29 Kasım 2010 Pazartesi

Kahve Bahane

Kahve..
İşte bazı zamanlarda amaç olmaktan çıkıp araç da olabiliyor..
Zeynep'le bir kahve içme bahanesiyle buluşuyoruz ya da buluşmamız şerefine kahve içiyoruz..

Daldan dala atlayarak konuşuyoruz. Söylenecek o kadar şey konuşulacak o kadar konu var ki, bitmiyor hatta yarılanamıyor...

Fotograf makinesiyle çekim yapmaya çalışıyorum, Sanıyorum ki maharet makine de, ben bile güzel fotograf çekebilirim. Ama olmuyor dünyanın en bulanık fotograflarını çekiyorum.
Ama Zeynep sabırla taktik veriyor, yapabilirsin diyor.
Bir kez daha öğretmen yanına hayran kalıyorum...


Mekan Çengelköy Çikolata&Kahve

Zeynep'in seveceğini biliyordum, seviyor..
Ama o çikolata cennetinde o kadar az çikolata yiyor ki ben utanıyorum :)

25 Kasım 2010 Perşembe

Kasımda Teras Keyfi Başkadır

Ev sahibi ısrarla ona balık yemeye gelmemize bir mana veremiyor,
"Neden ben, neden balık?" diyor, "İlk kimin aklına geldi?" diyor.
Kimseden ses yok.
Oysa ben hatırlıyorum. Çünkü fikir benden çıktı :)
Çünkü Fato hamileydi ve her hafta balık yemeliydi. E madem o evde balık pişiyordu ona balık yemeye gidilebilirdi. Böylece bizim evimiz balık kokmamış olurdu.

Kafamda belirecek daha güzel bir ampul olamazdı :)


Ev sahibi habire söylendiği için,
Biz ona doğru yola çıkmışken arayıp "Gerçekten geliyor musunuz?" diye sorduğu için,
böyle bir sofra beklemiyorduk!
İçeri girip terasta bizi bekleyen sofrayı gören çığlığı bastı.

O gece kahkahalarımızdan, bütün mahalle şenlendi!
O gece biz susalım diye manyak bir yağmur bastırdı!
Ve közde türk kahvesi sözü, başka zamana kaldı;)

O gece fotograf geçen arkadaşlardan 'elinizde güzel görsel varsa yazımda kulanmak üzere' rica ettim.
Şeyda leoparlı taytımla çekilmiş bir fotografı bana gönderip "bunu kullan" diyerek espri yapmış, Neslihan ise bu kolajı hazırlamış.
Çeşitimiz kolajdakilerle sınırlı değildi, ancak çekimler bu yazı düşünülmeden gerçekleşmişti.
Bu arada yatıya kalma talebimiz, ev sahibi tarafından veto edildi:))

Şimdi sırada Seda'nın terası var. Artık o da 'Aralık' projesi
;)

24 Kasım 2010 Çarşamba

An Education


Bir filmin türkçe adını daha yorumlarken öğreniyorum :)
Bakalım Aklımda tutabilecek miyim: Aşk Dersi
Geçtiğimiz oscar zamanı adından çokça bahsettirmiş olan bir film.
Güzeldi açıkçası, ben beğendim.
Kızlar o yaşlarda oldukça salak olabiliyor. En akıllıları bile tatlı dile kanabiliyor. Tamam da bu ailelere ne oluyor?
Okulun gereksiz olduğunu düşünen, zengin koca meraklısı kızlara zorla izletmek isterdim:)
Sonunda da herkes bu kadar şanslı olmayabilir diye de ekleyerek..
Bu filmi izledikten sonra içimde büyüyen fransızca şarkı ezberleme isteğine mani olamıyorum ayrıca :)

Adını Sen Koy


Bu Melis Birkan'ı bir sevemedim gitti. Her rolde aynı tavır, aynı mimik, aynı tonlama..
Oyunculuk bu değil, bildiğim kadarıyla.
İki erkek arasında kalan bir kadın hikayesi bekliyordum ben. Aslında öyle de, bir nevi ama hiç öyle arada kalacak bir durum yok:)
Çocuğun bir fotoğraftan ötürü kıza aşık olması bana gayet normal gelmişken, kızın bu duyguları öğrenir öğrenmez hissiyatının değişmesi beni sinir etti.
Bir öyle bir böyle karakterler sevmiyorum ben filmlerde, deli abi gibi..
Neyse.. Çokta fena değildi. En azından olması gerektiği gibi bitti :)

Merhaba Dünyalı


Kullandığım görsele bayıldığım için izlediğim bir film:)
Ben de ebeveyn olsam böyle olurum dedirtti bana.
Film beklediğim gibi değildi ama yine de sevdim. Beklediğimden daha yavaştı.
Sanırım ikinci izleyişimde çok daha seveceğim. Ama afiş mükemmel değil mi?

22 Kasım 2010 Pazartesi

Bir Anne. Bir Kız. Bir Minibüs


Anneme dedim. "Bunu hep yapıyorsun" dedim.
"Yaa?.." dedi o da, daha önce farketmemiş gibiydi.
Artık yapmıyor. Ama ben yapsın istiyorum.

Minibüste boşalan koltuğa annemi oturtuyorum, sonra arkalarda boşalan koltuğa geçiyorum. Annemin yanı boşalınca elini orda tutup bana sesleniyor; "Seyhaaan gel, gel kızım yanıma"
Haliyle kimse oturamıyor annemin yanına, mecbur gidiyorum, kızarak, söylenerek 'yapma bunu' diyerek.

Başka bir zaman yanından biri kalkıyor, hemen kafası dönüp beni arıyor.
Gözlerimi 'bırak başkası otursun' dercesine pörtletiyorum. 'Gel işte kızım' dercesine bakıyor.
'Anne sinir oluyorum, bu kadar insanı aşıp oraya mı geleyim?' dercesine bakıp bir de dudaklarımı çiğniyorum.
O ise hep sakin, 'Evet' dercesine kafa sallıyor.

Geçen gün minibüsün arka koltuğunda oturuyorum.
Yanımdaki kızın annesi en önde.
Ve bilin bakalım ne oldu?
Annesinin yanı boşalınca kızını çağırdı.
Abartmıyorum minibüsün iki ucundalar.
Ay kız bir sinirlendi.
Gülmemek için zor tutuyorum kendimi, içim kikir kikir.

Annesine kızdığı için çok üzüldüm ama. Aklıma geldi benim tepkilerim.
Annemden özür diledim.
O da "sen hiç bana kızmadın ki" dedi.
Yalandı.

Çok görüyorum öyle; kızlarını yanına çağıran anneleri.
Kızların ise bazen seve seve gittiklerini, bazen ise sinirlendiklerini..

Belki sizin annenizde çağırıyordur yanına sizi?

20 Kasım 2010 Cumartesi

Cain And Abel


Gelelim yeni bitirdiğim Güney Kore dizisine.
So Ji Sub'u sevdiğimi bildiğini bile bilmediğim Filiz bana hard diskinin kapılarını sonuna kadar açarak bu dizi bana ulaştırdı.
Sadece bu diziyi değil aslında. Bir 'Seyhan' klasörü vardı harici diskte bir 'Filiz'. 'Seyhan'ı olduğu gibi kesip aldığım yetmezmiş gibi 'Filiz' klasöründen de faydalandım.
Gaza geldim bu yazıdan sonra kalkıp bir film izleyeceğim! (Ama önce dizi yorumu)


So Ji Sub'u "I'm sorry, I love you" dizisinden hatırlayacaksınız :P
O dizide acıklı bir roldeydi. Bu dizinin ilk başlarında gülen yüzünü gördükçe içim açılmıştı ki, o gülen yüzler uzun sürmedi..
Cüneyt Arkın her dayak yediğinde hüzünlenen babaannem gibi ben de "Ay ne talihsiz başı varmış bu çocuğun" diye her bölüm bir üzüntüye gark oldum.

Konuyu özetlemek gerektiğini düşünmüyorum:) Dizinin ismi birşeyler çağrıştırıyor olmalı.. Kalan sürprizleri de ben mahvetmek istemiyorum :/
Geçenlerde bir kitap yorumu okudum; arkadaş sağolsun bir cümlede tüm kitabı anlatmış, kitabın listemden çıkmasına sebep olmuşturdur.

Sadece diziyi çok sevdiğimi, tavsiye ettiğimi bilin istedim.

FD, ailenin de çok seveceği yeni bir dizi; indir, izle, izlet ;)


Görseller, google görsellerden araklamadır :)

18 Kasım 2010 Perşembe

Kusura Bakmayın Sarımsak Kokuyorum

Sarımsak, soğan ne severim!
Ayrıca kokoreç, işkembe, kelle paça da severim.
Balık da severim, çemen de.
Ne kokarsa ben, onu mu severim?

Şimdi şöyle oluyor:
Bir yere gideceğim zaman kokutacak birşey yemiyorum. Ama her günüm planladığım gibi sonlanmayabiliyor.

Misafirliğe gidip içinde sarımsak bulunan yoğurtlu salatadan yiyebiliyor, eve dönerken bir tanıdığa rastlayabiliyorsunuz:
"Kusura bakmayın sarımsak yemiştim de"

Veya kızlarla balık yemeye gidiyor, bol soğanlı salataya karşı koyamıyorsunuz. Akşam çay davetine de hayır diyemeyince..
"Çok afedersiniz, soğan kokuyorum"

Veya planınızın bütün gün pineklemek olduğu bir gün, nihayet, çemen yiyip davetsiz misafirlerin sürprizlerine maruz kaldığınızda benzer, bağışlama bekleyen cümleler kurabiliyorsunuz..

Bir de bunu ikiyle çarpın.
Ben bu cümleleri normalden biraz fazla kuruyorum, yani size göre daha fazla soğan sarımsak tüketiyorum.
Bunları yazınca kendimden iğrendim :)
Ama sarımsak doğal antibiyotiktir! :P

Peki ne yapayım?
Ben ki, sabah planları iptal olunca koy vermiş, 'nasılsa evdeyim' diye öğlen yemeğinde kelle yemiş biriyim.
Şehir dışından çıkıp gelen, buluşalım diyen arkadaşıma 'Aa, yoo gelemem' mi diyim?
Bunun yerine gidince kusura bakma diyeceğim :))

Çevreye verdiğim rahatsızlıktan ötürü özür dilerim =)
Gidip karanfil bulayım ve maydanoz çiğneyeyim:))

17 Kasım 2010 Çarşamba

Mutlu Mesud Bayramlar...


Son 5 yılın en yalnız bayramını geçiyorum.

Dinlenmek için oturmak yetmiyor bana mutlaka ayaklarımı uzatmalıyım!

Çocukluğumdan bu yana ilk defa bu yıl et dağıttım.

Yediğim çikolata ve tatlılar beni korkutuyor.
Oysa bayramdan önce yediklerime dikkat etmeye başlamıştım.
(Hiç de bir kere, kilo alıyorum diye değil sivilce çıkıyor diye(: )

Her bayram bir öncekinden daha fazla el öptürüyorum, benim yaşlılığım hiç çekilmez :)

Aslında ben sadece 'büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden' öpüp bayramınızı kutlayacaktım ;)

14 Kasım 2010 Pazar

Çengelköy Beni Çağırıyor

Ohh yaa!
Havada güneş olunca, Çengelköy'ün bana seslenişini duyuyorum resmen.
"Geeeelll Seyhaaaaan, geellll" diyor..
1-2 haftadır nasıl gitmek istiyorum, anlatamam!

Çengelköy kibarlığı bırakmış "gelsene kız" demeye başlamış, ama nereye koşuşturuyorsam, ne yapıyorsam bir gitmek nasip olmamıştı.
Ta ki bugüne kadar ;)

17 yıldır Çengelköyde yaşayıp "Çikolata&Kahve"yi bilmeyip, benim blogumda okuyan arkadaşımı kafaladım; 'Hadi götüreyim seni de bana bi kahve ısmarla' dedim.
Ki kendisinin doğum günüydü, yani benim ısmarlamam gerekirdi.

Mekanı, çikolataları, kahveyi beğendi.
Ve hakikaten ben, doğum günü kızına faturayı ödettim.
Bu rezilliği de yaptım, evet:)


Kahve fincanlarımızı Diloş'un doğum günü şerefine tokuşurduk:)
Kahvemiz çikolatalara rağmen şekerliydi=)
Ağırlığı 50 kg gelen arkadaşımla yarışmam ne kadar saçma olsa da onun bana nispet yapmasına müsade edemezdim:)


Gelen konukların bir şeyler karaladığı bir hatıra defteri bulunmakta bu mekanda.. İngilizce, fransızca, arapça, japonca ve korece hatıra bırakanları görebilir, azıcık evrensel bir insansanız okuyabilirsiniz :)


İyi ki doğmuşsun cicim ya:!

Ee, Var mı bana kahve ısmarlamak isteyen?
;)

13 Kasım 2010 Cumartesi

Sizinle Harika Bir Şey Paylaşayım Mı?


Elime bir liste geçti...
Daha önce listeci bir insan olduğumu söylemiştim.
Yani söylemiş miydim?
Söylemişimdir (varsayıcaz artık)
Kitap, film, mekan, alınacaklar, satılacaklar, düşünelecekler, söylenecekler vs.. vs...

Mesela aklıma bir film mi geldi? "Nerede benim film listem" diye listemi arayıp bulduğumu düşünmeyim, o kadar düzenli biri değilim maalesef.

Cüzdanda, bir kitabın arasında, çekmecenin birinde, gazetenin köşesinde..
Rastlayabilirsiniz evde.
Bir tek alış veriş listesinin yeni belli;
Buzdolabı üzeri ;)

Elime ne zaman yaptığımı bilmediğim bir kitap listesi geçti de bugün.
Amacım ondan bahsetmekti. Nerelere geldi konu.
Elime geçen listedeki tüm kitapları okumuşum efendim.
Sevincim bu!

İyi haberi verdik bir de kötü haber olmalı.
Kitap yurduyla ödüllendirmek istedim kendimi.
Sonunda, (sepete eklenenlerin dışında) bir liste çıkardım ki kendime..
Ne siz sorun ne ben söyliyeyim:)

Yüksek Topuklar ise şahane gidiyor...
Yavaş okumam aksini düşündürtmesin;)

12 Kasım 2010 Cuma

J.Potter Ameliyat Oldu Diye Kahvaltıya Gidenler

Joey Potter ameliyat oldu.
Pudra Tozu; Tarih84 İstanbul'a geldi.
Yanında kaldı.
Ben İstanbul'da, kalkıp ziyaretine gitmedim.
Bu da benim ayıbım, birde utanmadan yazdım.

Hatta utanmadan yazdığım yetmiyormuş gibi Joey'i hasta yatağında bırakıp, Tarih84ü alıp kahvaltıya götürdüm.

Sonrası muhabbet dolu bi kahvaltı.
Boğaza karşı.
Yeşilliğin içinde.
Benden beklenildiği üzere,
Sosyal tesiste...

Geçmiş olsun J.P.
Bir kahvaltı da sana borcum olsun ;)

10 Kasım 2010 Çarşamba

Bir Muhteşem Kitap

İrma geçenlerde severek yanıtlayacağım bir mim yollamış.
Derken aynı mimi Ozzeinep te yollayınca geç kalmadan yazmam gerektiğinin ayrımsadım.

Gözlerimiz kapalı kütüphaneden bir kitap seçiyoruz..

Bin Muhteşem Güneş..

Onu aldığımız zamana gidiyoruz..
Hımmm..
Aslında kitap almamam gereken bir dönemdi, okunmayı bekleyen çok kitabım vardı.
Ama bir kere kitapçıya girmiştim.
Önce Uçurtma Avcısını aldım elime sonra "Bu yazarın bir kitabı daha varmış" dedim.
Adam, 'Bin Muhteşem Güneş'i verdi elime , incelemeye başladım.
tam parayı ödeyeceğim,
"Kitabım kitabım yok" diye bir telaş aldı beni, deli gibiyim "ayy, nerde ya, kim aldı?" falan derken, satıcı dehşetengiz gözlerle bana bakınca sakinleştim ve koltuğum altına sıkıştırdığım kitabı farkettim:))

Hayır parası ödenmemiş bir kitap için neden bu kadar yaygara kopardıysam artık.. :)

55. sayfadan bir paragrafla
mim görevini yerine getirmiş olacağım.
...
"Hiç aklımdan... " diye başladı Meryem. Sonra kocaman bir taşın boğazını tıkadığını hissedince, susmak zorunda kaldı. "Çekip gitmemden önce bana söyledikleri hiç aklımdan çıkmıyor. Dedi ki..."
...
Kitabın ismini duyunca bile gözlerim doluyordu bir zaman öncesine kadar.
Şimdi şu paragrafı yazmasaydım daha iyi olurdum :(

Hala okumamışlar varsa cidden tavsiye edeceğim bir kitaptır.

Mimi Kitap Kurdum'a ve geçenlerde kütüphanesini görüp hayıflandıgım Cep Aynasına gönderiyorum.

Yorum kısmına istediğiniz 'kitap satın alma' anılarınızı yazabilirsiniz ama ;)

8 Kasım 2010 Pazartesi

Taif'te Ölüm

"Hiç Hıfzı Topuz okumadım" diye aldığım bu kitap, neden daha önce okumadığımın ve daha sonra okumayacağımın bir belgesi adeta.

Kitap Mithat Paşa'nın eşlerine yazdığı son mektupla başlayıp önceye gidiyor.
Yani Taif'te ölecek olanın Mithat Paşa olacağı daha en başından biliyorsunuz.

Gerçek hayat hikayesinin başarısız romanlaşmış hali.
Kullanılan anlatımdaki zaman dilimi sıkça değişiyor.

Oldukça yanlı.

Mesela padişahın bir isteğini yerine getirdiği zaman Mithat Paşa 'kıramamış'oluyor. Ama diğerleri yapınca 'Zatışahane'ye bağlı uşaklar' oluyor.

Başarısız bir roman dedim çünkü, gerçek hayat diye yola çıkılarak yazılan romanlarda boşlukları doldurmak yazara kalır. 'Nedendir bilinmez kabul etmiş' gibi belirtmeler olacaksa bunu bir araştırma yazısı olarak sunmak daha akıllıca olurdu.

En başta edindiğim fikir, sayfalar ilerledikçe ne kadar doğru tespit olduğunu gösterdi ve okumamı güçleştirdi. Ne kadar uzun sürdü kitabı bitirmem farkettiniz mi?
Böyle giderse ben kitap okumayı bırakacağım :)
Daha yazacaklarım vardı ama yeter eleştirininde dozu var değil mi?

6 Kasım 2010 Cumartesi

Allah Muhabbetimizi Arttırsın :s


Büyük ağabeyimle en uzun birlikteliğimizi yaşıyoruz.
Üniversiteyi şehir dışında okudu, yurt dışında master yaptı, askerlikten sonra şehir dışında çalıştı, tatillerini yurt dışında geçirdi...
Bu onun en sevdiğim özelliğiydi.

Anladım ki,bir insanı, bir kaç haftada bir, bir hafta sonu görmekle,
bir kaç haftada bir, bir kaç gün görmemek çok farklıymış.

Ne iş anlamıyorum ama sinirlerimi zıplatma yetisi had safhada.

Aynı odada bilgisayara oturup internete giriyoruz. Farklı bilgisayarlar önümüzde!
Buna rağmen her odaya girdiğinde "Seyhan! Çık!" demezse olmaz. "YA NİYE!!???" diye her zamanki karşılığımı verip, istifimi bozmayacağını bildiğini halde.

Kapıları, ışıkları, hatta muslukları kapatmaz.
Televizyonu açamaz.
Kapıya, telefona bakmaz.
Ama
"Ertuğ gel! İşte istediğim araba!"
diye çağırdığım zaman işi gücü bırakıp gelir..

Birde kıyafet konusunda hep fikrimi alır :/

Yine birgün alışveriş yapmış, giyinmiş, diğer abimle konuşuyorlar
"Bir de kıroya soralım" diyor.
O kıro da benmişim!
- Nasıl olmuş?
Bende cevap yok.
-Seyan? Seyaann? Hı? Nasıl? Hı? Seyan? Hı, nasıl olmuş?
O kıro böyle süründürür işte :)

Dünde ben eve gelirken o da bir yere gidiyordu, yolda karşılaştık.
Arkasından bağırdım; iğrenç olmuşsun! :)))
Ah çok zevkliydi...

görsel kaynak

4 Kasım 2010 Perşembe

60

Yazmadıkça yazmayası geliyor insanın ve tabii alışılıyor tembelliğe..
Önceki gün katıldığım doğum günü partisinde -hayır, hayır benim değil:)- tartılmış bulundum.

Karşıma çıkan rakamı yutmak, görmemek, bir sır gibi kendime saklamak istedim ama görüyorsunuz ya bir yandan paylaşmak istiyor insan.

'Daha bu yazında kilo almaktı hedefin' diyeceksiniz evet haklısınız ama bu kadar çabuk 5 kilo alınırsa bu kış bitmeden ben çoktaaann 62'yi aşmış olmaz mıyım?
Bilmiyorum ben tırstım yani :)

Digital ay pardon dijital. Hep aklım ingilizcesine gidiyor :P
Evet ne diyordum dijital tartıda tartıldım üzerimde 2.5 kilo edecek bir kıyafet yoktu ki kıyafetin ağırlığını düşeyim. Ve yemek sonrası değil, yemek öncesi kilo bu..


Kahve de kilo yapmaz ki :P

Ben bu yazıyı bir şeye bağlayacaktım ama tanrım neye? :))