kendimize bir konum buluyoruz. Şehirli olmak, köylü olmak gibi... Ardından kendini bulmak için harekete geçiyor ilk  sorduğu kişi Borges Dayı. - Bu kısımda kitap sizi sardı, itiraf edin. Oldukça şekerdi ^^ - 
Borges Dayıyı duyunca kopuyorsunuz metinden. Herkeste bir rüya mı? Hayal mi? sorusu..
Hatta deli mi diye düşünürken yazar buna değiniyor "ben bir deli olsaydım ve aslında tımarhanede olsaydım çok klasik bir şey olmaz mıydı?" diye sorarak senin tahmin ettiğin şeyleri tahmin ettiğini belli ediyor. Klasiklere de göndermesini yapıyor böylelikle. Ve kendini hatırlatıyor bize. Üst kurmaca deniliyormuş buna edebiyatta. Yazar kendini metinde var ediyor; ben varım hey! Bu bir kurgu.
Borges de yazarın en sevdiği yazarmış bu arada. Kitaptan karaktere ismini vererek sevdiği yazara selam çakıyor. Üstelik. Borges Dayı da bir yazar :) 
Biz kahramanın kendini bulma çabasını okumaya devam ediyoruz. Divan metinlerinde, Mesnevilerde olduğu gibi belki de. Bir yola çıkış var kendini arama, kendini bulma yolculuğu. 
Elma sahnesini hatırlayacaksınız mutlaka. Kitabı okuyanlar yani. En bariz gönderme buydu. Ben bile okuduğumda anlamıştım. 
Bazı kelimeler farklı yazılmıştı. Mesela ingilizce karakterli bir kelimeyi okuduğumuz şekliyle yazarak ya da alışıla gelmiş bir kelimeyi hecelerine farklı ayırarak yazması da gene postmodern romanlarda görülen yeni bir dil oluşturma gayreti.

Asıl söylediği şeye gelelim. 
Kitap bazı yerlerde tekrara düşüyor aynı sahneyi başka başka gözlerden anlatıyor. Kulüp olarak mesela çoğumuz bu kısımda sıkıldı. E tabii anlamıştık da.
Elmayı ısırdığında kendi bilincine ulaştığında şunu fark ediyor: Aslında o farklı gözler dediğim anlatıcılar da kendisi. Adem'in kendisi. Hayatının farklı evreleri. Genç Adem, Yaşlı Adem.. 
İnsanın Kısa Tarihi diyor ya. Aslında biz aynı yerdeyiz hep kendimizle karşılaşıyoruz ve ortak bir tarihe sahibiz. 
Tekrar dönüyorum karaktere. (Tüm kitabı anlattım umarım kitabı okumadan bu yazıyı okumuyorsunuzdur. Zaten öyleyse hiçbir şey anlamadığınıza eminim. Aranızda ödev alan öğrenciler varsa bu yazı çok işinize yaracak onun da vicdan azabını duyarak yazıyorum ama son sözler artık.) 
Karakterimiz hatırlıyor; bir acı yaşamış ve bu acıyı unuttursun diye Allah'a dua etmiş, unuttur bana, diye. Ama şunu fark ediyor, unutmak sadece acıları unutmak değil kendini de unutmak. İnsan hatırladıkça olgunlaşıyor. Acılarıyla beraber insan kendini bulabiliyor.
Kitap çok güzeldi. Ama yazısı biraz dağınık oldu. E üzerinden hayli zaman geçti. Ama yazılması gerekiyordu. Yazdım. Benden bu kadar. Umarım okursunuz.